Kelebeğin Hikayesi Şiiri - Ceren Aydın

Ceren Aydın
78

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Kelebeğin Hikayesi

29.01.2005

Kelebeğin Hikayesi…

Sahnede yer alanlar...
Bir oyun sahnesi diyorlar hayatımız için, bu gerçekten herkes için doğru mu? bizler bu oyunda başrol oyuncusu muyuz? Peki rollerin değiştiği olmaz mı...
Eğer içinizden hayır diyorsanız, baş rol oyuncusu değişmez diyorsanız bu oyunda, yanılıyorsunuz... Birazdan okuyacaklarınız hayatın içinden alınmıştır, bir oyun değildir.
Beki de bir oyunun canlandırmasıdır. Kararı siz verin...

Hayata küsmüştü, gözlerinde neşe yerine hüzün vardı, hep bir umudu vardı içinde, umudunu kaybetmekten korkuyordu, inandığı, değer verdiği her şeyi kaybettiği için bu umut onun son umuduydu, yaşamla diğer taraf arasındaki köprüydü... korkuları vardı, bitmek tükenmek bilmeyen soruları vardı aklında, bir yanı artık tamam diyor pes ediyordu, ama diğer yanı içinde bazen kıpırtılar uyandırıyor, gülümsemesine sebep oluyordu.

Yolculuğa çıkmadan önce aldığı haberler ile içindeki tüm iyiliği, neşeyi, sevinci, umudu kaybetmişti, aşka sevgiye inancı kalmamıştı. artık gülüyordu aşk sözlerine, ben sensiz yaşayamam diyenlerle dalga geçiyordu... yaşamayacak biri varsa o da kendisiydi... Eşinden ayrılmıştı, ruhu ve bedeni ikiye bölünmüştü. Ruhu ile bedeni ayrılmış, ayrılırken de canı çok yanmıştı. içim eriyor diyordu ona nasılsın diye soranlara... Hani yaşamazlardı biri olmadan, hani hayatın bir anlamı olmayacaktı, hani... görmüştü ki
o, elmanın yarısı, eş ruhu hayatına devam ediyordu, neşesi yerindeydi, her şeye yeniden başlamış, arkasına bile bakmıyordu... Hayat adil davranmamıştı, böyle hissediyor ve acı çekiyordu...

Aşkı sorgulamaya başladı, bir çözüm bulmalıydı, bir çıkış yolu. Gerçekten aşk var mıydı, onunla yaşadığı aşk mıydı, ne yaşamıştı... Onca zaman geçirmişlerdi birbirleriyle, bazen zamanın nasıl geçtiğini anlayamazlardı bazen de zaman geçmek bilmezdi. Zaman aynı zamandı peki aşk bunun neresindeydi? sevinirken yada üzülürken, gülerken yada ağlarken aşk nerdeydi, bunları yaptıran aşk mıydı yoksa... Askı yaşamış mıydı... peki yaşatmış mıydı... Geçmişten hatırladığı tek şey, uzun zaman önce içinde bir takım kıpırdalanmalardı, ötesi yoktu...

Şimdi içindeki acı daha çok içini acıtmaya başlamıştı, aşk diye yaşadığının boşluk olduğunu anladı, üzüntülerin ve içini eritenin ise sevgiden kaynaklandığını anladı. O zaman aşk yaşanmadan yerini sevgiye bırakmıştı... Aşkı yaşamamıştı...

Aşkın var olduğuna inanmak istiyor ama bulabileceğine dair şüpheleri vardı. Nerde nasıl kim...
aramak mı bulmak mı, bakmak mı görmek mi, arayıp bulunur mu, bakınca görülür mü? yada kendiliğinden mi gelir... Soruların yanıtlarını bulması çok uzun zamanını almamıştı taki o - beyefendi- karşısına çıkana kadar. Kalabalıkta hissetmişti, başını kaldırdığında arkasından geçen kişinin o olduğunu anladı, boğazında bir düğüm hissetmişti, yutkunamıyor, kalbine söz geçiremiyordu, sadece gözleri ile takip ediyordu. Daha sonra bakmamayı tercih etti, tanımadığı, bilmediği bu kişiye bu hisleri biranda hissetmesinin bir anlamı yoktu, neydi bu hissettiği, korkmuştu...
Kendini çekmek istedikçe, onu yakınına çektiğinin farkında değildi, uzakta olan o-beyefendi, şimdi yakınındaydı ve gözleri ile buluşmuşlardı... yüzlerinde bir tebessüm vardı ikisinin de, ama neden? Vakit geç olmuştu, biraz sonra oradan ayrıldılar...

Akşam eve gelince, gözlerinde sürekli o vardı, aklına geldikçe kendi kendine gülüyor, yaptığına bir anlam veremiyordu... Bu gülümseme de neydi peki, peki ya içini dolduran sevinç? Farkına vardı ki o akşam eş ruhunu hiç düşünmemişti...

bir hafta sonra, akşam dışarı çıktıklarında bir çift gözün kendisini izlediğini fark etti, bu gözleri bir yerden tanıyordu. İşte yine başlamıştı içindeki heyecan, göz göze geldiklerinde vücudu titriyor, ellerinde karıncalar dans ediyordu... Yine gülüyordu, bu sefer ona gülümsedi, biraz utangaç biraz davetkar... Gözlerine daha yakından bakmak istiyordu, biraz daha yakından... Hatta gözlerinin içinden kendine bakmak istiyordu... Tanımadığı bu kişi için nasıl böyle şeyler düşünebildiği için kendisine çok şaşırıyor, bir yandan da utanıyordu... Tlf ile konuşmak için uzaklaştı, döndüğünde ise yakınında olduğunu fark etti, hatta hemen arkasında, gözlerinin ucu ile bakıyorlar, birbirlerini izliyorlardı. Böyle birşey daha önce hiç başına gelmemişti. Yanına gelse merhaba dese, ne yapardı, normalde terslerdi hiç hoşlanmazdı bu tür şeylerden peki ya gelirse, gelir mi? Keşke gelse...

Gözlerden gelen bir Merhaba oldu, gözlerine bakıyordu, daha yakından, hatta gözlerinde kendini görüyordu, buna bir anlam veremedi, öylece kaldı, kalbinin atışı sanki dünyayı sarmıştı, dünyada sanki kimse kalmamıştı, başı dönüyordu baktıkça daha çok, kısık bir sesle oda merhaba dedi... şimdi birbirlerine daha yakınlardı, tanışmışlardı...Gözlerini ayırdıklarında ise, nerde olduğunu anlamaya çalıştı, kendine gelemedi, nasıl bir çekimdi bu böyle... Tutulup kalmıştı, sanki vücudunun etrafında esen deli rüzgar yanan bedenini söndürmek istiyordu... hem sıcak hem de soğuktu, 2 uç bir araya gelmişti...

Tuhaf birliktelikleri başlamıştı, her gün görüşüyorlar, eğleniyorlardı, vakit onunla güzel geçiyordu. İçten gelen bir şefkat vardı, onun aradığı ve istediği buydu, saatlerce onun-beyefendinin göğüsünde yatıyor, sevmesine izin veriyordu. İçindeki kıpırtılar yerini huzura bırakmıştı. Oda bunu hissetmişti, istediğini yapıyordu...

Geçen zaman içerisinde görüşmeleri boyut değiştirdi, onun-beyefendinin geçirdiği ameliyat birbirlerine daha çok yakınlaştırmıştı, her şey olması gerektiği gibiydi, bir tek şey hariç... Ona-beyefendiye hayır demesine rağmen, bedenine de söz geçiremiyordu. Her dokunuşunda, içinde ki yangın alevleniyor, içinden çıkaramadığı eş ruhu aklına geliyor sonra da ruhu inciniyordu... Kaçmaya karar verdi, nereye kadar kaçacaktı, kimden kaçıyordu, kaçtıkça daha çok mu yakalanacaktı...

Kaçış için geri sayım başlamıştı. Görüşmeleri azalmıştı, hissediyordu bir şeyler eksikti yada yanlış gidiyordu. Anlam veremediği bu durum içinde sıkışıp kalmıştı. Kendisi karar vermemiş miydi kaçmaya, peki ne oluyordu şimdi? Kaçmıyor, kaçamıyordu. Kaçanın kendisi değil o-beyefendi, ve kendisinin de kovalayan olduğunu anladığında her şey için çok geçti. Şimdi zamanı durdurmak için savaş veriyordu. Kaçmaya karar veren ne olursa olsun gidecekti... Sessizce gidiş vaktinin gelmesini bekledi...

Bu nasıl bir bekleyişti, her gün biraz daha zordu, saatler geçmek bilmiyordu. Aralarındaki pamuk ipliğinden de ince olan bağın zayıfladığını görüp bir şey yapamamak onu çileden çıkarıyordu...Kendine öfke duymaya başladı, bir pişmanlık başladı içinde, neden kaçmaya karar vermişti durduk yere, bu karar şimdi onu bu kadar üzüyordu. Kendi kendine sormadan yapamıyordu, hangisi daha doğruydu? Zaman bu sorunun yanıtını verebilir miydi...

Başlangıçtaki yaşananlar ve şimdi olanlar çok farklıydı... Sürekli o-beyefendi aramıyor muydu, nasılsın ne yapıyorsun vs diye? Tlf konuşmaları yerine görüşmelere bırakmamış mıydı, tüm bunları yapan o-beyefendi değil miydi? Şimdi ise o-beyefendi aramıyor, kaçıyordu... Sonra da görünmez olacaktı tamamen...

O-beyefendi: Aykırıydı yaşama, istediği gibi yaşıyordu, bir ağacın gölgesine saklanmıyor, yep yeni pencereler açıyordu. Bu onun için bir arayış, değildi. Köklerini çürütmek istemiyor, aksine onu yaşatacak yeniliklere koşuyordu durmadan. Birlikteliklerinde aklını karıştıran hep onun-beyefendinin yaklaşımları olmuştu. Onu hiç kırmıyordu, diğerlerine davrandığından daha farklı davranıyordu. Sanki bu pencere onun son penceresiydi. Açılmıştı artık pencereden içeri rüzgarlar girmiş, içine işlemişti, şimdi bu esen rüzgar onu tedirgin ediyordu. Hani onu alıp götüreceğini, kendini rüzgara kaptıracağını hissetmişti. Onun içinde pencereden uzaklaşmaya karar vermişti. Onun-beyefendinin gidiş kararıydı...

Herkes kendi oyun sahnesinde baş rol oyuncusudur... Kendi oyunu diye bir şey kalmamıştı. Yazılan tüm kelimeler ve sözcükler onun için değildi, perdenin ne açılışı ona uyuyordu nede kapanışı. Uzaktan seyrediyordu hayatını, kendisi değildi. Onun bu oyundan çıkmasını istememişti. Yazılan replikler nerdeydi, nasıl yazılmıştı. O izin vermemişti senaryonun değişmesine, ama değişmişti, kimdi değiştiren, oyuncular mıydı, biri başrolü elinden almıştı öyleyse... Peki ya o-kendisi nerdeydi? Kaybolmuştu. Bir boşluktaydı. Boşluk, içini acıtıyordu, gözleri hep buğulu, hep dalgın, bekliyordu... Acı çekiyordu.

Bunu hissi bir yerden hatırlıyordu, eskiden çektiği acıya benziyordu ama bu daha derinden, tüm vücudunu sarıyor, başka hiçbir şey düşünmesine izin vermiyordu.
Bu sefer anladı, bu başka bir şeydi... Yollarda gözleri ile onu arıyor, onun gittiği yerlere gidiyordu, belki görebilirdi, belki konuşabilirdi...

Birkaç kez karşılaşmışlardı, inanılmaz bir çekim vardı aralarında, bunu herkes görüyordu. Ellerindeki karıncalanma tüm bedenini kaplıyor, yüzü kızarıyordu, kalbinin atışlarına hakim olamıyordu, konuşmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu, beyni bedenini kontrol edemiyordu. Sanki o-beyefendi onu kontrol ediyordu, uzaktan birbirleri ile gözleri ile konuşuyorlardı. aynı anda bakıyorlar, gülüyorlardı. Yüz yüze geldiklerinde bile, konuşmadan dakikalarca birbirlerine baktılar, özlem mi çekiyorlardı, nasıl özlem çekebilirdi ki, o hiçbir şeye aldırmadan hayatı yaşayan, pencerelerden pencerelere atlayan adam değilmiydi. Şimdi bu bakışlarda neydi... Görüşürüz dedikten sonra bile elleri ayrılmıyordu, bırakıp giden, kaçan hep ama hep o-beyefendi oluyordu... İç çeken, içi çekilen, içi eriyen hep kalana aitti. O zaman giden değil, kalan mı olmak zor? O giderken bir şeyler hissetmiyor olabilir mi gerçekten. Bir Iceberg den farkı yok mu? Peki ya gözlerinde ki ışıltı. Nedir bu? Kendi ışığı mı onun gözlerinin içine giren...

Görüşmeler..... 2004 Eylül

Görüşmeseler de onu içinde yaşamak acı da verse, o-beyefendi olmadan olmuyordu, onu düşünmekten, onunla geçirdikleri günlerin hayalinin peşinden koşmaktan mutlu oluyordu, akşam yalnız her yatağa girişinde içinden ona-beyefendiye her nerde ve kimleysen, iyi geceler diliyordu. Bu nasıl bir acıydı kendine çektirdiği. Kendine bunu nasıl yapıyordu, bile bile canını acıyordu, onun o saatlerde başkasıyla olduğunu bile bile onu düşünüyordu, o kabullenmişti... O-beyefendi böyleydi, ya kabul edecek ya etmeyecekti. Kararı da yine kendisi verecekti...

Hiçbir beklenti içine girmeden, onu-beyefendiyi öylece kabul etmişti. Neyse o, olduğu gibiydi... beklentisi olmadan peşinden gidiyordu, gittiği yeri bilmiyordu, nasıl bir yere sürükleniyordu, o-beyefendi varsa yüzünde güller açıyor, bedeni yaşam buluyordu ama o-beyefendi yokken yanan bedeni cehennem ateşinden de sıcaktı, huzursuzdu...
Huzursuz dakikalar saatler, saatler haftaları ve ayları kovalamaktan bıkmamıştı... Ama o-beyefendi hiç farkında değildi... Sabırsız bekleyiş onu deli ediyordu...

Dünyayı arkasına aldı, tüm sahip olduğu değerlerinden soyunarak ayrıldı, şimdi bedeni ve ruhu ile baş başa kalmıştı. Ne istediğini sordu, ne istiyorsun benden, yarınki doğum gününde istediğini söyle bana... İçindeki ses çığlık atıyordu onu-beyefendiyi istiyordu, onun-beyefendi için çırpınıyordu... “Hediyem o-beyefendi olsun” bedeni ve ruhu sayıklıyordu, durmuyor sürekli sayıklıyor, onu istiyordu...

Hediyesi olmayı kabul etmişti, bu bir rüya mı yoksa hayal miydi... aylar sonra onu-beyefendiyi görebilecekti...

Yükselen ritim bedenlerinden içeri girmişti, birbirlerinde gördükleri artık kendileriydi. Birbirlerinin gözlerinden birbirlerini görüyorlardı... Bedenleri birbirleri için kutsal tapınak olmuştu. İbadet ediyorlardı bu dokunuşların başka bir anlamı olamazdı. Sadece cinsellik değildi bu, ötesiydi, ruhaniydi... Tapınağın keşfederken, gizli köşeleri, bütün yolları, duvarların arkasını gezdiler. Duvarın ötesinde birbirlerini buldular. Elleri daha önce böyle birleşmemişti, elleri ile elleri bir bütün olmuştu. Artık ayrılamıyorlardı, kenetlenmiş ve tek bir soluk altında birlikte çırpınıyorlardı. Dudaklarından aşk damlıyordu, damlalar kanına karıştıkça başı dönüyordu, dayanılmaz bir şeydi, neydi böylesine aklını başından alan... Aşkı aşmış tutkuyu mu yaşıyorlardı, düşünmek istemedi, kendini ona-Beyefendiye bıraktı...

Gözlerinden dökülen kelimeleri yakalıyor ama yan yana getirip bir anlam çıkartamıyordu... Ne dediğini o kadar çok merak ediyordu ki, bir kelimesini istiyordu duymayı, gözleri ile söylediklerini ne olurdu fısıldasa, ne olur dukii...
Asla konuşmuyordu, hep kontrol altında tutuyordu kendisini, hissetmek yok, hoşlanmak yok, acı yok... nereye kadar tutabiliyordu, sınırları neydi. Birinden hoşlandığın zaman niye kendisini tutma gereği hissediyordu, bağlanmaktan mı korkuyordu, sevgiye küs müydü, aşka inanmıyor muydu? Neden bu kadar savaşıyordu kendisiyle...

Aptal olamaya gerek yoktu, onun-beyefendinin bakışlarını görüpte neler hissettiğini anlamamak için, ama o-beyefendi o kadar soğuktu ki, inanmak için yardımına ihtiyacı vardı... Dokunuşu, öpüşü, saatlerce onu sevmesi ile belli ediyordu, farklıydı onda beyefendi için, o-beyefendi kendisini rahat hissediyor, iyi-kötü & doğru-yanlışları, ve ailesini anlatıyordu, onun için özeldi çünkü kendini paylaşıyordu aslında anlattıklarıyla, daha yakın olabilmek için, ruhu da istiyordu bunu ama o-beyefendi yaklaşmıyordu, kendini kontrol ediyordu sürekli...

Her kontrollü hareketi onu kendisinden uzaklaştırıyordu... Zamansız ortadan kayboluyor hiç umulmadık bir anda ortaya çıkıyordu... Her toparlanışın ardından bir yıkım ve yıkımın ardından tekrar toparlanış süresiydi bu yaşadığı... Nereye kadar, daha ne kadar böyle devam edecekti... Bu işkence artık ruhunu aşmış bedeninde izler bırakıyordu...
Razı değildi... böyle olmasına razı değildi, karar verdi... O’na-beyefendiye anlatacaktı her şeyi... Gözlerini kapattığında yaşadıklarını, onsuz kalışında çektiği acıları anlatacaktı... Tek beklediği zamandı...

Aniden karşısına çıkmıştı yine, bu karşılaşmayı ne kadar çok beklemişti... İstediği olmuş, zaman gelmişti akreple yelkovan buluştukları anda donmuş kalmış saat 20:55’i gösteriyordu... Şimdi konuşma zamanıydı...

Karşısında diz çöken bu küçük kızın anlatacakları neydi... Ne söylemek istiyordu... Anlamamak zor değildi aslında, bakışları ile anlatmıştı her şeyi ama bu sefer belki de ilk ve son kez kelimelere ihtiyacı vardı... İçindeki yoğunluğu kontrol etmeye çalışıyor, karşılığında bir şey duymayı beklediği ortadaydı... O her zaman ki gibi kontrollü görünüşünün arkasına saklanmıştı... Kelimeler O’na ulaştıkça bakışları da değişiyordu... Ürkek bakışlarıyla, söylediği son cümlesiydi “Bilmeni istedim hepsi bu...” Bir ruhun çırpınarak, kafesinden çıkışıydı bu artık duyacaklarını bekliyordu... Şimdi O’nun zamanıydı... O-beyefendi saçlarına dokunuyordu... O-beyefendi kelimeleri aldı, “biliyorum, hislerini biliyorum...bunu gözlerinden anlıyorum... senin hissettiklerinin aynısını yaşıyorum...” gerisini duymayı istemiyordu, bu beklediğinin de ötesiydi. İşte olması gereken buydu, kaybolmasının, kaçışlarının yanıtlarını hepsini bulduğu andı. Daha ötesi yoktu...

Şuanı yaşamak, karşı koymamak, O’nun isteklerini yapmak için bekliyordu... biliyordu, bu ilk ve son kezdi... Her şey ve hiçbir şeydi... Gözlerini kapattı... Bir rüya gördü... gördüğü rüyanın her anını aklına kazıdı, sonra bunları anlatacaktı O’na... Bu nasıl bir teslimiyetti... her şeyi olduğu gibi kabul etmiş, tüm savaş aletlerini indirmişti... Savunmaya bile gerek görmüyordu... Bu yenilginin aslında onun için bir zafer olduğunu hissediyordu... Belki O-beyefendi farkında değildi ama onu azat ediyordu her dokunuşuyla... Dağlanan bedeni huzura eriyordu... Yavaş yavaş yaraları iyileşiyordu... İstediği anahtarı verecekti O’na... anahtarı tek başına taşımaktansa, onda olmasına karar verdi...

Bir yıldız kaydı uzaklarda... O-beyefendi kalmış, kendisi gitmişti... Giderken de arkasında bir not bırakmıştı...
“Her şey mi, hiçbir şey mi? ” Bu O’nun-beyefendinin hikayesiydi, Hikayenin adı da “Kelebek” olmuştu...


Her şey mi hiçbir şey mi...

Nasıl oldu anlayamadım, bir deli rüzgarım peşinden savrulup duruyorum... bir bakıyorum güneydeyim bir bakıyorum kuzeydeyim... Nasıl bir savruluştur bu hiçbir şey sorgulamadan, hiçbir şeyi umursamadan sadece senin için sadece senin peşinden istediğin yere geliyorum. Pişman değilim peşinden gelmekten yada sormuyorum sana bu gidişin sonu nereye varacak diye... başlangıç da sensin, son da sensin, hem her şey hem de hiçbir şeysin...

Daha öncelerden bilmediğim, duymadığım ve görmediğim bir hal içindeyim... yaşananlar bir rüya gibi... bunu gerçekten yaşıyor muyum diye kendime o kadar çok sordum ki... gerçekten ben seni mi yaşıyorum yada bu yaşadığım nedir... aklımı başımdan alan bir güç ne olabilir... ruhumla bedenimi ne ayırabilir... bedenim dile gelir mi yada ruhum bedenimi terk eder mi... bu heyecana ne kadar dayanabilirim...

Ayrılan ruhumla bedenim göz göze gelişimiz ile yeniden bir araya gelmeye başlıyor. neden öyle bakıyorsun bana, ne görüyorsun... yada görmek istediğin ne... gözlerinle konuşuyorsun... bunu anlıyorum bakışlarından, evet durmadan bir şeyi tekrarlıyorsun, şimdi durdun, göz hareketlerin değişti... yüzündeki bu ifade de ne... bekliyorsun... bir yanıt mı... bunu kim verecek... sen mi ben mi... ben nasıl verebilirim soruyu bile bilmiyorken... gözlerine bakıyorum, en derinlere iniyorum... indikçe karanlık, soğuğu hissediyorum, korkuyorum çıkmak istiyorum. Ama bakışların sertleşiyor, ısrar ettiğini hissediyorum. İçine inmemi mi istiyorsun, ama korkuyorum dedim ya... yalnızlıktan korkuyorum, hiç ses yok, hiçbir şey göremiyorum, izin ver çıkıyım burada kalmak istemiyorum. Yada sen de gel... gideceğim yere sen götür, hep böyle olmamış mıydı... Bu bir merdiven, tutunacak yeri bile olmayan, sonu olmayan, kıvrılarak aşağılara inen bir merdiven var, görüyorum... artık dönüşüm yok anladım, inmekten başka çaremde yok.. belki de çıkış orda... hala karanlık, soğuk... indikçe iniyorum, ve şimdi gözlerim karanlığa iyice alıştı. Burası o kadar karışık ki, her şey iç içe girmiş, bir çok şey var ama anlamsız şeyler, gördüklerimi hiç bir şekle benzetemiyorum yada daha önce görmediğim şekiller bunlar... artık yoruldum durmak istiyorum. Biraz dinlenmek istiyorum eğer devam edeceksem. Nefes almam zorlaşıyor, nefesimin sıklaştığını hissediyorum... kalbimin atışlarını duyuyorum güm-güm, güm-güm... yankılanıyor bu karanlık çıkmazda... bir ürperti kaplıyor bedenimi, birden ayağa kalkıp daha hızlı inmeye başlıyorum merdivenleri şimdi teker teker değil, 3er 5er... düşsem de yuvarlansam da önemli değil artık çıkmak istiyorum... istemek başarmanın yarısıdır derlerdi, işe yarar mı acaba? Başarabilir miyim... O da ne, bu gördüğüm ne? Gözlerim bana oyun mu oynuyor, bu nasıl bir şey... bir ışık hüzmesi... orada küçük de olsa bir ışık var.. nedir bu ışık.. nasıl geldi... oraya giden yol var mı... evet biliyorum... şimdi inanıyorum, tuhaf bir mutluluk yada adı neyse içimde şimdi. Daha rahatım, bulunduğum yeri benimsedim, şimdi korkmuyorum, daha emin basıyorum ayaklarımı yere... hatta iz bırakmak istiyorum. Biliyorum tekrar buradan geçmiycem. Çıkış yukarı doğru değil. Geldiğim gibi olmayacak... ellerimle tuttuğum yerleri hissetmeye çalışıyorum, bazen yumuşak, bazen sert ama bakmıyorum istediğim onları görmek değil, görünce beni üzecek biliyorum... o zaman bakmak yok diyorum kendi kendime... ileri daha iler, ve daha hızlı, fazla sabrım kalmadı artık... karar kendiliğinden geliyor, hadi o zaman, hadi... şimdi hiç olmadığı kadar eminin, o ışığa ulaşıcam... gittikçe yakınlaşıyor artık uzak değil... büyüyor... bu ürperti... vücudumun hareketleri değişiyor, şimdi daha canlı... hava mı sıcak yoksa ben mı ısınıyorum... bir ses... güm-güm, güm-güm... biliyorum bu sesi ama bana ait değil... kimin bu... kim var orada... hayır kimse yok... peki bu gördüğüm... işte orada, tam karşımda... olduğu gibi duruyor... o kadar sade ki... yapayalnız... bir işe bile yaramıyor belki de... etrafa saçtığı ışığın bir anlamı yok tek başınayken... kendime bakıyorum ışıkta... önce ayaklarıma, tozlanmış, kirlenmiş birazda... kesilen yerlerden biraz kan çıkmış ama acımıyor... bacaklarım da öyle... şimdi ellerime bakıyorum... yumuşaklığı gitmiş... kirlenmiş ellerim, üstüme sürüyorum, siliyorum... peki ya yüzüm... yüzüm nasıl göremiyorum ama ellerimle yüzüme dokunuyorum, kendimce siliyorum... Gözüm kararıyor, belki de ışıktan... çok uzun zamandır karanlıktaydım nede olsa... alışmam gerekiyor diyorum kendime... bekliyorum... gözlerimi kapattım bekliyorum, şimdi ne olacak... ışığa ulaştım ama hala buradayım... nasıl çıkıcam... sen nerdesin... hissettiğim bu şey de ne... yine o ses güm-güm, güm-güm... evet biliyorum daha önce de duydum bu benim sesim... neden? Neden hızlandı... bir ses daha güm-güm, güm-güm... bu ikinci ses nerden geldi... benim sesim değil biliyorum daha hoyrat çünkü... her atışında yerimden ayaklarımı kesiyor, yine depremler mi oluyor. Açmak istemiyorum gözlerimi... şimdi korkuyu anlıyorum daha önce korkmamıştım şimdi korktuğum kadar... bir sıcaklık dolaşıyor bedenimde, bir nefes gibi... yavaş yavaş aşağıdan yukarıya.... şimdi ensemde, tam arkamda... şimdi daha yakın... dudaklarımda hissediyorum... o kadar yakın ki... görmek istiyorum ama olmuyor, gözlerimdeki ağırlık izin vermiyor açmama... daha sıcak bir şey hissediyorum dudaklarımda, yumuşak... gözlerimde ki ağırlık hafifliyor... yavaş yavaş aralanıyor... bir silüyet... ince uzun... çıplak... tam karşımda... batıyorum... ve gördüm... o sensin... görmemi istediğin şeyi gördüm... Seni tüm çıplaklığınla gördüm... hissettim ve şimdi biliyorum... bir güven geliyor içime... artık gözlerim tamamen açık... istediğim gibi bakıyorum sana... ama hala konuşmuyorsun... keşke bir şeyler desen... duysam keşke sesini... bakıyorsun bana.... gözlerin daha büyük... parlak... gözlerin şekil değiştiriyor... baykuş gibi yada kartal gözleri gibi... ne anlamı var bu bakışların... fark ediyorum... şimdi daha farklı görüyorum... orada gördüğüm bir şey var, biri, bir kişi... evettt işte gördüm... gözlerin yardım etti gördüm... daha çok bakmak istiyorum, bir an bile kırpmak istemiyorum her saniyesini beynime mıh gibi kaydediyorum... bir daha göremiycem biliyorum... öyle bir sadelik ki bu... öyle masum... öylece duruyor, gözlerinin içinden bana bakıyor... çok güzel... bu an için ömrümü veririm... esmer bir ten, saçları uzun ve dalgalı, göğüsleri, beli, elleri... işte bu... bu...
Gösterdiğin için teşekkür ederim, teşekkür ederim... yüzlerce kez, binlerce kez teşekkür ederim...
Şimdi gülüyorum, gözlerimi kapattım artık başka bir şey görmek istemiyorum, benim için yeterli... başka bir şeye de gerek yok zaten... gülümsüyorum, hatta bedenim bile harekete geçti, bir kıpırdanış içinde... o bile dile geldi... bak ne diyor dinle... seni senden çok anlatacak şimdi... “sen o kadar kalabalığın içinde o kadar yalnızsın ki... o kadar sevgisiz, soğuk ve hiçbir değerin yok... aşk, sevgi bunlar senden çok uzakta... bir tek düzelik içinde sende yolundan çıkmış savrulup duruyorsun... nereye giderse, kim olduğu önemli değil... hangi bedene dokunduğun önemli değil... sadece o an için, o anı yaşamak senin istediğin... yükselen, çıldırtan, içine giren müzik senin aklını başından alan... dokunuşlar değil... yanındaki değil... hep ruhsuz bedenler... sesleri olmayan bedenler... öyle değil mi... her şey beyninde, sevmeye de sevmemeye de sen karar veriyorsun. Ama sen aşkı yada tutkuyu tercih etmiyorsun, belki de korkuyorsun. Sadece dokunuşlar istediğin, bir günlük ömrü olan kelebekler istiyorsun, sorumluluk yada arada bağ istemiyorsun... bir adım önde olmak zorundasın dimi.. anlayıp hareke geçmelisin, engellemelisin kendini hissedeceklerine karşı... Ama bu farklı dimi... sen bile anlam veremiyorsun... kendine bile söyleyemiyorsun... önüne geçemediğin engelleyemediğin bir şeyler var... tedirginsin... hep aynı gibi hareket etsen de, yolların hep aynı olsa da içinde, huzursuzluğun gözlerinden belli... Korkmuyorum, söylüyorum işte, sessiz değil, yüksek sesle hatta haykırıyorum, gördüm çünkü... tereddüttüm yok içimde, eminim... Koca bir yalnızlık seninkisi ve içini eritiyor, acı veriyor...

Yaklaş bana, fısıltımı duy, önce kulağına sonra sana sonrada evrene duyuracağım sesimi...
Yanan bir ışık var içinde, daha önce bilmediğin bir yerden gelen ve kendiliğinden oraya yerleşen.. önceleri umursamadığın, ilgilini çekmeyen bir ışık... gün geçtikçe yerleşen, kendi kendine ışık veren, diğerlerinin yanında küçük bile kalsa, fark etmesen bile her şeye, herkese karşı direnen sönmemek için savaş veren bir ışık... ve şimdi sende fark ettin onu. Tam içinde... sana senden bile yakın... o hep vardı sende ve hep var olacak...

O gördüğüm bendim, içindeki ışık benim... ne kadar kaçmak istesen de nereye gitsen de ben senin içindeyim. İçindeki yalnızlığının tam ortasındayım, içindeyim... bedenini bile saran benim, artık kaçamayacağını biliyorsun benden. İstersen dene... gene gelmeyecek misin? Geleceksin, biliyorsun...

Hııım, sarıldığını hissediyorum. Ellerin bedenimde, nefesini hissediyorum, yavaş yavaş... öyle şefkatlisin ki... şimdi tüm çıplaklığınla tüm sadeliğinle benimlesin... istediğin bedenim mi... hayır... bu sefer değil... biliyorum çünkü gözlerin kapalı, ben hareket etmeden etmiyorsun... bıraktın kendini işte... ama hiç söz yok... duymak isterdim, bir kez olsun sesini duymak isterdim... ama sen böylesin hiç değişmeyeceksin... olsun sen bende de böylesin... itirazım yok... beni bekliyorsun, ellerimle ellerine dokunuyorum, seni hiç böyle görmemiştim... biraz şaşkın biraz meraklı biraz da gururla sana dokunuyorum... ellerimin dokunuşuna karşılık veriyorsun ama yavaş hiç acelen yok... ne zaman istersem, ben nasıl istersem... bu gerçekten sen misin? Ellerim yüzünde şimdi.. sana hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendimi, ve sen kendini bana hiç bırakmamıştın... yanağın, dudağın... nasıl da bekliyor beni... o zaman öp beni... bu ikimizin hikayesi ise ben geldim, sendeyim, şimdi sıra sende... gel al beni benden... benimde senin dokunuşlarına ihtiyacım var, öyle çok özledim ki seni... nasıl korkuyorum bir bilsen, o kadar çok şeyden korkuyorum ki... bu yaşadığımızın bir daha tekrarı olmayacak bunu da biliyorum. O zaman ilk ve son kez... şimdi yada hiç... ya gel al beni benden yada arkana bile bakmadan git... daha fazlasını istemiyorum senden. Bak bana, gözlerime... ben saklamıyorum, gördüğün sensin... istersen eğer... İçimde öyle güzelsin ki... ben aşık olmak istemedim, biliyordum bu hallerde olacağımı, bir yanıp bir donacağımı, isteklerimin olacağını ama şimdi daha farklı hissediyorum. Bu aşk değil, aklımı başımdan alan, ayaklarımı yerden kesen bu şey tutku mu... gözlerinin içinde hapset beni.. bırak sonsuza kadar orada kalayım. Gitmek istemiyorum, ben sende yanan ışıksam- ki gördüm çoğalmak istiyorum. Işığımla hayat vermek istiyorum sana ve dünyaya. Canlansın istiyorum içindeki duyguların. Özlemlerin, aşkın sevgin canlansın. Hiç durmayacak bir çağlayan ol, ak beninle sonsuzluğa.. ben seni oraya götürecek kılavuzunum... ama istersen gelmek istersen... çağır beni... söyle ismimi söyle... hadi dene... duymak istiyorum. Başka zamanda değil. Burada şimdi, şuanda hemen... var mısın yok musun?

Senin içindeki o sonsuz boşluğunda, yalnızlığında, soğukluğun karşısında bile hala hayattayım. Beni sen bile söndüremezsin. Görmeyebilirsin beni ama aklındayım bunu da biliyorum. Gözlerimi aklına kazıdığını biliyorum. Kendini benim gözlerimden seyretmenin nasıl mutlu ettiğini biliyorum, gördüm... bazen senin aklını keşkelerin yediğini biliyorum, için için düşündüğünü biliyorum. Sadece tek bir soru var yanıtını bilmiyorum ki bunu sende bilmiyorsun... benimle mi, bensiz mi, her şeyden vazgeçebilecek misin, bunu yapabilecek misin... her şeyi yarım bırakıyorum, elini bırakıyorum, dudaklarından çekiliyorum. Sıcaklığım yerini soğukluğa bıraktı, hisset gidiyorum... şimdi karar ver..gelecek misin...? ? ?

En başa geldik... kaldığımız yerdeyiz şimdi... gördüklerimden sonra daha farklı bakıyorum sana... hadi gel oyunumuza devam edelim... Nasılsa sonu aynı olmayacak mı?

Ceren Aydın
Kayıt Tarihi : 15.9.2011 10:52:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Rahman Fidan
    Rahman Fidan

    arkadaş bu kitap bunu yazarrken hiç üşenmedin usanmadınmı helal olsun sana çok güzel valla tebrikler tam puanımla...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Ceren Aydın