İki karanlık güvercin gördüm
defne dalları arasında
Biri güneşti,
öteki ay
'Komşucuklarım' dedim onlara
'Mezarım nerde benim? '
Güneş 'kuyruğumda' dedi
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Suyun Ayak Sesi...
Teşekkürler. Yorumunuz gayet uygun bir zamanda geldi. İki farklı çeviriyi bir arada görmek suretiyle yabancı şiirlerde çevirmenin önemini neden ısrarla vurguladığımızı anlayacaklarını umuyorum. Gerçekten, yabancı şiirde çevirmen şairden daha az önemli değildir. Ben bir hastaya gözlük yazar, üstelik muayenemi son derece dikkatlice yaparak yazabilirim. Gözlükçü reçetemi aynı ustalıkla çerçeveye uygulamaz veya uygulayamazsa ne olur?
Tekrar teşekkürler.
Ve başöğretmenim. Biz hekimler tıbbın itibarını ne hale getirdi (daha doğrusu nasıl ayaklar altına düşürdü) isek, hukuka aynı şeyi hakimler, şiire aynı şeyi şairler, yine ne yazık ki, eğitime aynı şeyi öğretmenler yaptılar. İç muhasebenizi yapıp camianızı yükseltmedikçe sizleri kimse olmanız gereken yere koymayacak. Saygıyla...
Antoloji de bana taktı...
Ne yazsam, altına 'Bu mesajımı sil' yazıyor...
Silmiyorum işte :))))
Ve kendisinin kızıl kanında kıvrandı
Ve kutsal toprağına düştü
Kendi toprağına
Granada toprağına.
Antonio Machadov (Grana'da cinayet)
Çeviri: bd
19. Ağustos 1936 gecesinde idam edilirken kendi topraklarında, celladına son söylediği şuymuş: Bu akşam ay ne durumda ?! Dolunay’da ölmeyi sevmem, çünkü şiirlerimde ay’dan çok bahsettim, bu yüzden en iyi dostumun sanki bana ihanet ediyormuş hissine kapılmak istemem....
( çıkacak olan bir çeviri kitabımdan) ’’ Celladı Lorca’yı anlatıyor’’ diye..
bd
’’Karanlık Güvercinler Kasidesi’’
Defne ağacının dallarında
İki karanlık güvercin gördüm
Biri güneşti
Ötekisi ay.
’’ Benim küçücük komşularım! (onlara öyle demiştim)
Benim mezarım nerede olacak.?
’’-Benim eteğimin sırasında ’’ öyle demişti güneş’’
’’-Benim boynumun arasında ’’ öyle demişti ay.
Ve ben ki yeri
Omzumda taşırken yürüyen
İki kartal gördüm hepsi kardan
Ve bir kız baştan aşağı üryan
Ki biri ötekisiydi
Ve kız hiçbiri değildi.
’’Küçük kartallar’’ (onlara öyle demiştim)
Benim mezarım nerede olacak.?’’
’’-Benim eteğimin sırasında’’ öyle demişti güneş
’’-Benim boynumun arasında ’’ öyle demişti ay
Defne ağacın dallarında
İki çıplak güvercin gördüm
Biri ötekisiydi onların
Ve her ikisi hiçbiri değildi.
F. G. LORCA
çeviri : bd
24 kasım öğretmenler günüydü.Gönül isterdi ki öğretmenlerle ilgili bir şiir konulsun. Fakat ne dün ne de bugün öğretmenlerle ilgili bir şiir konulmadı. Üzgünüm.Sevgili öğretmenlere saygılar sunuyorum.
Eh... Bu yanılgıya sadece onun düşmediğini bilmek istersin belki Arap Naci kardeş:
Başbuğlar da Ölür
'Yandı yürekler yandı
Yağan kar ile sönmez
Bozkurtlar bir ağızdan
Diyor başbuğlar ölmez'
Ölür elbet başbuğlar da
Nasıl ölüyorsa Rabb'in peygamberleri
Lâkin ikiye ayrılır bence insanlar
Biri ölmeyi bilen,
Diğeri,
Diğerleri...
Yani inanılmazdı. Out oldum abi ya. Dehşet bişi.
Okurken yağlıboya bir tablo gördüm. Kristalleşmiş dalların oluşturduğu güneş ve aydan soğuk kartal siluetleri tablonun üst iki köşesine uzanan kanatları altında bulutvari fırça darbeleriyle oluşturdukları çıplak kızın dış hatlarını çiziyorlardı. Fakat kız onlar değildi. Çünkü onlar kendileri için değil, kız için tablodaydılar. Gözler onları gördüğü için görüyordu yine de kızı, ve onlar olmayan kız böylece aslında şairin kendisi veya onu kendisi yapan düş oluyordu. Böylece tabloda aslında her şey olan kız hiçbir şey olmuş da oluyor, şairse hem kız, hem de ona vücut veren birbirleri olan diğer şeyler oluyordu. Ama hüzünlüydü tablo. Çünkü sadece beyaz kullanılmıştı ilk mısradaki karanlık kadar yoğun bir biçimde. Ve zıddı olmayan şey vücut bulamayacağından beyazda olmayan siyahın imkansız kıldığı beyaz bir ütopya vardı karşımızda...
Şimdi...
Orada bayağı meşhur bir şair var.
Vallahi adam ne demeye çalışmış bilmiyorum.
Ben yukarıda yazdıklarımda sonuna kadar samimiydim. Okurken gerçekten canlandı bunlar hayalimde.
Ama dostlar,
Şair mi başardı bunu,
Çevirmen mi,
Ben mi?
Şair kendini biliyor, ben kendimi.
Sadece çeviren bilmiyor
Bilmiyorsa eğer biri kendini
Yazık değil mi
Yazsanız ölür müsünüz bir köşeye
Onun da ismini?
Selçuk Bekar
mükenmel bir anlatım...okurken..şiirin içinde hapsoldum......bir bilmece gibi....şifreli....fevkalade.....tebrikler
yarının Lorca'sı hep:)
Lorca da böyle bi adam. =)
Bu şiir ile ilgili 38 tane yorum bulunmakta