Ah bu şehir bu kadim şehir, güneşin başkenti şehir.
Bu şehrin sevgisi bambaşka, aşkı depreşir durur damarlarda. Tarihin nabzı atar taşında, toprağında. Muhteşem kalesi yükselir masmavi gölünün kıyısında. Zamanın ayak izleri var surunda, burcunda. Tat var, bereket var suyunda, toprağında.
Toprakkale’den bir güvercin havalanırdı kadim şehrin üstüne, kanatlarında beyaz bir mutluluk. Süzülürdü nazlı nazlı Kayaçelebi camisine doğru. Hüsrevpaşa’dan yükselen ezan sesi hor hor bulağında yankılanır dururdu. Eski şehir mezarlığında bir dağ başı tenhalığı, sinek uçsa duyulurdu. Yüreklere ferahlık verirdi Abdurrahman Gaziye okunan bir Fatiha. Kelebeklerin sessizliğindeydi Selçuklu mezarlığı, Halime Hatun mahzun mahzun bakardı mezar taşlarına. Zeve yangın yeriydi hala küllenmemişti şehrin yanan yüreği. Hüzün veriyordu şehitlikte dalından düşen gül yaprağı. Sabahın erken saatlerinde yağmur yağmış hissi verirdi çimenlerdeki kırağı. İspiriz ’den kekik kokusu eserdi ılgıt ılgıt. Güzeldere’de kıvrım kıvrımdı yollar. Virajın biri bitmeden öteki başlardı. Yere inmiş bulut yığınıydı Başkale’de travertenler. Bir kuşun kanadındaki renkler gibiydi Gevaş’ta, ağlayan gelinler. TRT Van Radyosunda söylenirdi akşam üzeri türküler, huzur içindeydi şehir. Muradiye Şelalesinde intihar ederdi Bendimahi’nin deli suları. Bir yaşam mücadelesi verirdi azgın sularda balıklar. Çığlık çığlığaydı martılar. Bir dalıp bir çıkarlardı sulara karabataklar…. Kanissipi’nin kanı kaynardı Mayıs’ta kabına sığmaz coşardı.
Güzel zamanları olurdu kadim şehrin.
Temmuzun sıcak akşamlarında zincirin ucuna bağlı maşrapa ile kehriz suyu içilirdi, kevser suyu niyetine. Kaynayan semaver çayında zernebat suyunun kehrizden aşağı kalır tarafı yoktu. O da zemzemle yarışır dururdu. Bakraçlarla taze süt, yoğurt taşınırdı sütçülere sabahın erken saatlerinde. Öğleye doğru lavaş ekmeği ile yenilen melemene doyum olmazdı. Ağzının tadını bilenler Şeref Şahin’de fırın ağzı yerdi. Şehir parkında oturur oturmaz önüne konulurdu, kaymaklı çay. Parası da peşin alınırdı ha. Sonra Müslüm Gürses’ten bir şarkı yükselirdi en damarından. “İsyan eden şu kalbimi biraz olsun duy yeter…” Efkarlanırdı yüreği kıpır kıpır gençler. Oturdukları masaya bir kalp çizerlerdi ellerindeki çakıyla. Yaralı yüreklerini temsilen okunu da ihmal etmezlerdi. Sonra da iki ismin baş harflerini…
Acıklı bir film gelirdi şehir sinemasına, tıklım tıklım dolardı salon. Filmde her kes kendisini izlerdi, efkârlı efkârlı içilirdi gazozlar… Şekerci Şükrü’ de tatlanırdı ağızlar. Birkoç’ta yenilirdi kavurmalar. Akköprü deresinde kapışırdı kabadayılar. Kabadayılığın da bir raconu vardı ha. Bisikletçi Hocadan kiralanırdı bisikletler. İki direk arası bir lira.
Gün Erek’ten yükselirdi kadim şehrin üstüne. Güneşin şehri olurdu Van. Bir keklik su içerdi Keşiş gölünde. Norduz’da kaval çalardı dertli bir çoban. Kaval inler, kuzular melerdi. Kınalı parmaklarıyla kilim dokurdu tezgahlarda gelinler. Akdamar’da çiçek açardı bademler. İzzettin şir camisinde içli içli okunurdu Kur’an. Her gördüğüne Öğütler verirdi, Herkül Mustafa isimli bir pehlivan. Şamran altında süslenirdi bağ bahçe bostan.
Çocuklar oyuna dalardı Bahçıvan Mahlesinde. Çelik çomak oynanırdı, kör ebe oynanırdı, en sevilen oyundu melikan. Çocukların ellerinde ekmek arası domates ile soğan. Bilinmezdi ki nasıl akıp gidiyordu zaman. Çatakta balların şahını verirdi, çamurla sıvanmış kara kovan. Serinletirdi Rençberlerin içini tırpan sonrası içilen soğuk bir ayran. Artos’a sevdalıydı Vestan. Edremit güllük gülistan. Van gölüne bakar dururdu, sis bulutu içindeki Süphan. Meydan muharebelerine şahitlik etmişti çaldıran.
Yürekler bir olurdu, yüzler gülerdi, bin bir çeşit kahvaltı sofralarında. Dertler kederler uçar giderdi semaverin tüten dumanında. Bereket vardı, lezzet vardı tandırdan çıkan sıcak ekmeğin buğusunda. Muhabbet içilirdi, semaverde demlenen kaçak çayın her yudumunda.
Bir ikindi vakti davet edilirdi çaya konu komşu, kırılırdı beli iki çift lafın. Mayıs’ta inerdi tezgahlara damakların tadı uşkun. Sıhke’de yoldan geçenlere kekik uzatırdı çocuklar, utangaç, suskun. Suvarioğlu’nda bir Van evi direniyordu apartmanlara mahzun, yorgun. Hıdırellez’de dilekler dilenirdi en samimi, en içten. Perşembe günleri şenlenirdi Abdurrahman Gazi türbesi. Bir bir kabul olurdu genç kızların duası. Kara kobralara tezahürattan kısılırdı gençlerin sesi. Peynirciler çarşısından yükselirdi otlu peynirin kokusu. Foto stilde verilirdi pozların en kralı. Hafta sonu aileler sahile koşardı kaptığı gibi semaveri, mangalı. Olmazsa olmazdı gece yarısı Hacı babanın nefis paçası. Erciş’ten manda yoğurdu gelirdi, Başet’ten çiriş. Besmele ileydi tezgahlara her giriş.
Tarih kokardı kadim şehir. Sardur’un, Semiramis’in silueti görünürdü Şamran’da. Menua, Rusa, Kakuli, Arimena ve Argişti’nin hatıraları duruyor hala, kalenin soğuk duvarlarında.
Ah bu şehir bu kadim şehir, yüzü esmer yüreği güneş çocukların şehri...
*****
Zemheride üşüyordu yüz yirmi kahraman çocuk. Dağların karlı yollarında annelerin yüreği üşüyordu. Mevsim ayırt etmeksizin Van üşüyordu. Koca bir şehir üşüyordu. Unutulmamıştı yüz yirmi kahraman kınalı kuzucuk…
Analar kuzuları sordu.
Cevap veremedi konu komşu,
Diyemediler çocuklar soğuktan dondu.
Havar havar oy havar.
Bir ağıt söylenir şimdi Van’da,
Kalmadı gücüm, kuvvetim, düşüyorum.
Tut ellerimden tut anne.
Tutmuyor artık elim, ayağım, üşüyorum.
Ört üstümü ört anne.
Aşığım memleketime deli divane…
Sonra bir haber gelir kadim Van’a Ali Paşa Vurulmuş diye
Üç atım var biri binek.
Arkadaşlar kalkın gidek.
Ali paşayı vurdular.
Yavrusuna haber edek.
Paşa giyer iki kürkü.
Biri sansar biri tilki.
Ali paşayı vurdular.
Yıkılsın Van’ın mülkü.
Birinci dünya savaşında cepheye mühimmat taşıyan 14-17 yaşlarındaki yüz yirmi kahraman çocuğu, Ermeniler tarafından şehit edilen Vali Ali Paşa’yı ve Zeve’de hunharca katledilen iki bin beş yüz masum Vanlıyı rahmet ve minnetle yad ediyorum…
Şükrullah Yavuzer
30 Nisan 2021
Kayıt Tarihi : 1.5.2021 00:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!