20.Yüzyılın başlarıydı. Bir zamanların, tüm evreni korkutan ihtişamına sahip, kocaman bir yıldız olan “ Osmanlı Devleti ” artık geride bir karadelik bırakıp, yok olmaya hazırlanıyordu.
Anadolu; aç kimliğini kavrayamamış, bitap bir haldeydi. Kim derdi ki; günün birinde su almaya başlamış son kürek çekişlerinde fayda edemeyeceği bir gemi olur bu topraklar diye. Kimse demese de o günler gelmişti.
Toprakla beslenen medeniyet müptelaları nereyi yesek diye üşüşmüşlerdi, o dünyaya kafa tutan topraklara.
Yazık olmuştu; nice padişahların çırpınışlarına, Fatih’in mi dersiniz, Kanuni’nin mi Yavuz’un mu? hangisinin emeği zayi olmamıştı ki? Hicaz çoktan gitmişti, Suriye, Trablusgarp, Yemen ve daha niceleri.
Biri dur demeliydi karadeliğe sürüklenen bu yıldıza. Öyle de oldu. Gözleri denizden deniz, saçları güneşten güneş, bakışları koca bir dağa eş Mustafa Kemal!
İstanbul’dan bindi; Su almaya başlaşan bu geminin filikalarından birine. Hedefi belliydi. Su alan çatlağı kapatacaktı istiklal aslanlarıyla. Bir Mayıs sabahı ayak bastı Samsun’a. Aslanlarıyla korkuttu hep toprakla beslenen medeniyet müptelalarını, birbir gönderdi gerisin geriye.
Ama bunlar yetmezdi karadeliğe sürüklenmeyi engellemeye. O da öyle düşündü zaten ve ilk iş yeni bir nefesti.
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız