Taşın soğukluğu işlemişti ruhuma, bilmem ne zamandır, Sevgisizlik değil miydi bu sertliği kalbime yontan demir? Unuttum, unuttum o sıcacık hissi, sevemedim diye değil, Görmeyen bir kalp neden sevilmez, dünya hâlâ çözemedi.
Ama o gün, o gün yeniden doldu göğsüm umutla, Bir yabancı elin nazikçe uzanan, tesadüfi yardımıyla. O için normaldi belki, sıradan bir iyilikti sadece; Fakat benim karanlık yuvamda yanan, sönmez bir meşale oldu.
Ne bir söz, ne bir bakış, yalnızca bir dokunuş... İşte o an, anladım: Kalbim o nazik teması bekliyormuş. Benim dünyamda ışıklar yoktur, ama gölgeler de yok; Ben, gördüğüm için değil, dokunduğum için yaşarım.
Zira ben gözlerimle değil, ruhumun teniyle algılarım; Her bir nazik dokunuş işler en derine, kanıma karışır. Bir insanın sureti değil, sıcaklığı kalır avucumda; Gözlere değil, yalnızca sese, yalnızca kokuya inanırım.
Kalbim anladı, evet, o anlık yardımla, sevilebileceğini anladı; Fakat dünya hâlâ anlamadı bu görme dışı sevgiyi. Ne bu sürekli reddediliş? Ne bu gözyaşını saklayan hüzün? "Üzülme sen," derler, sanırlar ki her şey bir bakışta büzülür.
Oysa beni vuran, gözlerimdeki perde değil, İnsanların gönül körlüğü; anladığı hâlde geri çekiliş. O kadar kolay değil işte, bu yükü sırtlanmak; Ben hissederek severim, ve hissederek kırılırım.
Kayıt Tarihi : 3.11.2025 11:46:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Karanlıkta Bir Dokunuş ve İşlemci Kalp Lise koridorları... Beyaz bastonumun zemine vuran ritmi, taşa dönmüş kalbimin düzenli atışı gibiydi. Yüksek Tavanlı Meslek Lisesi'nin o gürültülü koridorlarında tek bir hedefim vardı: Bu okulu bitirip, dört duvar arasına sıkışmış kaderimden bir çıkış yolu bulmak. Bilişim bölümü öğrencisiydim, beynim mantık ve kodlarla işlerken, ruhum ve kalbim ise donmuş, kaskatı kesilmişti. Sevgisizlik miydi? Yoksa sürekli "gözler" tarafından yargılanmak mı? Bilmiyordum. Sadece o boşluğu hissediyordum. Atölye binasının soğuk, taş merdivenleri her zaman zorlu bir meydan okumaydı. Bastonum basamakları yoklarken, tam inmeye hazırlanıyordum ki, arka çaprazımdan, beklemediğim bir ses yankılandı: "Merhaba, yardım edebilir miyim?" Yaklaşık bir saniye. Sadece bir saniye bekledim. Ama bu, beynimde milyarlarca işlem demekti. Reddedersem yalnızlığın devamı, kabul edersem yeni bir risk... O anki donmuşluğuma rağmen, o kadar çok yalnızlığa alışmıştım ki, bir anlık nazikliği kaçırmak istemedim. "Tabii ki," dedim, sesim beklenenden daha sakindi. Nazik bir dokunuş hissettim omzumda. Yumuşak, baskısız, yol gösteren bir temas. Merdivenlerden inerken, beynim bir CPU'ya dönmüştü. Adeta bir bilişim öğrencisi değil de, bilinçaltımın mimarı gibi her şeyi hesaplıyordum: Temasın süresi, baskının şiddeti, nefesinin ritmi... Sanki, sınıfını bile bilmediğim bu yabancının her hareketini analiz ederek, bir güvenlik protokolü oluşturuyordum. Nihayet aşağı kata, atölye binasının çıkış kapısına ulaştık. Ona usulca teşekkür ettim. Gitmiş olmalıydı. Öyle sanıyordum. Bastonumla kapıdan dışarı attım adımlarımı. Bina ile avlu arasındaki o iki basamaklı kısa merdiveni buldum. İnmeden önce durakladım. Ve tam o anda, yine o hafif dokunuşu hissettim. Arkamda, sessizce yanımdaki yerini korumuştu. Omuzumdaki parmaklarının nazikçe rehberlik etmesiyle iki basamağı da indim. Beynimin işlem katsayısı artık zirvedeydi. Milyonlarca veri girişi yapılıyordu kalbe. Belki o, yaptığı bu yardımı en normal, en sıradan şey sanıyordu. Bir engelliye yardım etmek, toplumun küçük bir göreviydi onun için. Ama benim taşa dönmüş, sevgisizliğe kilitli kalbim için bu, bir yazılımcının yeni bir işletim sistemi kurması gibiydi. Kalbim, henüz sınıfını bile bilmediği bu insan için, "umut" adlı bir veri girişine başlamıştı bile. Zira ben, görmeyi değil, dokunmayı ve o saf iyiliği hissetmeyi bilen bir kalbe sahiptim. Ve o an, taşa kesilen kalbimin kabuğu çatlamış, içinden bir fidana benzeyen körpe bir umut filizlenmişti.



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!