''İstanbul Zeytinburnu'nda Bilgi Evleri'nde üretilen robot şınav, mekik çekiyor, takla atıyor, futbol oynuyor. Türkçe konuşup, dans eden robot oynadığı zeybek ile görenleri şaşırtıyor.'' BASINDAN
Bize, hem de Ege Yöresine has bir oyun zeybek tabi ki... Ya da şöyle söylemem lazım. Bize, ege yöresine has bir oyundu, şimdilerde robotlarda oynuyor demeli belki de... Müzik eşliğinde gayet de güzel zeybek oynuyor robotumuz. O değil de şimdi bir de bunların seri üretimini yapıp da hepsine birden toplu zeybek oynatırlar ise robotlardan kurulu bir folklor ekibimiz olur. İnsan çalar robot oynar da diyebiliriz. İtiraz eder mi robotlar yoksa çalgıcılarda robot olmazsa vallahi de billahi de oynamayız diye...
Eski bir folklorcu olarak pek de hoşuma gitmedi doğrusunu isterseniz bu durum. Yarın bir gün sade zeybek değil, başka başka yöreleri de oynamaya kalkarsa bu robotlar o zaman ne yapacağız? Yandığımızın resmidir. Hayır bir de robotlar arası folklor yarışması düzenlenirse o zaman hepten moralim bozulur. Bizim gençlerimiz soğurlar vallahi diğer bir adı da halk bilim olan folklorumuz dan. Ya arkadaşlar hiç işiniz gücünüz yok mu da robotlara zeybek öğretiyorsunuz?
..
Ah yarim ah Karadeniz'im
kâh uslu kâh sevecen kâh deli
ah gönlümün ferahlığı güzel memleketim...
Kim mahvetti senin kıyılarını böyle
kendi elleri ile
kendini ateşe atan ey insanoğlu
elini vicdanına koy da söyle...
Ne anlatacağız çocuklarımıza ve torunlarımıza
..
Bizim gençliğimizde seksenli yıllara denk geldi. O zamanlar nerede İnternet, nerede bilgisayar; ama yine de sosyal faaliyetlerden pek geri kalmazdık. Kimimiz halkoyunlarına giderdi, kimimiz bilardo ve masa tenisi salonlarına, kimimizde karate ve tekvando adı ile bilinen sporları yapardık. Bendeniz Hikmet cennet kuşu da üçüncü sırada saydıklarımdan biri olan tekvando sporuna o meşhur Bruce Lee denen adamın filmlerini seyrede seyrede başladım, bir başladım pir başladım. Kiremitler ve mermerler karşımda tir tir titriyorlardı...
Haftanın üç günü bir salonda arkadaşlar ile hoca nezaretinde ha babam de babam tekvando yapıyoruz. Ter sırtımızdan değil de başka bir yerimizden çıkıyor adeta. Bazen yoğunlaşmak için ha hu hiya diye de sesler çıkartıyoruz. Baştan çok garibime gitse de bu sesler, sonradan arkadaşlarım gibi ben de alıştım. Hızımı alamıyorum bazen antrenman bitiminde sokakta yürürken de hu ha hayt diyorum, millet de bana dönüp pis pis bakıyor ''Deli mi ne bu adam? '' diyorlar. Hiç birine aldırmıyorum. Tekvando aşkı, Bruce Lee amcanın aşkı tavan yapmış durumda ben de, kimse hiç bir kuvvet o aşkı yerlere indiremez...
Hafta sonları salona gide gele bir şeylerde kapıyoruz hocamızdan. Üç ayda bir kuşak imtihanı varmış, biz daha beyaz kuşaktayız, daha ileride bunun sarısı, yeşili, mavisi, kırmızısı, siyahı var. Günler gelip geçtikten sonra kuşak imtihanı geldi çattı. İçimizde bir kıpırtı bir heyecan sormayın gitsin. O çocuk aklımızla yüreğimiz pır pır ediyor hocalarımızın karşısında. Görenlerde sanır ki kuşak imtihanına değil de üniversite sınavına giriyoruz.
Kuşak imtihanına girdik çıktık ve alnımızın akı ile sarı kuşağı kaptık en babasından. O zamanlar daha bekârım. Gücüm kuvvetimde yerinde, yan bakan filan olursa dersini veririm diye düşünürken hop iki üç tane çakal çıktı önüme. Aklı sıra alay edecekler benim ile. Yer miyim ben? Sardılar etrafımı giriştiler bana. Haliyle benim elimde armut toplamıyor, ben de ya bismillah deyip paça kasnak daldım üçünün arasına ''Eee dedim Hikmet öğrendiklerini uygulama zamanı şimdi hakkını ver oğlum yaptığın sporun.'' Her ne kadar sarı kuşakta öğrendiklerim üçünü birden haklamaya yetmedi ise de yine de epey hasar verdirdim haytalara, bizim de az buçuk şakülümüz kaydı desem yeridir. Arkadaşlar sağ olsunlar araba ile beni en yakın hastaneye atıverdiler. İyi ki de atıvermişler, biricik aşkım Gülcan hemşire ile orada o hasta yatağında yara bere içinde iken tanışmak nasip oldu, daha sonrasında evlenmek de kısmetmiş...
Sonrasında bir yaz günü mahallede arkadaşlar ile oturuyoruz. Baktım bizim İsmet iki elini başının arasına almış kara kara düşünüyor ''Ne oldu aslanım ne bu halin Karadeniz de gemilerin mi battı ''dedim. Evlerini müteahhide vermişler, yıkıp yeniden yapacaklarmış ama yıkım için dozer kepçe filan gerekiyormuş, onlarda çok para istiyorlarmış. Dur hele dedim içimden. O sıralarda arkadaşlar ile kırmızı kuşağa kadar gelmişiz hani en mermerlisinden kiremitlisinden. Döndüm İsmet'e ''Aslanım biz senin babanın ananın hayrına bu evi yıkarız tekvandocu arkadaşlar ile hiç merak etme sen birader.'' döndü bana ''Sahi mi diyorsun ağabey'' başımı hararet ile sallayıp omzuna hafifçe dokundum ''Tabi oğlum tabi sen merak etme biz ne mermerler ne kalaslar kırdık alışığız zaten.'' Oradan sevinçle bir gidişi bize bir dualar edişi var ki İsmet kardeşin sormayın gitsin...
..
Ne de güzeldir sabahın aydınlığı, sabah güneşinin ışıklarını dünyamızın üzerine salması... Ah o güneş, ah o aydınlık, hem dünyamızı, hem ruhumuzu, hem de bedenimizi ısıtır... Aydınlık bir gün, pırıl pırıl gökte parlayan sevimli bir güneş, moral de oluyor insana sabah sabah. Hele bir de kalkıp kıldı iseniz sabah namazını, değmesinler keyfinize... Hafif de camları açıp odanıza, yüreğinize baharın ve yazın güzellikleri doldu mu, daha ne ister insan?
Bir coğrafyada doğarken güneş, başka değişik bir coğrafyada da batıyor haliyle, dünya güneş etrafında döndüğünden. Her doğan güneş, her yeni gün, yeni bir güzellik, yeni bir umut olsun hepimize... Belki bu gün kimse bir töre cinayetine kurban gitmez. Belki bu gün hiç kimse trafikte birbirine küfür etmez, gözlerini karartmaz... Belki bu gün bomba, silah üreten fabrikaların patronlarının ruhunda derin yaralar açılmıştır, çocukların, kadınların televizyonlarda parçalanmış cesetlerini görünce...
Öyle dört dörtlük yerleşmiştir ki güneş gök yüzüne, tam da olması gereken yerde durur. Hatta bilim adamları güneşin dünyaya bir milim yakınlaşması veya bir milim uzaklaşmasının dünya da büyük bir felakete yol açacağını bile iddia etmektedirler...
Bir dağ köyünde ya da bir orman da o güzelim güneşin doğuşunu seyretmeye insan doyamayacaktır hiç bir zaman. Günümüzde güneş enerjisinden bir çok alanda yararlanılmak ile birlikte, bunun daha da yaygınlaşması ve insanlığın hizmetine sunulması, dünya insanlarının mutluluğu ve refahı açısından çok önemlidir... Güneş, petrol gibi, diğer katı yakıtlar gibi sınırlı bir enerji kaynağı değil, bilakis yenilenebilir bir enerji kaynağıdır. Bunu hiç bir zaman akıldan çıkartmamak lazım... Nasıl beklemesin insanlar o gökte ki kızıllığı, o gökte ki güzelliği hem de coşkuyla?
..
Ben işçi, ben köylü, ben memur, ben esnaf, ben ev kadını, ben öğrenci... Biz tutuyoruz bu ülkeyi ayakta biz. İşçiyim üretiyorum, alın terimdir ürünlere kattığım. Geçinmekte zorlansam da her şeye rağmen baş kaldırmıyorum, asilik yapmıyorum kimselere. Yüreğimde iman, dolu dolu vatan sevgisi ve çalışkanlık. Çorba da benim de tuzum olsun diyerek harı harıl emek harcıyorum. Kimi zaman araba üretiyorum, kimi zaman mobilya, kimi petrol çıkarırken görürsünüz beni, kimi inşaatların çatılarında ölüme meydan okurum. Yitip giderim kimi zaman da iş kazası der geçer giderler, yine de gıkı çıkmaz geride bıraktıklarımın. Evvel Allah kadere teslimiyetimiz tamdır.
Bazı bazı karnını yararım toprağın, kazma ile kürek ile kimi traktörlerin üstünde. İyi bakarsam toprak bire on, bire yirmi verir, bakmadım mı beni yere serer devirir. Biliriz ki her şey Allah'ın dilemesi ile oluyor. Rızkı veren de odur, alan da, bundan gayrisi bizlere yalandır. Ben üretmesem nice olur haliniz. Nasıl ekmek yersiniz, nasıl soğana yumruk vurup cücüğünü bir lokmada yutarsınız, ayran içersiniz, ekmeklere bal reçel sürersiniz? Ben üretmesem, aç kalır bebeleriniz, süt bile içemezler. Gözleri görmez, kulakları duymaz olur. Hava yerine zehir solurlar.
Ben tutuyorum bu ülkeyi ayakta, Trafik Polisi olarak, ben. Kaç kere rüşvet teklif etti şoförler, hem de kaç kere, hepsini elimin tersi ile geri çevirdim. Çorba parası da nedir? Biz kendi çorbamızı alnımızın teri ile kazandığımız zaman içeriz hanımımızın, kızımızın elinden dedik, defalarca, anlamadılar tehditler savurdular, doğuya süreriz seni diye. Olsun, ne fark eder orası da vatan dedik, ama kursağımızdan haram lokma geçirmedik, bundan sonra da geçirmeyeceğiz. Bir banka da güvenlik görevlisi oluruz ya da vergi dairesinde memurluk yapışır sıfatımıza. Gümrüklerde bazı bazı kontrol memuruyuzdur. Zırnık koklatamazlar rüşvet ya da hediye adı altında, vazife kutsal, görev namustur, bizler onun için yaşarız. Şimdiye kadar gelen teklifleri geri çevirmemiş olsak, bulunduğumuz şehrin en zenginleri bile olurduk ki aslında şimdilerde çok daha zenginiz ''Paradan başka harcayacak hiç bir şeyi olmayanların aslında çok fakir ve de hakir insanlar olduklarını biliyoruz az çok.'' Yarın bir gün ahiret yolculuğuna çıkınca, cenazemizde, Hoca sorduğu zaman ''Merhumu nasıl bilirdiniz? '' diye, herkes gönülden ve içinden gelerek ''İyi bilirdik.'' desin, arkamızdan kötü konuşmasınlar. Sadece bunun için yoruyoruz kendimizi...
Ben üniversite öğrencisiyim, bilgi ile dolmak, ilim irfan sahibi olmak için yanıp yanıp tutuşuyorum. Kimi zaman okullarımızda öğrenci olayları olsa da hiç birine dönüp bakmışlığımız yok Allah'a şükür. Sadece devletimizin bize bahşettiği bu okul da bir meslek sahibi olma ve ülkemize hizmet etmek için çok çalışmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Ben eğitimli olduğum zaman inanıyorum ki insanlara daha faydalı olacağım, ülkemin ileriye çağdaş uygarlığa ulaşmasında banim de katkım olacak ama az, ama çok. Okulu bitirene kadar baba parası yesem de yine de onların hakkını zor öderim. Bilim yuvası olarak kalsın her zaman üniversiteler yoksa bir takım yasa dışı örgütlerin uygulama alanı değil. Ben tutuyorum bu ülkeyi ayakta genç olarak, hiç bir yasa dışı oluşuma prim vermeyerek, onların herhangi bir eylemine katılmayarak.
..