Çocukluğumda yaşadığım en güzel günlerden biri kaplıcaya gittiğimiz günlerdi. Köyden kalkıp önce Mudurnu’ya, oradan da kaplıcaya gitmek, o zamanlar oldukça külfetliydi. Köyümüzde bir tane bile motorlu taşıt yoktu. Yolculuklar at arabasıyla yapılırdı. Köye çok ender olarak bir motorlu taşıt geldiğinde, çocuklar arabanın arkasından koşarlardı. Allah Allah! Nerden çıkmıştı bu araba? Gelen kimdi? Gelen taşıtlar da jiplerdi. Bazen de pikaplar. Köye gelen araba, herkesin dikkatini çekerdi. İnsanlar pencerelere koşar, gelen arabaya bakarlardı.
Babam jiple köye geldiğinde, çok gururlanırdım. Onun bindiği jipin plakasını bilir, kornasını tanırdım. Herkesin babası jipe binemiyordu. Ama benim babam biniyordu. Panayıra bile bizi jiple götürmüştü. Bu yolculuğun bitmesini hiç istememiştim. Bizim yürüyerek birbuçuk saatte aldığımız yolu, jip yirmi dakikada alıveriyordu. Köyün toprak yolunda ilerlerken, arkasında bir toz bulutu bırakıyordu. N’olur biraz yavaş gitseydi de, daha uzun süre jipe binebilseydim. Şöförü izlerdim devamlı. Ayaklarıyla bir şeylere basıyor, eliyle bir şeyi ileri geri ittirip duruyordu. Bir de direksiyonu çeviriyordu, o kadar. Ne kolaydı. Bunu ben bile yapabilirdim. Şöför olmak ne güzeldi. Acaba kızlardan şöför olur muydu? Eğer olursa, büyüyünce yoksa ben şöför mü olsaydım? Doktor olmaktan vaz mı geçseydim? Herkes at arabasına binerken, ben jipe binerdim o zaman. Arkadaşlarımı bindirmeyi de unutmazdım.
O taşıt kıtlığında jipe binmek, kesinlikle bir ayrıcalıktı. Böylesine motorlu taşıt kıtlığı vardı. İşte o nedenle biz kaplıcaya at arabasıyla giderdik. Senede iki-üç kez ancak gidebildiğimiz kaplıcayı çok severdik. Kadınlar börekler, çörekler, sarmalar,dolmalar, piyazlar (patates salataları) hazırlarlardı. Annelerimiz kaplıcada yiyeceğimiz yumurtaları pişirirken, kabuklarını boyarlardı. Sanırım bunu soğan kabuğu yardımıyla yaparlardı.
Hepimiz doluşurduk at arabasına, kaplıcanın yolunu tutardık. Araba Mudurnu’ya girince, kaldırımlar üzerinde, atların ayaklarından çıkan ses, hoşumuza giderdi. Kendine özgü bir melodisi vardı.Şıkışık şıkşıkı şıkışık..... Sanki bir halk türküsü söyler gibiydi. Düzgün yolda atlar hızlanır, bizi sanki uçururlardı. Uçan kuşlarla yarış eder gibiydik...
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Anılarınız okumayı çok seviyorum... Bazen hüzünlendiriyor, bazen gülümsetiyor ama, hep alınacak dersler buluyorum...
Sevgi ve saygı ile
Çok güzel anlatmışsınız...Gerçekten de çocukluk özleniyor...Yüreğinize sağlık...Sevgiler...Barış Pınar...
Çok benzer şeyleri ben de yaşadım.Küçük bir ayrıntı daha vardı bende.Ilıca'nın soyunup giyindiğimiz yerinde sakladığım bir şortum vardı,onu giyer girerdim.Islak dönmemek için eve.
Korku dağları yener demişler :))
Çok hoş hocam Ferit Teksoy
İnsanı baştan çıkarıyorsun Kamuran!...Yazını okudum ve ben de bir daüssıla şiiri yazdım. Az sonra ekliyorum...'Çınarlı Sokağı'ndan sevgi ve teşekkürlerimle:)))
Ahhh ben de ben de...
7 yaşında olabilseydim keşke...
Sevgiler..
:( bende...
sevgilerimle..
Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta