Fırtına kol gezerken meydanlar, caddelerde,
Başımı ne tarafa çevirsem, beyaz-perde;
Yer, gök bir kum saati alt-üst oluyor her dem,
Kum yerine karları koymuş sevdamız desem,
Arzular isyan eder duyarsız bedenlere,
Doğan güne ket vurur kömür gözlü adamlar,
Zaman erir toprağa şafağın kanı damlar...
Eyy Sevgili!
Pişmanlık aptallıktır diyen bu deli yürek,
Pusarık anıların doğal sinemasında,
O kardan adamların buz kesiği ellerle
Kardan hedeflere fırlattıkları,
Kardan bir toptu...
Gönül gücüne kuvvet yaktığı karelerde,
Zülfiyâre değmeden kayboldu resimlerden,
Bahtını kül eyledi,
'Özgeçmiş'inden koptu...
Aynı film şu anda başka yerlerde,
Söz gelimi belki de Arjantin'de,
Benzer öykünmeler repliğinde,
Kapalı gişe oynuyor deseler,
Canım sıkılır
Ve sanki dünya bütün yanardağlarıyla
Başıma yıkılır...
Oysa, adım gibi biliyorum oralarda da,
Irmaklar özveriyle çağlasalar da,
'Japon gülleri'nin, orkidelerin,
Köklerine kiprit suyu dökülüyordur...
Dizginlenmiş sâhillerde tuzu-kuruların,
Havalı, cıvalı fişekleri
Allı, morlu, yeşilli, turuncu niceleri,
Kölemen bakışları büyülüyordur...
Paranın, şöhretin, kuruntuların
Ve sonradan görme ham tutkuların,
Muhteşem ezilişini,
Bedava seyrediyordur birileri...
Diğer taraftan,
Tığteber, şahımerdan,
Gündemi tersinden okuyordur kimileri...
Yeniden boy atıp sürgün vereceği,
Başa döneceği güne kadar umutların,
Bir tohumun kök salarken bozulmuşluğunda,
Sevdâlar tükeniyor,
Sevgiler çürüyordur
Ve fırsat avcısı ebcet ustaları,
Mezar taşlarına târih düşürüyordur...
Ahh gerçek 'Aşk'... derin felsefe.... ilm-î ledûn kimyası....
Ölüme ne kadar uzaksın!
Uyuyanların düşlerine,
Uyananların düşüncelerine tuzaksın!
Metropol kentlerin kül-yutmaz varoşlarında,
Kurşun-kalem eskizlerin is karası yavanlığında,
Sıradan bir geceye tav olmuşken uykular,
Akvaryumdan sıçramış balık havalarında,
Küllerinden doğar da kuş palazı duygular,
Yüreği dilinde bir batur Ozan,
Aşkın erdemiyle çağı sorgular...
Mutlaka öyledir, öyle olmalı diyorum;
Benzerini yaşadım,
Gördüm de biliyorum.
Bir 'Ortalık Asya' gezisinde,
Bişkek'te, Alata Meytanı'nda,
Destan orucunu bozan ihtiyar Manasçı'dan
O derme çatma çadırında,
Önünde diz çökerek dinlemiştim,
Kışın insafsızca yılkıya çıkarılan,
Alapaça kısrakla 'göl atı'nın efsânesini...
Böylesi bir günde,
Kardan heykellere dönüşerek
Nov-oruzda eriyip yok oluşlarını,
Arınmış duygularla
Ne de güzel anlatmıştı...
O'na kısaca senden bahsetmiştim;
Bir çamçaktan kımız içirir gibi,
Yudum yudum âheste varsayımlarla
Destan kılıncını dolunayda bilercesine,
Ya da bir kirkitle düğüm ezercesine,
'Con-comuk' Ermanasça vermişti cevabını:
- Gözlerini kan bürümüş bülbüllerin, güller kan içer;
Aşk'ın körlüğüne düşen, ismini cefâdan seçer;
Bu dünyanın anlamını arayan bulur gönlünde,
Sevdâda mertebe gören, üste cânanından geçer...
Demiş ve gülerek devam etmişti:
- Bak evlat, daha yolun başında sayılırsın!
Bir seraptan uyanmak,
Gerçeğine kavuşmanın ilk şartıdır...
-O'na buradan,
Günbatımının akşam esmerliğiyle,
'Tanrı Dağları'nda menekşelenmiş buzulların
Erguvan ışıltılarını götür!
Bil ki, sevgi kâinatın ortak dili,
Cennet tarafımızın bengisu pınarıdır!
Dolgun başaklarca başın eğildiğinde,
Elalem ne der desin, sevdiğine kin tutma
Ve muhabbetin büyülü dudaklarını,
Sen, sen ol,
Asla yabana atma!
- Hâzan değer gül solar, baharda dirilesi,
Bülbülün çektiği gam özgeliğin çilesi;
Geçici heveslerle aşkına haram katma!
Bu sözü kalbine ver!
Sakın, sakın unutma!
Nereden, nereye....
Unutmadım ey Sevgili!
Dizelerime kelepçeler vurulanda
İçime bükülüşlerini
Ve bir aysar karanlığın çapsızlığına
Uçurum dökülüşlerini,
O billur esinlerin avgun köpüklerinde
Yalınkat serzenişlerden bağımsız ışımalarını,
Camlaşma sürecine 'Celali' çakıllarda
Başımı fır döndüren derkenar yansımalarını,
En güzel anılarımızı sürekli güncelleyen
Gönülden gönüle sezgi-dil söylemlerini,
Işık yılı mesâfelerden yürek patlatan
Kelebek kanadında sitemlerini,
Unutmadım.... unutamadım...
Evet,
Susma hakkını kullanarak,
Ağlama duvarlarında bıraktığın özlemlerimin,
Bir yarım elmeda çürüyen payını,
İnceliklerin kaybolduğu
Dar geçitlerde bile unutmadım.
Herkes gibi bir oyun kurgularken,
Açığa düştüğüm köşelerde
Ve derin gölgelerin can çekişen esrârında,
Lâlesini solduran umarsız gönlümün,
Boş çuval dik durur mu, sora, diye,
Papağan efektine bulanmış urganlarda
Şafağa çekilmesini de,
Unutmadım.... unutamadım....
Anlaşılmaz izbelerde pas tutan
Mutluluk kırıntılarını,
Birbirinin kanlısı vicdan tutulmalarıyla
Çalınmış yılların ara taksimlerine
Küllerimizi savuran
Ve bir çıkmazdan diğerine yalpalayan
Neslimin yanılgılarını,
Unutmadım..... unutamadım.....
Çala rüzgâr eliflenen şu karlarla birlikte,
Kendi başının derdine dönen,
İçlenişlerimi hoş gör!
Bağışla gözlerimin şeyda doluluğunu! ..
Nasıl unuturdum ey Sevgili,
En başta seni
Ve kalbime ektiğin binlerce yıldızın,
Esriten soluğunu! ...
Yusuf Bilge
(KARBEYAZ'A YOLCULUK - II)
Kayıt Tarihi : 25.7.2008 00:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!