Kayıp Zamanların Konukları
Zaman henüz ihlal edilmemişti. Ateş olan hayat yazıya dökülmüştü. Cevheri ateş olan kağıt yürek gibi yanmaya meyilliydi. Çalıntı zamanlarda satılık yaşamlar sürüyorduk. Satın alınmış hayat tacirleri arasıda ücreti ödenmiş, bedeli ödenmemiş sevdalar taşıyorduk yüreklerimizde.
Karanlık suya bırakılan ışıklar kadar silik ve dalgalı. Karanlık gecenin esmerliği sevmesi gibi sevdim seni. Kalbim sabıkalıydı, üzerimde aydınlanan ışığa gölge yaptıramazdım.
İlk çiçeği değildik bu iklimin, son çiçeği de olmayacaktık. Her zafer sonrasında yüzümüzdeki zafer çizgileri ile sahip olduğumuz yalnızlık kentimize dönüşümüzde, hüznü ve mutluluğu yürek değirmeninde harmanlıyorduk. Yaşadıklarımız ödediğimiz ağır bedelin göz kamaştıran neticesiydi.
Ateşle yandık ateşle kavrulduk, ateşle yoğrulduk. Aşk dergâhında yer edinmek için ölümün eşiğinden geçtik. Ateş ile sınanmış ruhumuz gideceğimiz yönü belirlemişti.
Birlikteyken sonsuzluğa dönük yanımızı görüyorduk. Gözümüzdeki perdeleri kaldırıp hayatımızda bulamadığımız hazları yaşıyorduk. Acıları dipsiz kuyulara gömüp, sevinçleri, mutlulukları gün yüzüne çıkarıyorduk. Canımız bedenimize sığmıyor, mutluluğun kanatlarında uçuyorduk. Bizi biz yapan bedenlerden sıyrılıp farklı boyutlara geçiyorduk.
Yolunu kaybeden yolcu gibi gözlerimizde kayboluyorduk. Ruhumuzun en savunmasız haliyle karanlıklarda çoğalıp, gün ışığında yalnızlaşıyorduk. Kaçarken kırdığımız zincir halkası gibi umutlarımızı ve yalnızlığımızı boynumuzda taşıyorduk.
Özgürlüğümüze tamamen kavuşmadan ardımıza bakıp, bırakıp gittiğimiz ile kalıyordu, içimizdeydi düşlerimiz.. Çünkü kendi kendimizden kaçamıyorduk. Yorgun kervanın yükleri gibiydi, yüreğimizdeki sevda yükleri. Sevda uçurumlarından yuvarlanırken boğulacağımızı bile bile sevdik.
Bir fincanın hatırı gibiydik. Yıllar geçse de unutulamayacak. Güzelliğin ne olduğunu birbirimizi severken anladık. Uzaktan kokusunu duyduğumuz gül bahçesini yakından görmek arzusunun hazzına vardık. Gece karanlığında verilen sus paylarında ki özlemleri sevdik. En çokta ruhumuzun savunmasız anlarında hıçkırıklara boğulurken, birbirimizi yüreklerimizde hissederken sevdik.
Sözleri taşıyan misk şişesi gibi ölümsüz aşka inanıyorduk. Kapağı açıldığında etrafı sarıyordu sevda sözcükleri, amber gibi kalbin zarına dokunuyor, limon çiçeği gibi dudaklara, karanfil gibi geceyi bölüyordu. Açılmayan kapının önüne bırakılmış çiçek demeti gibi ardında ne olduğunu bilmediğimiz kapı gibiydik. Genzimize dolan, hafızamızdan silinmeyen, yüreğimizin derinliklerine dokunan gül kokusu gibi sözcükler başımızı döndürürdü.
Gelip geçici değildik. Bizi içine alan sonsuz ırmakta bir damlaydık. Gözyaşlarımızla ruhumuz bedenimizden sıyrılıyordu. Görüyorduk hissediyorduk, fakat dillendiremiyorduk. Eski benliklerimizle karşılaşmayı hiç istemiyorduk. Sanki tanımadığımız bir alfabeyle karşı karşıyaydık. Düşüncemiz ortaktı. Yitik zamanın konuklarıydık. Dudaklarımızdan dökülen sözcükler bedenimizi koku gibi sararken, mest ve yorgun düşen ruhlarımız, cennetin gül bahçesindeki sarmaşıkları gibi bütünleşiyordu.
Ateş suyu yakacak kadar çoğalmamıştı. Niyetimiz kalpte, sözcüklerimiz nefsimizde saklıydı. Pervaneler gibi ateşe düşmüştük. Aşkta mubah olan hileyi ruhumuza katmadan yanarken, aşk ateşinde feryadımızı duyurmadık
Kendi benliğimizin içinde özgürlüğümüzü kurduk. Orada yabacıya yer vermedik kendi kendimize yoldaş olup yalnızlığımızla dertleştik. Pas tutmuş sözcükler kekeme bir şekilde dökülürken sinemizden. Cimrinin harcamaya kıyamadığı altınları gibi yüreğimize koyduk birbirimizi.
Ruh bedene beden ruha ayak uyduramaz olduğu zamanlarda, şah damarlarından süzülerek yüreğine akmak, seni sende yaşamak, yaşadığın şehrin kaldırımlarına delice yağan yağmur olup düşmek isterim…
12.11.2011
01.30
Fatma AVCI
Kayıt Tarihi : 13.11.2011 14:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yazma isteğimi depreştirdi yazınız Fatma (Deniz) Hanım... 'İki kişilik özlemlerin' çok müstesna bir anlatımıydı... Tebrik ederim...
Kutluyorum.
Erdemle.
TÜM YORUMLAR (8)