Bir ağacın serüvenin son bulduğu bu gün bayağı bir çalışma oldu, Korhan için.
Yaklaşık iki yıldan beri dünyanın krizde olduğu, Avrupanın kemer sıkmaya devam ettiği bu günlerde yaşamının kıyısında olan bir ağaçta bahçenin nadide bir köşesinde bulunuyordu: Bu ağaç sert kabuğu, sert yapısı ve cüssesi ile yılların yıpratarak ihtiyarlattığı bir geniş yapraklı uzun dallı kayısı ağacı idi. Tahminen dedesi onu 1920 lerde dikmişti ve o iki bina ve onlarca çeşit ağacın üzerinde yer aldığı ondört dönümlük, üst tarafından tali bir yolun alt tarafından ise yaz ayları dışında her daim akan bir derenin bulunduğu, yağmurlarla karların yıprattığı duvarlarla cevrili orta halli bir bahçede yaşamaya koyulmuş bu güne kadar gelmişti.
Hey gidi yıllar hey: bu zamana kadar başından neler neler gecmiş, ne badireler atlatmıştı. Ömründe kaç bahar çiçek açmış, kaç yaz meyva vermiş ve sararıp solarak geçirdiği kaç sonbahardan sonra beyaz gelinliği altında kaç çetin kış geçirmişti. Toprağın üstünde heybetli varlığıyla kollarını enginlere ulaştırmak istercesine dört yana, semaya açarak güneşi selamlamış, esintilere karışmış, hoyrat rüzgarlarda dans etmiş köklerini saldığı toprakla bir dostluğun hikayesini sürmüştü.
Her senesinde, her evresinde bir hayatın, bir güzelliğin, bir nazendeliğin, bir cömertliğin, bir tatlılığın ve hoşluğun hatta hayatı süsleyen hüznün en güzel portrelerini, paha biçilmez güzelliklerini sergilemişti. Bağrının üstündeki yerlerle kuşlara, tende dokunaklı ve ferahlatıcı bir etki sağlayan gölgesinin serinliği ile ve o tadı damaklarda yer eden yumuşak meyvesiyle insanlara ne yaşamlar ne nimetler sunmuştu. Hatta bazı dallarında kaçamaklı sert gaga darbelerinin tak tak taktak taktaktak tak sesleriyle, sağa sola ürkek bakışlarını savuramadan çalışamayan, tehlikelere karşı temkinli duran ağaç kakanlara, o kafası renkli kuşlara, sonunda ince derin ve yuvarlak bir yuva dahi bırakmıştı.
Korhan bu yuvaların birinde geçen yıl kışlayan bir çift sıvırcık ve ilkbaharın ilk günlerinde uçma özlemiyle ciyaklayan iki de yavruya rastladı. O vakit ne kadar da bahtiyar olmuştu.yavruların ciyaklayışında tatlı bir hayatın başlangıcına şahit oluyor, yuvanın etrafında durmadan pır pır eden sıvırcıkların bu mutlu yaşamına dahil oluyordu. Hayata gülümsemek ve büyümeye çırpınmak ne güzel şeylerdi. Fakat bu ağaç sakinlerini, sıvırcık sürülerinin olgunlaşan dutlara toplandığı günlerden sonra; yavruların özgürlüğe uçmaya, kanat çırpmaya başladığı günlerden sonra bir daha da göremedi. Demek onlarda kaderlerini, yüzlerce hatta binlerce sıvırcık kuşlarıyla birleştirip yer yüzünün uçmaya değer bir çok parçasını geride bırakarak, uzaklara, buralardan çok uzaklara birlikte uçmaya karar vermişlerdi. Belki de özgürlüğün verdiği çılgınlıkla hayata adım atan bu kuş yavruları annelerinin ardı sıra nereye, hangi maceralara koştuklarını bilmeden uçup gittiler.
İşte bu kaysı ağacı hep böyleydi, sıvırcık, serçe, ağaçkakan, çalıkuşu gibi onlarca kuş sürülerine, böceklere, pineklesin diye evin tavuklarına, horozlarına, hatta evin kedilerine ev sahipliği yapmıştı zamanında ve artık vakti ermişti, yorgundu ve eski sakin, rahat, bereketli ve muhteşem günlerinde olduğu gibi meyva da veremiyordu. Hem mevsimlerde değişmiş herşey karma karışık olmuştu. Artık kışın ne zaman bittiğini ve ne zaman geldiğini; ilk bahardan sonra geri gelen kışcıkların moda olabileceğini, çiçek ve tomurcuklarını yeni uyanmış dallarını dondurarak onu betbaht bırakacağını, sırtından hançerleyeceğini hiç anlayamamiş, bu durum karşısında şaşa kalmış, çoğu ağustos ayını da susuz geçirmişti. Eski heyecanını, sevgisini, neşesini yitirmişti; artık bu ortamın yabancısı olmuştu sanki; bahçeleri süsleyen, gönülleri okşayan doğa harikası olarak kalmaktan ve görünmekten de vaz geçmişti; ve bu son onbeş yıl, evet herşeyi biribirine karışmış, bulanmış şu uğursuz on beş yıl var ya işte bu onu çok yıpratmıştı. Kendini salıvermiş; ağır ağustos güneşi altında kurumaya, nezaman geleceği belli olmayan kış soğuklarında çatlamaya ve içini kemiren dertlerle içten içe çürümeye bırakmıştı.
Onlarca yıl hava, güneş, su ve toprakla yağtığı komşuluğun -işbirliğiyle-, doğanın cömertce sunduğu güzelliklerin eşsiz bağlarını kök ve yapraklarıyla hatta gövde ve dallarındaki özel yollarıyla oluşturmuş doğaya ve canlılara bu birlikteliklerin nice meyvalarını altın tepside sunmuştu. Aman Yarabbim ne güzel birşeydir bu! Evet güneş, hava ve yaprakların muhteşem üçlüsü ile toprak, su ve köklerin muhteşem üçlüsü tüm güçlerini yapraklarda birleştirerek ağacın sürgünlerinden ve dallarından gülümserler.
En romantik en dokunaklı anılarını sabahın sevindirici kızıllığıyla üzerine doğup yine akşamın hüzünlendiren kızıllığıyla batan o kırmızı yuvarlak o hayat topu güneşleydi şüphesiz. seher yelinden sonra güneş...
Başka bir dünyayı, başka bir hayali anımsatırcasına dallarından düşen partüküllü ışın hüzmeleri, yapraklarında oynaşan kıvılcım kümeleri ve onları süsleyen damladan elmasların güneşteki bahsi edilemez ışıltıları, tabiatın sesine renk katan yüzlerce canlı kümesinin doğaya söylediği şarkılar... hepsi ama hepsi artık anılardaki yerini almış bu güzel yaşam yuvasının ruhuna mühürlenmişti.
Artık güneşe, gökyüzüne, rüzgara; insanlara ve canlılara en önemliside varlığına elveda edercesine boynunu bükmüştü.
Aslında kararı arkada bıraktığı, su gibi içtiği senelerden sonra kendisi vermiş, iklim şartları ise bunu hızlandırmıştı. Bu sonucu ağacın sahibi onaylıyor, onu eski günlerinden geri bırakan, içini çürüten kederinden kurtarıyordu. Ağaç kesilecekti.
Bir ağaca kim kıyabilir diki. Onu anlayan yakın bir dostu daha vardı ki bu kimse onu kurtaracak olan yılların tecrübe ve becerisini üzerinde taşıyan hızarcı Agah ustaydı. Ağacın sahibi Talip bey bu hızarcıyla anlaştı ve o bu gün yani 16 ekim 2010' da bu işi bitirecekti. Bir depo benzin ve bir hızarla 15-20 dk da 25 Tl ye bitti iş. İlk önce gövdesinin altından kökleriyle sıkı sıkıya sarıldığı toprakla kucaklaştığı yakın bir noktadan hızarın iki hamlesiyle nerdeyse bir asırlık ömrün üstüne, kaderinin üstüne, koca bir çınar gibi devrilecekti. Artık işi bitmek üzereydi. Gövdesinden havaya savrulan ve yere dökülen yüzlerce, binlerce talaş parçalarının tükendiği anda topraktaki bağlarından ayrılarak gövde ve dallarının üstüne hışırtıyla düştü. Bizce en sevdiği yere düşmüştü. Çünkü onun düşeceği yere üstündeki dallarına ip bağlanarak yönlendirme yapılmamıştı. Oda büyürken ağırlığını koyduğu severek üstünde yükseldiği yere düştü. O ise Talip'le ağacın düştüğü yerin bir metre ilerisindeydi. Yani ağaç onların olduğu yöne doğru onlardan bir metre öteye düştü. Bu konuma göre kendilerini ayarlamışlardı ama yine de bu iş yani düşen ağacın karşısında bir yerde olmak Korhan'a tehlikeli gelmişti.Hızla ve kontrolsüzce düşen ağaçtan kırılan, zıplayan parçaların, dalların hedefi olabilirdik diye geçti içinden. Artık iş, yere kapanmış duran bu yekparenin küçük odun parçaları şeklinde sobalara uyacak boyda bölünmesine kalmıştı. Kesilecek çalıları göstererek işaret edip:
- Şu tarafıma geçip çalıları çekmeye yardım eder misin dedi Ağyar usta.
Korhan'da başını sallayarak ve kesilecek çalılara bakarak
- Elbette yardım ederim diye yanıtladı ve hemen işe koyuldu.
O senkronize bir halde kesilen dallardan arta kalan çalıları, çalışmayı engellemesin diye uçlarından tutup çekerek uzaklaştırıyor, yanlardaki boş alanlara istifliyordu. Bu arada yanına yaklaşan Talip
-bak yeğen yetiştireceğin domates ve fasulyeler için sana yer açılmış oldu.
-Tabi... dayı, bunlar gölgede tam olgunlaşamıyor, onlar içinde süper olurdu, fakat gelecek yıl ben burada olamayacağım, büyük ihtimalle işimin başında olacağım dedi. Hakikaten de bir yer açılmıştı, içimizde boşluklar oluşturan, asla aynı olmayacak yeni fidanlarla doldurulması gereken bir yer dedi içinden.
Önce dallar sonra da gövde içlerini cızırdatan, kulaklarını tırmalayan devinimlerle kesildi birer birer. Ağaç kesilirken gövdeden fırlayan talaşlar dört bir yanı kaplarken bunlardan bir kısmı da Agah ustanın üstüne üşüşüyordu. Gövdeden ayrılan içi geçmiş ve bir kısmı çürümeye yüz tutmuş kucak genişliğindeki her bir kütük kaderine boyun eğerek bu sonuca razı geliyordu. Kütükler üzerindeki yaş halkalarına baktı. Tam 93 yaşındaydı. Bu halkalar ağacın yaşamından kesitler de sunuyordu. Daha fidanken dar aralıklarla birbirini izleyen halkalar belirli bir süre sonra gelişme çağında birbirinden oldukca uzaklaşıyordu bu da o dönemlerde çok hızlı geliştiğini, iyi bakım gördüğünü gösteriyordu aralarda zorlu geçen yılları,.geçirdiği talihsizlikleri gösteren bir birine yakın, yamulmuş halkalarda görülüyordu lakin son ondört yılını gösteren dar aralıklarla sıralanan son ondört halka da, son durumu özetliyordu. Talip
- bak yeğen dedi başka birine söz verdimse de hepsi ona fazla gelir zaten ona bir ağaç daha vermiştik çalıların yarısını; sizin tarafa yakın olanları siz alın
- Önemli değil dayı hepsini götürebilirler
- Yani hepsini götürsünler mi istiyorsun dedi
- Evet götürebiliyorlarsa hepsini alsınlar
-Fakat onlara lazım olmaz yarısını siz alın diye tekrarladı.
- Peki biz alalım dedikten sonra elli metre ilerde olan evine gidip ev sakinlerine bahsi geçen çalıları zaman geçirmeksizin almalarını söyledi ve onlarda öyle yaptılar.
Birazdan ağacın mirascısı çalıların diğer ortağı geldi, keyfi yerinde değildi. Bozukta çalmıyordu. Önce akrabası dayının kırılan odunlarının taşınmasına yardım etti sonrada sohbetler eşliğinde kendi çalılarını kendi için bir hafta önce kestirilen ve kestirildiği yerde bekleyen diğer odun ve çalılarının yanına, hemen yakın bir noktaya taşıdı.
Aslında Talip ağaçların hepsini kesip satmayı, bunlardan müthiş paralar kazanmayı düşündüğünü fakat şehre gelip odun piyasasını öğrendiğinde üzüntü içinde kalarak ağaçların hepsini birden kesmekten vaz geçmişti. Sonunda da bahçede miras sahibi olup olmayan ve ihtiyacı olan akrabalarına iyilik yapmaya karar kılarak yedi sekiz ağacını gözden çıkarmıştı.
Fakat bu işin acayip tarafı Talip dayı bu bahçeden yeterli ürün alınınca bayağı bir para tutacağını; satış fiyatının otuz kırk bin dolara vuracağını tahmin ettiğini söylediği ve bazı taahhütler karşılığında akrabalarına bahçesinin kendine ait kısmını kiraladığı ve tam bu dönemlerde akrabaları işten boş bir vakit bulup bahçeyi komple bakıma alarak üç çeşit gübreleme yaptıktan bahçeyi bellettikten budama ve etkili ilaçlamaya karar verdikten sonra; etrafını çitlerle cevirmeye karar verdiği sırada neden ağaçların hepsini kesmeye karar vermişti? Bu bir muamma idi! Yoksa bizim Talip dayı güneş olsa kimsenin üstüne doğmayan biri yada çöpün ilaç denilince onu toprağa gömen kimselerden miydi? diye kendi kendine soruyordu Korhan.
Ağacın bir avuç içi kalınlığına kadar olan kesilmiş kısımları bir araya toplanarak el arabasıyla odunluğa taşındı. Diğer kısımları ise kırılmak üzere Korhan'ın elinden geçtiler. Yıllar sonra tekrar baltayı eline aldığında, o yıllardaki heyecanı geri dönmüştü. Hamlamıştı fakat umrumda değildi. Bu işi çok iyi biliyordu ve ağaç sahibesi yaşlı Talip beye de bir an önce odunları teslim etmek istiyordu. Balta eline geçer geçmez eski günlerindeki maharetlerini sergilemeye koyuldu. Ve baltayı kütüğe saplayıp kırmadan önceki her havaya savuruşunda farklı bir kırma yöntemi deniyordu. Bazen kütüklerin yanlarından aldığı küçük parcalarla kütüğü kırarken uygun tarafını denk getirmek için kütük altlığının üstünde bir eliyle onu topaç gibi sağa sola yada baş aşağı döndererek kırıyor; bazen tek hamle ile direk ortadan ikiye bölüyordu ve bazen de baltayla seri bir halde kütükte birden çok çatlak oluşturduktan sonra güçlü bir balta darbesiyle kütüğü bir çok parçaya bölüyordu. Kütükten Ayrılan parçalardan bir kısmı sağa sola zıplarken bir kısmı öç alırcasına ayaklarını sopalıyor bir kısmı da olduğu yere çöküyordu. Çok hızlanmıştı ve budaklı olan kütükler onu zorluyordu ve zorladıkca da kütükler baltaya yapışıyor ve baltayı havaya savururken baltayla birlikte kütükte havalanıyor ve ard arda diğer kütükleri kırmakta kullandığım kütüğün üstüne mıhlanarak yavaşca ayrılıp kırılıyorlardı. Bu esnada terlediğii hissetti ve sırtını da biraz incitmişti. Kırma işi bitince
- böylece bu işi de elden çıkardık dayı
- evet yeğen sağol
-güle güle kullan. Artık bu size bir kaç yıl yeter de artar yetmese bile sırada bekleyen yenilenmesi gereken bir sürü ağaç daha var. Kısmet ola da bu doğa dostları söküldüğü yerlere daha kuvvetli, daha gür, daha heybetli olacak şekilde yine dikile.
- eee evet. artık bizden iş geçti hem buralara ayda yılda bir geliyoruz. Artık iş size kaldı.
- Ah bir buralarda olabilseydik, yazları su sıkıntısı çekmeseydik yada bahçemiz nehir kıyısında olsaydı ozaman görüverirdin bahçeyi evet o zaman bakmaya kıyamayacağın, hayal bile edemeyeceğin bir hal alırdı bu yerler dayı.
Talip dayı biraz kıskançlık sezilen bir hal ve bakışla gözlerini kısıp nasıl bir izlenim verdiğinden habersiz delici ve sabitlenmiş bakışlarını yapıştırarak ki ona genelde çoğu zaman hep böyle bakardı.
-tabi, tabi güzel olur.
- Gayet tabi ölenle olanın dışında insan azminin elinden kurtulacak bir şey yok. Benim hayat dusturumda budur dayı olanda fazla kalıp oyalanmayı hele benden evvel olmuş bitmişler üzerinde fazlaca düşünmeyi pek sevmem.
-Doğru söylersin yeğen dedikten sonra tevazudan uzak yine kısılarak sabitlenmiş bir bakışla süresi belli olmayan bir konuşmaya başladı.
Bu ağaç,bu yaşlı kaysı ağacı giderkende sanki insanların emrine sunulduğunu bilirmişcesine cömertliğini onlardan esirgememiş kışın içlerini ısıtıp odalarını sıcak tutmak üzere bir kere daha vazifeye girmişti. Hatta, belki de küllerinden ne çiçekler, ne nebatlar, ne ağaçlar yeşertecek insanlara ve canlılara olan vefasını ebedileştirecekti. O gün, büyük bir kısmı kurumuş bir armut ağacı ile ömrünün sonuna dayanmış iki kaysı ağacı ve kalan tek dalı da daha fazla direnemeyerek pes edip kırılmış bir kaysı ağacı daha aynı kaderi paylaşmış her şeyiyle bir gününe mal olmuştu.
Tüm ömrünü taşıyan dallarıyla bir sevgi kaynağıydı burda ağaçlar. Onları bu bahçeye dikenlerin bitmeyen rüyasıymışcasına geçen zamanların esrarını yaşıyormuşcasına yaşıyordu burda ağaçlar.
Samet KomanKayıt Tarihi : 24.1.2011 15:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!