Bir zamanlar kır bir dağın yamacına kurulu, küçük bir köy varmış. Ağaçsız, çiçeksiz kupkuru bir yer olduğu için, bu köyün adına “Kel Köy” demişler. Bu köyün insanları çok talihsiz olduklarını düşünürlermiş. Çünkü toprakları taşlı olduğundan bir şey ekip dikemiyorlarmış. Ekin ekmek, hasat biçmek şanslı insanlara nasip olur, diyorlarmış.
Kır dağlarına yağmur yağmaz, yağsa bile aniden sele dönüşüverir, olan toprağı da silip süpürürmüş. Eh böyle olunca hayvan beslemeye de olanak yokmuş. Artık köylülerin tek yapabileceği gençlerini şehre gönderip, onların gönderdiği üç beş kuruşla idare etmekmiş. İşte bu köye, bir gün genç bir imam atanmış.
Genç imam bir dağ köyüne gideceğini duyunca sevinmiş. Fakat köye gelince içi burkulmuş. Hayalindeki böyle bir köy değilmiş. Bir de, her evin yanında ya da arkasında, birikmiş çöp tepeleri görünce, hocanın canı iyice sıkılmış.
Anlaşılan burada işim zor olacak, diye düşünmüş. Ezan okununca camiye birkaç yaşlı dede geliyormuş. Köy erkeklerinin çoğu kahvede oyuna daldığı için camiye pek uğramazlarmış. Bizim genç hoca da oldukça zeki biriymiş. Sözünü dinletebilmesi için önce kendini sevdirmesi gerektiğini biliyormuş.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta