Kapı Neyle Açılır Şiiri - Mahmut Nazik

Mahmut Nazik
3919

ŞİİR


55

TAKİPÇİ

Kapı Neyle Açılır

1940- 50- 60 lı yıllarda bir öğretmen maaşıyla 25- 30 cumhuriyet altını alırken, öğretmenin protokoldeki yeri ikinci sıradayken, maaş inmiş iki buçuk altına, protokoldeki yerini indirmişler kaçıncı sıraya.. Galiba birileri bizimle dalga geçiyor olacakkiHangi tv yi açsan öğretmene olan saygılardan önemi ve ne kadar sevdiklerinden bahsediliyor.,Hoş görünüze sığınarak Bu öğretmenler gününde ben de size bir anımı anlatmak istiyorum

dürüst, namuslu, vatan ve insan sevgisiyle; bilginin, sevginin, emeğin yönettiği bir dünya kurmak için uğraş veren tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN. saygıyla

.KAPI NEYLE AÇILIR?

Sizce kapı neyle açılır?
Bilemedin bilemedin anlatayım da öğren. Ben de teftişe gelen bir müfettişten öğrendim

Allahın unuttuğu, devletin yatırım adına hiç uğramadığı bir köyde öğretmenim.
Neden gelmiş, ne demeye, öğretmenin hangi derdine dermen olmaya gelmiş bilmem ama okula müfettiş geldi.

Ne müfettiş ama: orta yaşlı bir öğretmensen ve Eğer bir çocuğun varsa ağzınla kuş kapsan 100 üzerinden elli alamazsın. Çocuğun yoksa, zaten çuvalladığının resmidir. Ama 4-5 çocuğun varsa öğrencilerin iki kere ikinin dört ettiğini bilmese; dişini fırçalamasa, tırnağını kesmese de olur; en az 90 puan cepte.

Anlatırlardı da bana abartılı gelir, latife ederler sanırdım. Ne matematik, ne kurtuluş savaşı, ne Atatürk, ne vatandaşlık, ne fen Bilgisi; beş saat boyunca çocukları din dersinden teftiş etti.

Allahın varlığını nasıl anlarız? (Şansa bak sen! Biz dünyanın yuvarlak olduğunu nasıl anlarızı, öğretmiştik!)

Soru:
Kapı nasıl açılır?
Siz söyleyin bakalım nasıl açılır?
Değil değil, çocuklar odediğinizi söylediler ama yanlış..
Çocuklar, anahtarla, elle açılır; tekmeyle, kazmayla açılır; hatta birisi kapıya top bile attı ama bir türlü kapıyı açamadılar.
Bir tanesi: Açıl susam açııııL diye bağırdı ama açılmadı gitti o lanet olası kapı. Üstelik bir de zılgıt yedi çocukcağız.
Bir yandan da korkuyorum, bir de ban sorarsa… Çocukların önünde hıcıl olmak var!

Neyseki bana sormadan ben kendimi dışarı attım.. O kadar da merak ettim ki cevabı kapıdan dinliyorum. Hay allah nasılda bilmem her kapıyı açan o o cümleyi.
..
Soru
Hangi namazda Sübhan eke ye, ve celle senâüke eklenir?
Çocuklar beş vakit namazı söylediler ama kimsenin aklına cenaze namazı gelmiyor. Nereden bilsinler ki çocuklar, köy küçük köy üç beş senede bir cenaze namazı kılınıyor.
Her neyse, eh nede olsa yaşayarak yaparak öğrenme en etkili öğrenme yöntemidir. Çocuğun biri cenaze oldu, müfettiş bey imam oldu; biz de cemaat olduk tatbiki olarak çemeatle bir de cenaze namazı kıldık sınıfta.
Müfettiş, pardon imam: “Ey cemaat, bu meftayı nasıl bilirdiniz? ” diye sormaz mı? Çocuğu görünce içim bir tuaf oldu. Nasıl bilelim, zavallı çocuk ne çikolota yedi, ne bir kere olsun babası başını okşadı, ne üç kuruş harçlık alıp bakkal amcadan bir alaşeker alabildi. Hiç yaşamadı ki zati.
İmam sordu ama 2.sınıftaki bir çocuk:
- Öğretmenim iyiki öldü, oğlak güderken hep beni dövüp, azığımı elimden alıyordu.’ demez mi?

Ah be kızım, şimdi hak aramanın zamanı mı, zati bu okul açıldı açılalı böyle bir zulüm görmemiş, şimdi iş uzayaca hani...
Dediğim gibi oldu işte, aklıma gelen başıma geldi.

Ardından bir saatte ölenlere karşı görevimizi anlatan bir vaaz dinledeik
- Yahu hoca önce dirilere sahip çıktıkta ölüler mi kaldı. Sor sana şu çocuklara, senede kaç gram et yiyorlar, köyden en uzak gittiklri yer kaç km? Bir sor hele musluk nedir, tuvalet nedir? Köydeki kaç evde tuvalet var. Geçenlerde birine solucan ilacı içirdim, En az bir kilo barsak kurdu sıçtı çocukcağız...O gün köyün kargaları bayram ettiler.
Memleketten limon getirdiğimde: Aboo bu yumurtayı nasıl bir kuş yumurtlamış acaba diye hayret ettiler.

Ardından, ‘Ey cemati müslümiiin, hakkınızı helal ediyor musunuz! diye sordu müfettiş.
Kimisi ediyoruz, içinden birkaç çocuk ‘Etmiyoruz! ’
‘Hakkınızı helal ediyor musunuuuz! ’
‘Ediyoruuz, etmiyoruuz’ Sanırım bazısına cesaret gelmiş olcak ki bu sefer etmiyoruz biraz daha fazla çıktı.
- Hakkınızı helal ediyor musunuuuz?
-Eveeet,.. Hayıııır...

Helal olsun çocuklara, babalarından daha dürüstler. Benim gittiğim hiçbir cenaze namazında, bu mefta, anasını da bellese bir Allahın kulu cesaret edip de, etmiyoruz diyemiyor. Hele hele varlıklıysa namussuzun biri de olsa tümden aklanıp gidiyor pis adam…
Ömrümde bir kere rastladım, cenazede aykırı sese.

Bizim Gülnar kasabasının yüze doksanı yoksulluktan Mersin’e göç etmiştir. Göçenler de bir baltaya sap olmadıkça köyüne dönmezler. Durumunu düzeltmek, bir baltaya sap olmak için, geride kalan bütün gemileri yakarlar, köyü kömedi unuturlar, canını dişine takıp çalışırlar. Yerli halk ile büyük bir mücadeleye girişirler. Yoksul birisi için de bir baltaya sap olmak kolay değil. Hele tüm köşe başlarını birileri tutmuşsa. Baltaya sap olurlar olmasına da, o zaman da hayatın sonudur.

Onun için yıllardır Gülnar’ın nüfusu on- on bir binin üzerine çıkmamıştır. Ama nedense genelde insanlar: Ölürsem beni memleketime gömün, diye vasiyet eder. Bu nedenle Gülnar’da cenazesiz gün olmaz. Yoksul nereden, nasıl götürsün ölenini memleketine. Cenazesi gelenlerin çoğu da zenginleşen insanlardır.

Bu bir bakıma şehrin ticaretine, turizmine faydası da olmuyor değil. Ölen oldukça varlıklı birisi olunca bir sürü kalabalıkla geliyor ve daha da kazanıyor Gülnar esnafı. Sanırım hep şu ölse diye zenginlerin üzerinden dualarını eksik etmezlerdir.

İşte o günde öyle bir gündü, Rahmetli yıllar önce ayrılmış memleketten. Ama gidiş o gidiş, ölene kadar bir daha uğramamış köyüne. Milyoner olmuş, çok varlıklı birisi. Ama dirisi şimdiye kadar hiç gelmemiş köye. Ancak vasiyeti üzre ölüsü gelebildi. Cenaze namazındayız. Namaz bitti, hoca:
-Ey cemaat merhumu asıl bilirdiniz?
O sırada bir ses:
- Götürün bu anasını avradının …min çocuğunu! Nerde yedi içti kimi sırtında taşıdıysa onun yanına gömün.. Ne ulan bu! ? Dirisi başkasına hizmet eder, ölüsü Gülnara. Ulan Gülnar Mezbahanemi?
Bu memleketten her hökemet zamanı en az bir bakan çıkar, bir de şu hale bakın ülen!

Bana bakın millet! Bundan sonra, zengin olup da gülnara faydası olmayan kimseyi bura getirmeyin. Anam avradım olsun ileşini mezarından çıkarırı köpeklere atarım. Nerede ölmüşse ora gömün..mına gömdüğümün kadavrasını… Ne ulan bu, Gülnar kadavra çöplüğü mü?

Siz siz olun memleketinizi unutmayın, ölmeden önce bir şeyler yapın. Belki yüzünüze değil ama …
O adama ne mi oldu.: Ülkemde her doğru söyleyene ne olduysa ona da o oldu, öyle yaşadı. Aradan birkaç yıl sonra zavallıyı su kanalında ölü bulmuşlar. Kimi dedi sarhoşmuş, kanala düşmüş, kimisi dedi siyasi; öylece bir yıldız kaydı yeryüzünden.
Namaz kılarken görmedik diye hocalar cenazesini kılmak istememiş. Adamın biri: Valal mala melala da bir zararı olmacak değil ya, deyip; kalkıp, kendi cenaze namazını kılacak değil bu görev dirilerin görevi, deyip götürüp gömmüş. Bildiği kadar da bir şeyler okumuş diye duyduk. Hani Allahın gönlüde cenneti de, merhametide geniş. O herşeyibilen gören,; emeğe de sevgiye de, bilene de değer verendir.. Günahı varsa affetsin. Neyde ne var kimse bilemez. Belki de onun ölüsüne sahip çıkan hoşgörü sahibi adam, şu kibirlilerden önce cennete gidecek kim bilir.

Neyse sade de gelelim. Uygulamalı cenaze namazımız da bitti. Müfettiş beyin teftişi devam ediyor.

Sübhaneke’yi kim okuyacak?
Koyun Ahmet oğlu Mehmet Koyun atıldı, beş sınıf bir arada birleştirilmiş sınıf okutuyorum. Mehmet Koyun daha birinci sınıf.
Bildiğinden o kadar emin ki?
Küçük oluşu müfetşin hoşuna gitmiş olcak ki, okumasını söyledi.

-Sübhan eke
Süm süm deke
Ağlaca oğlak
Gır deke

Bütün çocuklar güldü. Zavallı çocuk ne yapsın. Babası yılladır köyün çobanlığını yapıyor.
Çocuk keçiyle yatıp, keçiyle kalkıyor. Türkçesi bile keçi aksanlı.
Müfettiş öyle bir sinirlendiki, çocuğa; Allahına sığınıp var gücüyle attığı tokadı yiyen Koyun oğlu Mehmet Koyun, pösteki gibi ayağımın dibine serildi.
Ben elinden tutup kaldırıken, müfettişe benim öğretmediğimi anlasın diye.
- Oğlum bunu sana kim öğretti?
- Ali Agam öğretmenim.
- Sen Ali Aganinkini değil benim öğrettiğimi oku.
- Bir başladı ki, bülbül gibi şakıyor mübarek, bir yandan da salya sümük ağlıyor.
O duyguyu iyi bilirim; sanırım bu çocuk hiç bir namazda, bir daha asla süban ekeyi okumaz.
Veya Yurdum insanı gibi, korkusundan namazı, Sübhan ekeyle başlayıp sübhan ekeyle bitiriyor da olabilir.
Sübhanekesiz namaz kılınız mı. Valla ben kılıyorum bal gibi de oluyor, Kabul edecek yüce Rabbim. Kulu bilmese de bir kastımın olmadığını Allah biliyor. Bilmediğimden değil. Bu Sübhaneke duası yüzünden çok dayak yedim, çok kötü anılarım var ondan. İlk hoca dayağımı Sübhaneke yüzünden yedim. İlk baba dayağını da öyle. Hele din bilgisi öğretmenim hece hece, kelime kelime dövmüştü.
Süb (şrak) -hân- (küüüt tekme) eke (bilmezsin ha şrrak) -Allâ (al sana pat) -hümme-(çat) ve bihamdik(e) (eşşeoğlu eşşeeek, küt) - ve- tebare-kesmük(e) - ve- teâlâ ceddük(e) -Ve- celle senâük(e) - ve -la ilâhe- ğayrük(e) -(Hele gelecek derse öğrenme de gör, her harfe bir tokat nasıl yenilirmiş, defol arkandan tekme) Her hece bir tokat. O dönem işi gücü bıraktım, bütün sureleri ezberledim. Orta okulu birinci olarak bitiren benin, lise birinci dönem sanırım altı zayıfım vardı. İkinci dönem de yazılılarım 9, 9, 10 olmasına rağmen; öğretmenim sözlüye kaç bir verdi ki veya ben nasıl becerdim bilmem sadece Din Kültürü Ahlaktan İkmale kaldım. İkmale kalmak bir şey değil, karnemi gören: Allah Allah! Bu çocuğu biz ahlaklı bir şey sanırdık, demek ki.... diye başlayan, cümleler kurdular benim için., kimse neyin ne olduğunu bilmiyor. Hele bir de işin içinde din ahlak varsa, gel de anlat anlatabilirsen. Bir kere karnen bozuk., Doktor raporu gibi karnen de dört olduğu yazıyor. Ne desen boş.. O yıllarda ikmale kalanlara bir ay kurs verilirdi. Bir ayın sonunda ahlakım, ve dinim düzelmiş olacak ki sınıfı geçtim.
Sonra bu ezberim işe de yaramadı değil. Siyasi yıllardı o zamanlar, Ankaraya gitmiştim. Bİr gurup öğrenci, sağcı mı solcu mu olduğumu olduğumu öğrenmek, ona göre dayak atabilmek için de zorla ve cebren sübhaneke duasını okuttular, ama orada sınıfı geçtim.
Bu imam efendinin pardon müfettiş beyinki de tuzu biberi oldu. İşte o gün bu gündür, sübhanekeyle aram iyi değil. Kıldığım hiç bir namazda O duayı okumuyorum ben. Valla mala melala, vatana millete de da bir zararı olmuyor ya.. Ne diyem: Sebep olan düşünsün.

Soru: Peygamberimiz(SA) nın anası babası, soyu sopu sülalesi, silsilesi …
Haydaaa! Çocuklara, Hz Muhammedin anasını babsını kabilesini, dört halifeyi öğretmişiz ama sülalesi silsilesi deyince, nerden bilsin gariplerim o kadarını.

Bizim köyün bir deli Sülo’su var; Gerçi her köyün bir delisi vardır, yoksa bile birini mutlaka delirtirler ama bu deli başka deli.
Zararsız bir delidir Sülo. Süleymanın özelliği, sorudan hiç hoşlanmazdı.
Bir cümlenin sonuna kim veya ne soru sözcüğünü getir yeterki; Hemen cümleyi baştan alıp sonuna her türk erkeğinin güçlüye değil de gücünün yettiğinin ardından, yetmediğinin yüzüne yapabildiği tek şey olan küfür sözcüğünü eklerdi.

Sülo bir anlamda köylünün psikoloğu. Köylünün biri yüzüne sövemediklerine süloya sövdürürler ve rahatlarlardı hani.

Köylüler sırf buna küfrettirip gülüşmek için:
- Süleyman anan kim? deseler
- Anamı....

.Süleyman muhtarın anası kiim, avradı kim?
-Muhtarın anasını avradını...

Özellikle Adalet Partililer, Cumhuriyet Halk Partisine; Cumhuriyet Halk Partililer de Adalet Partilileri kızdırmak için küfrettirirlerdi.
Özellikle Tansu hanım Başbakanken, mitingine Bu bacınızııı... bu ananızııı.... diye başlardı ya. bunu çok söyletirler, -Süleyman Adalet partisinin anası kim, bacısı kim?
-Adalet partisinin Anasını, bacısını….
Adalet Partilileri zıvanadan çıkarırlardı? Hatta süleyman da uyanık: sövmeden önce onlara bakar, eğer rüşvet vermezlerse, anaya bacıya oy vereni de eklerdi.

Sülo acıkınca sık sık yanıma gelir, çocuklardan yiyeceğini benden de sigarasını uçlanmadıkça kovsan da sınıftan çıkmaz.
Bir de ben dalga geçmem kendisiyle. Hatta Süloyla dalga geçenlere kızarım, Bazen köylü beni yemeğe davet ettiğinde mutlaka Süloyu da götürürm. Elbise felan alırım Sülo’ya. Ve benden yararlanır. Onun için beni çok sever. Bana küfür de etmez.’ O hocedir, eyidir’ der. Süleyman sanırım bunu bilinçli olarak yapıyordu. Çünki köydeki zarasız kişilere asla ne dersen de küfretmezdi.

Bir gün önce Süloya bir paket Bafra sigarası almıştım; sigarası henüz bitmemiş olcak ki süleyman o gün okula gelmemişti. Ama Sülo’nun siınfta olmasını ilk defa o kadar çok istedim ki?
Peygambere sövsün diye değil. Bu müfettişin anasını basını, kabilesini yedi sülalsini öğrenmek için..

Soru
Melekle aynı sofrada lokma yiyen peygamber kim? (Melek yemek yemiyor ya. Aklısıra çocukları şaşırtacak)
Çocuklar ne kadar melek varsa adını saydılar. Hatta birinci sınıftaki bazı çocuklar muhtarı, Atatürk’ü peygamber yaptılar.
Ama yok yok..

Neyse ikindi oldu. Ne de olsa misafir. Yaratılanı severiz yaratılandan ötürü. Müfettiş beyimiz tavuğunu afiyetle yedi. Okulda su yok, abdest alsın diye ibriği verdik, ama fazla sevap kazanabilmek için, en az % 80 eğimli 500 metre aşağıdaki dereden abdestini alıp geldi namazını eda etti. (Allah kabul etsin)

Velhasıl sınavda çok şansızdık sınıfça. Ne matematikten, ne Atatürk’ten, ne de fenbilgisinden çalıştığımız yerden veya çalışmadığımız hiç bir yerden tek soru çıkmadı. Bire de önceden bazı arkadaşlara sınavdan önce verilen ‘mod medyan’ vb anahtar vermediler…

Müfettişi köyün dışına kadar uğurladım.
-Hocam ben imam değilim. Haftada iki saat dindersi var dört saat Türkçe.…, çocuklara, matematikten, Türkçeden felan hiç soru sormadınız.
- Muhterem işte bu da memleketimizin kanayan bir yarası. Önce din ahlak. matematik felan fani şeyler, aşağıda matematikten, soru çıkmıyor. Biz medreseleri, şeriatı kaldırmakla bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmışız. Bak Osmanlı da kimse devlete bir şey diyor muydu?
Sadece küffarlar, ehli sünnet olmayanlar karıştırıyordu devleti.
-Koyunlar da çobana bir şey demez ama.bu çobanın adamlığını göstermez..

Aklıma bir fıkra geldi hani:
Devri murat zamanıdır. Yeniçeriler sokakta bir adamı yakalamış ver Allah ver sopalıyorlar. Adam:
Bir ümmeti Muhammet yok muuu! , diye avaz avaz bağırır.
Yukardan bir pencere açılıp adamın biri aşağıya doğru eğilip; elini boru yaparak:
-Var, var ama çok korkar.

Demem o ki Osmanlıda padişaha söz söyleyecek adam mı vardı. Adam varsa bile padişahı eleştiren kaç kişinin boynu vuruldu, bilmeyen mi var. Vaaar var ama korkar...


- Ama muhterem hocam, aç insanın şükredeceği şeyi varsıllar kadar olmayınca …
-Ne demek yok, elin ayağın, gözün ….. az şey mi bunlar.
-Elbette az şey değil ama aç köpek fırın deler misali, toplum yoksullaşınca hırsızlık artıyor, günahkâr artıyor. Cehalet de artıyor.
-İşte dinini bilmediğinden, şükretmesini bilmediğinden….
Yolda bir hayli tartıştık. Muhterem hoca efendilerden bahsetti. Ben dinin üst yapı kurumu olduğundan felan bahsettim ama boşuna; ne o bana ne ben ona bir şey anlatamazdık. Benim de dini bilgim fena değildi ama dünyaya başka pencerelerden bakıyorduk. Beni bir hayli kızdırdı da.
, Nasıl olsa yine sicilimiz bozuk çıkmıştı, sınıfta kalmış olmanın rahatlığıyla.
Tam ayrılacağımız sırada elimi uzattım vee
-Hocam belli ki dini bilginiz çok…
-Estağfurllah, her şeyi bilen sadece allahtır.
-Geçen gün bir soru sordular, bir türlü cevabını bilemedim. Soryru soran yemin billah etti kitapta yeri var diye. Ben aradım bulamadım.
-Neymiş o soru? Sor bakalım.
- Allahtan anüs isteyen peygamber kim? (anüs demedim tabi, g ile başlayan t harfiyle biten öz Türkçes, o kaba haliyle sordum)
Müfettiş öyle bir baktı ki, Allahtanki, kendi ufak tefek ben iri yarıyım. Değilse, katli vacip, der; beni oaracıkta kıtır kıtır keser aşağıya gönderiridi.

SONUÇ MU: Rapor başarısız çıktı.
İllginç olanı, okul bahçesine ektiğim en az 200 ağacı, ellerimle yaptığım 50 m duvarı, sınıf kitaplığına kazandırdığım 750 kitabı görmemiş; tavsiyeler bölümünde, sınıf kütüphanesi kurulmalı diye tavsiyede bulunuyordu.Nasıl unuttu bilmem. Kaldı ki kendisi oradayken sığır güderken okumak için dağa sığır otlatmaya giden köyün genç kızları benden kitap istemişti, ve onları bir haylide övmüştü.

Başarısız olduğumuzdan, yaz tatilimizde seminere alındık. Bize ders verenin birisi de kendisiydi. Gençtik o zamanlar, sevgimizde de, tepkimizde de yurt severliğimizde de bazen aşırıya kaçıyor uçlarda geziyorduk. O yüzden az çile çekmedik.
Yoksul bir aileye yardımcı oldum diye buna içerleyen köyün ileri gelenlerinden birisiyle, yerime vekil gelen siyasi görüşümüz farklı olan birisi ben askerdeyken yazdığı- Çocuklara kürtçe ders veriyor, istiklal marşı söyletmiyor.... vb yazdığı şikayet dilekçesinin altına camiye hopörlör alacağız diye bir kaç kişiye imza attırmış.12 Eylülde az kalsın başımız belaya bile giriyordu. Allahtan ki, yörük asıllıydım, kürtçe bilmiyordum. Tek öğretmendim ve sınıf silme istiklal marşını ezbere biliyordu...

Çok kızmıştım, dokuz ay sen dağda görev yap. Bir lavuğun kaprisi, önyargısı yüzünden iki ay tatilinin yarısını seminerde geçir. Seminere çağrılanların yarısı bunun teftiş ettiği az çocuklu öğretmenlerden oluşuyordu. Sırf matraklık olsun diye, her derse geldiğinde, kapıda bekliyor:

-Hocam, o sorunun cevabını buldunuz mu, diye sorunca... Adam bir hafta dayanabildi. Bizim sınıftan dersi bırakmak zorunda kaldı. Heleki teftişde olanları müfettişlere anlattım. Çok güldüler. Ve bir aylık seminer sınıavında yüzde yüz üstün başarı belgemi alıp, yoluma devam ettim. Allah taksiratımı affetsin. Herşeyde bir hayır vardır derler ya: Eşimle o seminerde tanıştım..

De hadi bakalım siz yanıtlayın:
1-Kapı neyle açılır?
2- Allahtan...

Mahmut Nazik 24 Kasım 2011

Mahmut Nazik
Kayıt Tarihi : 25.11.2011 04:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • İnci Germenliler
    İnci Germenliler

    Beğeniyle okuduğum anılarınız çok ilginçti.....
    .Uzun yıllar önce, İlkokul 3. snıftayken bir gün ansızın sınıfın kapısı açıldı, içeriye müdür beyle
    birlikte müfettiş bey girdi. Bayan öğretmenimiz çok heyecanlandı, biz de korktuk ne oluyor diye...
    Müfettiş bey başladı (okuduğumuz konulardan, matematikten ) soruları sıralamaya, arkadaşlar
    sırayla cevap verdiler, sonra 'gökkuşağının diğer
    isimlerini kimler biliyor ?' diye sordu sınıfa....
    Hiç kimseden ses yok, bir arkadaş kalktı ebem kuşağı dedi, 'başka' diye müfettiş bey tekrar sordu
    ben kalktım ' alaimisema ' dedim çekinerek, yanıma
    geldi, 'sen kimin kızısın , kimden öğrendin bu kelimeyi ?' diye sordu. Yapmur yağdıktan sonra,
    gökyüzünde oluşan yedi renkli köprüyü görünce
    annem bizi çağırır 'bakın alaimisema çıktı, hadi
    altından geçin ' derdi, ne kadar da uğraşsak altından geçemezdik. Bu kelimeyi annemden öğrenmiş ve unutmamıştım, acaba yanlış mı diye
    korkarak söylemiştim. Müfettiş gittikten sonra öğretmenim ve müdür bey bana teşekkür ettiler
    kocaman bir aferin almıştım o gün, eve geldiğimde anneme anlattım, bir aferin de ondan aldım . O gün çok mutlu olmuştum, anılarınızı okuyunca ben de o günü anımsadım.........
    GÜZELDİ........TEBRİKLER............SEVGİLERİMLE...........

    Cevap Yaz
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    evet Türkiyemin manzaraları. kaleme sağlık.tam puan hikayeyi okurken bu müfettişler ne işe yarıyor sorusunu hep sorduğum günler geldi aklıma. şimdi zaten hiç bir şey olduklarını biliyorum çok şükür. aynı hamam aynı tas misali yola devam velhasılı

    Cevap Yaz
  • İsmihan Erdoğmuş
    İsmihan Erdoğmuş

    Kapının neyle açıldığını öğrenmiş olduk sayenizde Mahmut bey :)))) Öyküyü büyük bir ilgiyle okudum paylaşımınız için teşekkür ederim, tebrik ediyor saygılarımı sunuyorum..,.

    Cevap Yaz
  • Sevtap Kaya Nurgönül
    Sevtap Kaya Nurgönül

    İlgiyle ve beğeniyle sıkılmadan okuduğum trajik, komik anılarınız ve paylaşımınız için teşekür ederim. Ülkemizden insan manzaraları, ne diyelim..Tebrik ve saygılarımla...

    Cevap Yaz
  • Alaaddin Uygun
    Alaaddin Uygun

    yazan yüreğine sağlık,,tebrikkkkk

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (6)

Mahmut Nazik