Üzerinde boğazın, her boy tekneler, gemiler, eğlenceye el tutmuş, eğlenecek şehir yenileri.
Diyor ki: Oysa ben bir küçük kayığım her limana sığarım. Zorladıkça zorlanan kapılardan da girerim. Acaba böyle mi? Ya kapılar sana duvarsa, ya liman da yüksek tonajlı gemiler bağlı ise, belki de vize almamışsındır canım demezler mi adama. Deniz atarmış derler ya kendinden olmayanı, ne yazık hala ısrar edilir mi su üzerinde yürümeye.
Köprünün sürekli değişen ışıkları, değiştikçe renkleri, bir de salınışı nazlı bir kadın edasında. Sol şerit çok yavaş, herkes sağa geçiyor. Dörtlüleri yakmış, aracın başında bir adam kulağında cep telefonu bir şeyler konuşuyor. İster misin şimdi arkadan gelenlerden birisi yanında durup, kavrayıp atlasana ulan, neden trafiği kestin diye bağırır mı yoksa. Ya da başka bir adam cinnetin son saatlerinde gel kardeş yardımcı olayım derken hemen bir tutuş da adamı, korkuluklarına doğru sürüklerse… Düşerken altmış beşinci metresinde değmeden suya, geçmiş, geçilmiş anılar film gibi geçerse son saniyelerinde, düşteyim uyanırım beklentisine mi girer arabasının yanında kostak kostak cep telefonu muhabbetine kapılmış vatandaş.
Yağmurun sesi birazdan duyulacak. Gürledikçe gürlüyor mübarek. Nasıl da hasret kurumuş betonlar ıslanmaya. Gözyaşlarını toplasan bir göl, küçük büyük de fark etmeze, göl işte Gözyaşı Gölü. Gelen geçen baksa, baksa, ağlayanlar oraya akıtsa sellerini. Her damlanın adı yazılsa bir yerlere, acısı çıkmayan, acıtan kanırtan karartan yaşama, ağlansa yeniden. Gelene, gidene, yitene, hal bilene, bilmeyene, tüm değmez ve değenlere. Irmak gibi çağlasa, kuraklık olacak ya birkaç sonra… Kim bilir sudan sebeplere gözden çareler.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.