Maviye,
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine.
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
..
Anlaşmak diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar
dolaşır
sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi
dolaştığım zamanlar
varlığımı koruyabilmek için
masaların altında ellerimi, ayaklarımı
..
Son ışık söneli nice zamandır;
Rüyalar! Yeniden önüme düşün!
Yardan ayrı geçen uzun yıllarda,
Hülyası bulunmaz bir anlık düşün.
Yayını kalbime Ayzıt asalı,
Başka bir eldenim katı yasalı.
..
I.
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
..
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu birgün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
..
-I-
Bir köşesinden tutulmuş gibi yarı gecede
kopuk bir damar gibi vuruyor,
yalnızlığın, denizsizliğin, taş çağının yarası.
Savruk bir uykunun sarmaş dolaş yaşamasıdır,
..
İnsanlık bir kermekeş içindedir
Yaşlı dünyamızın beş kıtasında
Nihayetsiz kederler ortasında
Şehirler ve köyler ateş içindedir
Arzın paramparça haritasında
O dünya kulların büyük dünyası
..
Ölüm, sizin eve sığınan kimsesiz bir çocuktu.
Sen ondan öğrendin kendine ne kadar uzakta olduğunu
Ölüm düşürdü seni ruhunun gurbetine
Ve büyük bir yalandan kurtardı.
Bu yüzde hiç aldanmadın
Hiç de mutlu olmadın...
Ölüm, ömrünün o yalan yarısını senden aldı.
..
Vurmus daglara daglara isigi
Belli olmus uzagi yitmisliginden
Düsünür bizi
Gece asagida
Üstlerden büyür samanyolu
Bir sevgiye benzer
..
Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında
Hiç kimselerin geçmediği sesi
Orda burda yaslı ısınlar. Ötede az
Bir korkuluk; olumun kırçıl çiçeği
Saklı bir seyircini resim kalışındaki leke
Her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.
..
Döner divaneler gece yastığında - -
Kilitli kapılar nerden geldin
Uzun uzun ungan koşarken ardında
Ben seni çok kısa görmüştüm.
Yüzüm zifir yastığında
Ay gözleri yakan alıcı ışık
..
Soğuk bir kış günü, karanfil almak için çiçekçi dükkânına girdim. Tatlı bir yaz hararetiyle ısıttırılan bi yerin havası, nibâti usarelerin hafif, sert ve yeşil buğulariyle dolu idi. İstediğim çiçeklerin destelenmesine kadar, bana gösterilen sandalyede oturdum. Mes`ut bir insanın hayâl evi gibi, iklim, mevsim, yer ve zaman dışında meyl ve hevesin arzu edebileceği her türlü renkte otlar, yapraklar ve çiçeklerle dolu olan bu âdeta sihirli dükkânda sessiz bir hayat ile nefes aldığı hissedilen karanlık yapraklı, bodur bir hurma ağacından başka hiç bir şeyle meşgul olmadım. Hayâlim, sanki âciz bir sinekti ve nebatî örümcek onu birden ağlarında avlamıştı. Hareketsiz duran haşin ağaca baktım ve düşündüm: Bir limonlukta hapsedildiği için, uzaklarda kalan diğer hemcinsleri gibi, öğle güneşlerinde sıcak toprağa gölge salamayan, yağmurlarda ıslanamayan, fırtınalarda sarsılmayan, semayı, yıldızları, ayı görmeye görmeye unutan şu ağaç, bulunduğu köşede acaba mes`ut muydu? En hakîr ottan, en muhteşem çınara kadar her nebatın muhtaç olduğu hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden mahrum olarak, bu ağacın soba harareti ve insan nefesiyle yaşamaktan mes`ut olabileceğine hükmetmek için kendimce makul bir sebep bulamadım.
Nebatların zekâsı hakkında büyük Maeterlinck`in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra, bir ağacı mes`ut veya muztarip tasavvur etmekte hiç bir garabet kalmıyor. Varlıkların sükûtuna aldanmamalı! Muztaripler yalnız ‘‘muztaribim’’ diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıya hayat katan kudret, insandan başka hiç bir mahlûka acının sırrını açıklamak imkânı vermemiştir. Her mahlûk, hayatın kanlı yollarında, boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır ‘‘sükût’’ zincirini sürükleyip yürüyor. Hiç bir beygir, hiç bir arı, hiç bir sinek, başının ağrıdığını veya midesinin bulandığını bize söyleyememiştir. Fakat bu cinsten bir ıztırabın gözü, başı, ağzı olan bir mahlûka yabancı olabileceğini sanmak ne merhametsizliktir. Rüzgârlı, karanlık gecede, bahçenin ağaçları, vahşi gürültülerle hışırdıyor; bu ağaçların niceleri kırılan bir dalın yarasiyle kanıyor, niceleri gizli bir böceğin zehiriyle için için ölüyor, niceleri can çekişmekte, niceleri anlaşılmaz acıların kıskacına yakalanmış, kıvranmaktadır. Fakat bunu hiç kimse bilmiyor, çünkü rüzgârlı, karanlık gecede hepsi aynı gürültü ile sallanıp hışırdıyor. Çöllerin serbest bir ağacı iken, ırsîbir terbiye ile, yavaş yavaş ateş kenarında yaşamaya mahkûm uyuşuk bir kedi zilletine indirilmiş, bu şimdi çiçeksiz, meyvesiz, aşksız ağacın her dokusu, duyulmak için ağız ve sesten başka bir şey istemeyen bin karanlık feryat ile dolu olduğunu pek muhtemel gördüm.
Dar saksıya gömülen kısa kütükten çelik süngüler gibi fışkıran yapraklar, korkunç bir ıztırap ile gerilmiş büyük bir elin bana doğru uzanan sert parmakları gibi göründü ve demir kafes arkasında yatan hasta arslanın sıtmalı, büyük, sarı gözlerini andıran nebatî gözlerle, mahbus ağacın bana bakmakta olduğunu, tüylerim ürpererek düşündüm.
Gurebâhâne-i Laklakan
..
Eskiden ne vakit baksam işıldayan
O dünya ne oldu, nedir bu karanlık?
Bir kara kedi mi aramızda zaman?
Yalnızım; havuzu doldurdu karanlık.
..
İşte karanlik büyümüstür,
Dag daha dag
Su daha su
Yildiz daha yildiz olmustur ötelerde.
İşte karanlik büyümüstür,
Ellerin
Ayaklarin
..
Karanlık
Bulutlar sarmış etrafımızı,
Gözümüz görmez
Sesimiz duyulmaz olmuş;
Ellerimiz boşlukta kalmış
Seçemiyor, tutamıyor eşyayı.
..
-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgileyen karanlık dönemleri.
(sacide üçer)
..
Yolculuğa... O uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bu gün de.. Heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime...
Ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri 'suçlu zevklerin' çürümüşlüğü vardı...
Yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... Yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. Hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... Şimdi birlikteyken bana 'umutsuz bir hasta' gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki...
Ne tuhaf, onlarla birlikteyken biraz önce beni önce mahkum edip, ardından balçıktan karanlık bir göle attıklarını hissediyorum, ama böyle yapmaları sanki çok doğalmış gibi bunu onlara ya söyleyemiyorum. Neden ben çekip gitmiyorum yanlarından? Neden ihtiyaç duyuyorum onlara? Beni tekrar yok etmelerine neden katlanıyorum? Kurban olmaya alışkanlık mı bu? Yoksa onların benim celladım olduklarına mı inanmak istemiyorum bir türlü? Ya benim kaç kurbanım var? Yoksa şöyle ya da böyle ben de onlardan biri miyim?
Ben bu sorularla boğuşadurayım, onlarsa beni balçıktan, ıssız, karanlık bir göle atmış ve oradan gelmiş, ama yaptıkları bu infazı sanki biraz fazla ağır bulmuşlar gibi yüzüme bu hayata özgü çürümüş bir acıma duygusuyla bakıyorlar. Ben yanlarında yokken, karanlık bir gölde infaz edilme kararımı verirken bildikleri her şeyi, hayallerimi, yorumlama yeteneklerini koşuşturmuş, iç dünyalarının derinliklerine dalmış, şimdiyse yorgun ve yüzeye çıkmış gibi bir halleri var.
Bana ölümümü unutturmak için basit, günlük, sıradan şeylerden bahsediyorlar. Güldürmeye ve eğlendirmeye uğraşıyorlar akılları sıra. İçlerinde gururumu okşayan, bana umut vermeye çalışanlar bile var. Daha biraz önce karanlık ve ıssız bir göle attıkları birine umut vermek bu hayata özgü bir şey olsa gerek...
Bütün bu olup bitenleri bildiğimi hissettikleri halde davranışları hiç değişmiyor. Korkuyorum onlardan. Garip bir ürküntü veriyorlar bana. Söyledim ya, yine de ayrılmıyorum yanlarından. Garip, hastalıklı bir duygu yanlarında tutuyor beni. Belki de aralarından biri bu korku ve ölüm oyununu bir yerden bozar diye bekliyorum. Belki de herkes o kişiyi bekliyor sanıyorum... Ama sonra bu bekleyişimin balçıktan bir göle atılmama sebep olan yanılgılarımdan biri olduğunu anlıyorum. Çünkü artık biliyorum ki, bu oyunu hatırlatacak, yani bozacak kişiler gülüp oynuyor...
..
Yıllar var ben hangi kapıyı çalsam
Yalnızlık, yalnızlık, sonu yalnızlık
Ne zaman nerede birini sevsem
Ayrılık, ayrılık, sonu ayrılık
En güzel yıllarım geçti hasretle
Bir tebessüm bile geldi zahmetle
..
SOKAK
Gecenin ağırlığı sokaklar üzerine gelip oturmuştu.Tek tük parlayan yıldızlar, sokakların çakılı bekçileri olan kaldırım taşlarının renklerini çözemiyorlardı.İkindi zamanı bulutların gözyaşlarıyla bütün caddeler ıslanmış, yer yer su birikintileri gecenin karanlığına dek bu yollarda saklanmışlar ve üzerlerinde misafir ettiği yolcu ayaklara bin türlü eziyetler çektiriyordu. Soğuk bir hava,gecenin yalnız yüzü,hızlı ve telaşlı karanlık adımlar bu sokaklarda cirit atıyordu… Bu kaldırımı ve sokakları arşınlayan adımlardan birisi de Yüzünde yılların yorgunluğu belli olan bu adamdı.Orta boylu,buğday tenli,kahve gözlü ve bakışları bir tebessüm içerse de gözbebeklerinden bir gizemin fısıltısı ve hüznün yansıması yüreklere gelip yerleşirdi.Çok şey yaşamış,çok şey görmüştü. Ruhu ve yüreği genç olmasına rağmen yaşı kırk olmuştu.Yalnızlık onun bir benzeriydi.Kim olduğunu bilerek yürüyen ve hep hesaplaşma muhasebesi içerisindeki bu adam,on beş –yirmi metre uzakta kalan ve ancak köşe başına varınca görebileceği çıkmaz sokağın iç taraflarından gelen avazlara dikkatini çekti.Siyah saçlı,etine dolgun ve gecelere meydan okurcasına kendinden emin bir kadın sağ sola küfürler savurarak bağırıyor, karşısında ve sağ solunda bulunan siyah giyimli birkaç adamla dalaşıyordu.Karanlık sokağın, karanlık yüzleriydi.Yalnızlığını peşinde gölge gibi sürükleyen bu adam,”dünyanın bilmem neresinde,bilmem hangi sokağında böyle gizli yüzler hep kol gezer” diye mırıldanmaktan kendini alamadı.Tek tük parlayan yıldızlar bu sokağa gelince saklanmışlardı.Gökte bir yıldız arıyordu.Bilmediği buydu.buraların semalarında yıldız olmazdı.Buralar hep karanlık hep karanlıktı.Çocukluğundan beri hep hayallar kurardı; hep yıldızlar altında yürür,ışık demetlerini savururdu göklere.alnı açık adamlar selam verirdi.Şimdi hayallerinden yoksun,dipsiz kör kuyuda kalmış gibi gerçeğin tam üzerinde yürüyordu.Bu sokak, benim kaderim olamaz; Bu sokak, bütün iğretilerini bende var edemez,düşünceleri gelip yerleşmişti ki; bu yalnız adamın, birden ayak uçlarına düşen ve renklerin bütününü kağıda bezemiş çirkinliğin resmine gözü ilişti.Bu sokak kirletmemeliydi,incitmemeliydi.Kadir-kıymet bilmezdi bu sokak…Eğildi ve ıslanmak üzere olan bu resmi avuçlarına aldı.Avuçlarında yer yoktu.Yoktu sanıyordu.Yüreğini avuçlarına alır gezerdi.Bir tılsım mıdır? Bir çocukluk hayali midir? Resim kendiliğinden yapışıverdi ellerine.Başını kaldırdı.Sokağın göz görmez ışıksız yamaçlarında bir ay parçası gibi resmin sahibi ışık huzmeleri gibi gözbebeğini iniyordu.Kağıda bütün renkler döşenmiş ve tabiat ananın bütün çiçekleri bezenmişti.Çirkinlik kendini hemen gösteriyor,resimle birlikte Çirkin Ayça ve portakal çiçekleri yalnız adamın avuçlarını yakıyordu…
“Yalnızlık kuvvettir” derdi.Yalnız olduğu zamanlar hep güvendeydi.bu sokak onun yalnızlığını yansıtırdı.Şimdi nerden çıkmıştı bu Ayça…Ay’dan güzel olan her şeye Ayça derdi.Tılsımı bozulmasın diye güzelliğin adını da Çirkin koymuştu.O anda, damarlarına taze kan yürümüştü.Tanrı gökten indirmişti bu karanlık sokağın,karanlık yüzüne bu çirkinliği.Yalnız adamın,bir kez daha burkuldu yüreği.Gönlünün bir yerinde saklanmış vuslat türküleri depreşmişti.Çirkinliğin şavkı gözlerini almış,kaybettiği dünyalarında bir filiz gibi yeniden doğmuştu umutları…Karanlık gözlerin karanlık sokağı birden silinip yok oluyor,artık ona beyazları çizmenin zamanı geldiğini söylüyordu.Yüreğinde yanan ateş onu ısıtmaya başlamış,bu karanlık sokağa artık ışık oluyordu.
-Sana gelirim.Adını yazdım çirkinim.Bu sokakta sana gelirim.Bütün karanlığı avucumda hapseder sana gelirim.Bir bulut akıyor yüreğimden artık korkmam karanlıktan,ölümden,bu seslenişlerle sana gelirim.Sokakta bütünüyle ışıklar yanıyordu artık.Karanlık sokakların karanlık yüzleri,çoktan göç mevsimine katılıp başka başka karanlıklara gitmişlerdi.Bu sokakta,çirkinliğin lambaları yanıyordu.Çirkinlik yağıyor,çirkinlik doğuyordu.
..
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğukVe gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
..