Yüzüstü kıpırdamadan yatıyordu. Ne olmuştu da böyle yerdeydi? Düşmüş müydü? Hiç acı hissetmiyordu. Gözlerini kırpıştırdı. Gri renkli kaldırımın görüntüsü netleşmeye başlamıştı. Herhalde sağ kolu başının altındaydı. Nedense bulunduğu yerden hareket edemiyordu. Etrafta hiç ses yoktu. Tek algılayabildiği hiç de göz alıcı olmayan monokromik panoraması karşısında donup kalmış gibiydi. Bu griliğin değişik tonları onu sorgular gibi karşısında dikiliyorlardı. Bir gözünü kapatıp tekiyle baktığında açıklı koyulu tonlar yerlerine yerleşiyor ancak diğer gözüyle baktığında onunla oyun oynar gibi yer değiştiriyorlardı. Hangi tonun gerçekte nerede durduğunu bilmek mümkün değildi. Yine hep o hissetmiş olduğu belirsizlik üzerine üşüştü. Burada da onu bulmuştu, kendinden başkasının bulunmadığı bu kıpırtısız yattığı yerde bile. Ne var ki iki göz de onundu. İki durumda da bakan oydu. Hangisiyle bakması gerektiğine karar veremedi. Sorun da buydu ya. Hiç karar verememişti zaten.
Bir ağacın dalları gibi ayrılan ince, koyu gri oluklar dikkatini çekti. Nedense kendine yakın ucu bulanıktı. Fazlasıyla yakındı sanki. Burnunun ucunda. Biraz ötede dallara ayrılıp açıklı koyulu alanların arasından ilerlediğini seçebiliyordu. Karmaşık, çok seçenekli durumlardan hoşlanmazdı. Onlarca dalın şimdi olduğu gibi bulanıklaşarak uzaklaşması hayatı boyunca seçim yapmasını zorlaştırmıştı. Biraz kıpırdayabilse dalların nereye uzandığını görebilecekti belki de. En azından parmağıyla yolu takip edebilirdi. Ne var ki parmaklarının varlığını dahi hissetmiyordu. Sadece bakabilirdi uzaktan. Çaresizlik ve bezginlik içinde gözlerini yumdu ve karanlığın bildik güvenliği içine kendini bir kez daha bıraktı. Artık hareket etmesi ya da bir şeyleri görmeye çalışması gerekmiyordu. Kendini yapay bir rahatlık içinde buldu. Aslında hiçbir şey hissetmiyordu ya. Hayatında ilk kez tüm bedeninin acı ve tedirginlikten arınmış olduğunu fark etti. Sadece başının altında giderek artan bir ıslaklık duymaktaydı. Terlemişti herhalde.
Ne kadar zamandır orada yatmakta olduğunu kestiremedi. Sanki bir ömür kadar uzun gelmişti ona. Zaman kayıptı onun için. Tekrar gözlerini araladığında gri tonlu adacıkları ya da kıvrıntılı olukları seçemiyordu. Eskisinden daha bulanıktı her şey. Dallı yolları ne ilerisi ne de gerisi kalmıştı artık. En son gördüğü sonsuz griliğin ortasından geçen kızıl nehirdi.
İstanbul 2006
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta