Kelimelerde resim yapar Şiiri - İlyas Ka ...

İlyas Kaplan
1286

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Kelimelerde resim yapar

size, görüneni değil
gizliyi görmenin sırrından bahsedeyim biraz

her şeyin perdelerinden arınmış özüne yaklaşmayı düşleyen
suyun, toprağın, rüzgarın renginden
orada ölmek istiyorum dediğim
doğup büyüdüğü evden

dağları uçsuz bucaksız
geceleri lacivertin en koyusu
yıldızlı göğünün görkemli sessizliğiyle
bütün rüyalarımda ve düşlerimde yer bulan köyümden
bahsedeyim biraz

avuçlarımın içinde karmaşıklaşan çizgiler
ve yüzümde uzayan yollar
bir mağaranın kovuğuna gizlenip
yapayalnız ağladığım
avunduğum
hiç eskimeyen o kadim anılardan
bir çemberin
yolun sonunda birbiriyle buluşan iki ucu gibi
yeryüzünde devinen diğer her şey gibi
sakin, ağır ve gürültüsüz yerlerden

bir şeyler oluyor orada, bir şeyler
ağır, sessiz, gürültüsüz
kimseler fark etmeden
derin bir uykuda tohum
bir çekirdeğin çatırdayıp açılması kabuğundan
ve suskun her şey
susmayı öğrenebilmiş

rüzgarın, yüzünü yavaş yavaş törpülediği o taş
toprağın göğsünü damla damla kabartan yağmur
kartalların kıyısına yuva kurduğu o dipsiz uçurum
o uğultulu orman
o kaynayan deniz
o savrulan ağaç yaprakları
köyün üstünde lacivert bir örtü gibi genişleyen o gökyüzü…

hayat hep satır aralarında gizlidir
öyledir de
gücüm yok konuşmaya
kalbimin yerini hatırlatan
o gürültüsüz, sessiz ve ağır işleyişle
dönen dünyanın bir çark gibi işleyen
ağır ama gürültüsüz o sesi dinlemeye
o en kadim sese kulak vermeye
cesaretim var mı bilmiyorum

size o mucizevi döngüden
gözlerimi dünyaya daima hayretle bakmaya yönelten bilgeliğinden
keşfetmenin ve arayışın şeffaflaştırdığı bakışların arılığından
saydamlığından bahsedebilirim birazcık

köye doğru çıktığım yolculuktan
gök kubbenin göğsünde kızıl bir gül gibi şeffaflaşan
gün doğumlarından
ve gün batımlarından
çocukluğumdan itibaren yürümeye başladığım
zihnimi berraklaştıran
bakışlarımı derinleştiren
o gürültüsüz, sessiz ve ağır temaşayı keşfettiğim
o münzevi yalnızlığımdan
daha ziyade bahsedebilirim biraz

her adıma
her nefese ant olsun
sisin üzerindeki perdeleri kaldıran
görünenin ardındakini denetleyen o saf bilince
akan suda elini, yüzünü yıkamaya
rüzgarda savrulmaya
çıplak ayaklarla sokağa
yağan ilkbahar yağmuruna koşmaya
gömleğini sıyırıp yağmura sırtını açmaya…

bir gün bile olsa
güneşin doğuşunu ve batışını kaçırdığımda
kendini günahkar sayardım o günlerde
o kutlu manzaranın
seyrine dalmanın
insanı Allah’a yaklaştıracağına inanırdım

ağaçlara tırmanmak
gövdesine dokunmak ve gölgesinde soluklanmak
ne latif bir ihsandı benim için
tanenin seferini görmek çiçekte
bahçeyi görmek ağacın hafızasında
bir meyvenin olgunlaşma ıstırabını
uçma zevkinin kanatlarda yoğunlaşmasını
kanın damardaki ayak sesini
aşkın suret değiştirmesini
saf ve müphem o köy gecesinin kalp atışını duymak
en özel imtiyazdı benim için

kapardım kapıları
kalkmak, yürümek, çiçeğe bakmak
yokluk toprağının kokusuna,
ağaçla göğün buluştuğu yere gitmek için
kendinden geçiş ile keşif ortasındaki o yere
gitmek ve oturmak için
çünkü huzur orada, yakındaydı
yeşil çimenlerin arasında
ulu çamın altında
suyun akışında
rüzgarın esintisindeydi
tüm seslerin doğduğu ve battığı yer
sessizlikti…

sessizliğin içinde sesleri dinlerdim
doğadaki seslere kulak verir
sabahı, geceyi, ağaçları, kuşları, çiçekleri
ovayı, suyun ayak seslerini dinler
sabahın erken saatlerinde kalkar
goncaların açılırken çıkardığı heyecanı duyardım
ve bahçedeki gül ağaçlarının birbiriyle konuşmalarını
sessizce dinlemeye koyulurdum


tenha bulunan yerlerde kendinden bir köşede
bitmişti bir nilüfer mesela
dökülüyordu adeta anbean boşluğuma
ve ben onun söylediği şarkılarla
ve ben onun sesiyle
ölüyordum anbean

köyde her ne varsa
hepsi birer renk
iyi bir şair olduğu kadar
iyi bir ressamdı
kelimelerle resim yapar
renklerle şiir yazardı

çiçeklerin açılma sesini işitmek için
gün doğumlarında yanlarında beklerdim
havuz başında oturup
suya düşen kelebekleri kurtarmayı çalışırdım
yeryüzünde
öylesine derin bir duyarlılıkla
seslerden ve renklerden kendime bir dünya inşa ederdim

neden renkleri öldürmek isterler
ya da rengin ölümüne yas tutarlar
neden gündüzün, aydınlığın yanına
renkleri solduran gecenin karanlığını ve ölümü koyarlar
karanlık bastığı
köy sakinleştiği
günün renkleri solduğu saatler
yok olmaya yüz tuttuğu geceler
karanlık dirilir
aydınlık ölür neden

neden gündüzün renkli öyküsünün
geceye yenik düştüğünden bahsedilir
hayatın renkleri gecenin karanlığı karşısında
neden yenilgiye uğratılır
karanlık bastırdığında
gündüzün renklerinin yaşadığı şey
artık bir yenilgidir

her ahengin zinciri dağılmıştır artık
renge yer yoktur karanlıkta
ya da karanlık renkleri yutmuştur

köylerde karanlığın sessizliği,
biraz da hayatın ,ölümün sessizliğidir
usul usul batan bir günle
renklerini yitirmiş dünyanın sessizliğidir
gittikçe her şeyi etkisi altına alan
hayatları yavaş yavaş yutan
aynı gecenin karanlığıdır

gölge ve aydınlığın birbirine geçtiği
gurubun rengine gamın karıştığı
ama bir sesin ötekine karışmadığı
kimsenin kimseyi yakından görmediği
yalnızlığın en ince sanatıdır
gece karanlığı

içimde suskun bir zamandır köy
bir yüzü çocukluğumun
bir diğer yüzü gençliğimin miraç asrıdır
kara palangaların otlağıdır toprağı
hatıraların sessizleştiği mahaldir
çünkü bir bahçeyi görünce cezbesine kapılan
tarlada bir kırlangıcı ciddiye alan yoktur

maziden kalan her anı
gecenin bir kenarında
tek kelime etmeden ölürken
ne acı ki
yoktur onun kaybının farkında olan

bu yüzden midir köy yerinde
insanın kahvesini yudumlarken
var olma hoşnutluğunu dudakta duyması
evet, bir fincan kahve sunulunca
dostun elinden
gölgede, sükunetle, köy sedirinde
kırk yıl hatırı varsa içilen kahvenin
var hesap eyle…
kahve fincanının kulpuna tutturulan
hatırı nicedir bu kelimelerin

buyur
iç ağız tadıyla
ama kahve bu
yalnız içilmez ki
eş dostla
ille de yar ile yaren ile

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 21.6.2024 16:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!