Merak buyurmayın,ukalalık etmeye hiç niyetim yok.gayet tabii olarak'katolik'kelimesinin etmolojisini daha iyi biliyorsunuz,benden.kelimenin taşıdığı 'evrensellik've 'gerçek öğretiye uygun'olma iddialarının(ne iddiası,tüm dünya bu mutlak bilgi üzerine kurulu değil mi zaten,dediğinizi duyar gibi,oluyorum) ayırdında olmamanız mümkün mü? Bu ve buna benzer konuların uzmanı sizlersiniz,tabii ki,dünya üzerinde kurulu ve kurulacak olan tüm disiplinlerin uzmanı olduğunuz gibi.'Katolizm'üzerine de ahkam kesemem sizlerle,ama ola ki-hani eskeza canım-uzman olmayan biri okursa bu satırları(siz hala burada mısınız,kuzum) sözüm ona'dır.
Sizce katolizm terimi,salt kilisenin din'e,dünyaya- ve tanrı'nın ayakları dibinde yer alan papalık tahtına-bakışını mı yansıtır.Bu terimin yaşadığımız toplumun,insanların betimlenmesinde yeri yok mudur,hiç?
Neden bu ülkenin,dolu her yanı,odalarla,barolarla,taşıma kooperatifleri ile vb. vb.salt'tarihsel geçmiş ile,-ne derseniz deyin-(ister feodalizm,isterse asyatik üretim tarzı) açıklayabilir misiniz,bunu? Salt,'lonca'ların kalıntısı mı bunlar? Ya da'lonca'ların modernize edilmiş biçimi mi,gerçekten,karşımızde duran tekelci yapılar.Bu katolistik yapıların,emin misiniz,salt üyelerinin çıkarları için var olduklarından? Peki,bu üye çıkarları ile,ülke çıkarları arasında çelişki olmadığına emin misiniz? Osmanlı ve diğer doğu toplumlarında,sermaye birikimini engelleyen temel unsurun,salt 'mülk'ün allah'a ait olduğundan hareketle,o'nun yeryüzündeki gölgesinin,kulların herşeyleri-bu arada can'ları üzerinde bile-hak sahibi olmasına,bağlayabilir misiniz,sadece.Sakın,bu loncalar da,örgütlülük ve ayrıcalıklarıyla,zaman içerisinde üretim güçlerinin önüne barikat kurmuş olmasınlar ve bugün de-odalar,barolar,kooperatifler cumhuriyeti olan- ülkemin önünde,benzer bir köstek oluşturuyor olmasın bu katolistik yapılar
Peki,salt kurumlarımızda mı gözlenir,bu katolistik yapı.Dönelim bakalım bir kendimize.benim gözlediğimi siz gözlemiyor musunuz? Anlamadınız mı? Anlatayım,o halde.Niçin,uzman olduğumuz/uzman olduğumuzu sandığımız konularda başkasının/başkalarının söz hakkı olmadığına inanıyoruz.Niçin,'ben bu konuda uzmanım','bu konuda söz söylemek,yazmak için,şu,şu,şu... disiplinleri hatmetmiş olmak gerekir'deme gereğini duyuyoruz,sizce.Niçin,kendimizi tanımlarız,böylece.Farkı var mıdır bu tarzın,el ile çarık diken çarıkçı loncası efradının aynı işi yapabilecek makineyi görünce, gösterdiği tepkiden.ya da matbaa karşısında,hattat'ın kapıldığı öfkeden.Ufak bir taşra kasabasındaki tek avukatın,yanına staj için gelen genç avukat adayı hemşehrisine gösterdiği tepkinin kökeninde,hep o katolizm yok mudur? (Aman tanrım,geldiğim noktaya bakın,ben gerçekten insan'ın doğuştan bencil ve çıkarcı,olduğuna mı inanıyorum,yoksa?)
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta