Kaderimiz Şiiri - Mahmut Semen

Mahmut Semen
53

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Kaderimiz

Köy Öğretmenlerini okullarına dağıtan servis aracı hızlıca girdiği okulun bahçe kapısından ani bir frenle, yere yapışırcasına durdu. Koltuk değnekleri ve alçılı ayağımla zor bela servisten inmeye çalışırken, araç şoförü zamandan tasarruf yapmak ve daha çabuk inebilmem için yardımıma koştu. Bir yandan da;
- Baksana hoca? Okulda in cin top oynuyor. Bence boşuna geldin, öğrencilerin ayağının kırıldığını ve rapor aldığını duymuş olmalılar.
- Yok, be kaptan, teneffüs zamanı değil, Azize başkanım ders işliyor.
- Azize başkanın ders mi işliyor?
- Evet, o benim sınıf başkanım, toplantılara gittiğim zamanlarda da o sınıfı idare ediyor. Bizde öğrenciyi eve geri göndermek yok.
Bunu duyan öğretmenlerden bir kaçı, araçtan inerek sınıfın pencerelerden içeriyi süzmeye başladılar. Bütün öğrencilerin önlerinde muntazam bir şekilde masalarında açılmış defter ve kitapları vardı. Çıt çıkmayan sınıfta tahtada ders anlatan 10 yaşlarındaki kız öğrenciyi can kulağıyla dinliyorlardı. Sınıfın bu hali pencerelere üşüşenleri şoke etti.

Öğrenciler ise kendilerini o kadar derse kaptırmışlardı ki pencerelerden kendilerini izleyen onca yabancı gözün farkına bile varmamışlardı.

Tahtadaki çizimlerden Azize Başkan’ın matematikte Küme konusunu işlediği anlaşılıyordu. Sınıfa girerken, ardımdan meraklı birkaç öğretmen daha beni takip etti. Öğrencilerim, beni kapıda görünce gözlerine inanamadılar. Kısa bir şokun ardında hepsi mahcup bir tavırla birden ayağa kalktı;

- Geçmiş olsun öğretmenim
- Teşekkürler oturabilirsiniz. Evet, Azize Başkan ne yapıyoruz.
- Öğretmenim kümeleri kaçıncı kezdir anlatıyorum. Ama Sultan ile Şeyhmus bir türlü anlamıyorlar. Hata tahtada gördüğünüz gibi Sultan ile annesini A kümesine, Şeyhmus ile annesini B kümesinin içine aldım. Babaları İsa Amca’yıda da iki kümenin kesişim kısmına yazdım. Yine anlamadılar. Beni çıldırtacaklar…

- Tamam, başkan sen dert etme, ben onlar kavrayıncaya kadar bir daha anlatırım.
- Öğretmenim, matematikte karmaşık sayılar ve denklemler konusunu da bitirdim
- Azize biraz yavaş bunlar 10.sınıf konuları.
-Biliyorum öğretmenim bu akşam 11.sınıf derslerine başlayacağım.
-Yani sen bir ayda “Ortaokul ve lise derslerini bitireceğim” diyorsun.
-Bitiririm öğretmenim, kitapları bulmuş olsaydım şimdiye kadar bitirmiştim bile.

Servis şoförü birkaç kez uzun uzadıya kornaya abandı. İçerdeki öğretmenler şokun etkisinden az da olsa uyanabildiler. Birisi giderayak;
-Bakalım denklemleri iyi öğrenmiş misin? Söyle bakalım. Sen, eksi ben, eksi şu, eksi bu ve eksi o sonuç ne olur? Azize duraksamadan cevap verdi.
-Ben.
-Kız galiba anlayamadın? Şöyle sorayım. Öğretmeninden, Beni, bunu, şunu ve onu çıkarırsan geriye ne sonuç kalır.
- Öğretmenim kalır.
-Galiba anlamadın sorduğu mu?
-Anladım, anladım. Çıkarma işleminde sıfır etkisiz eleman değil midir?
-Ne alaka.
-Kel alaka işte.

Sınıfta bazı öğrenciler kel hocaya gülmeye başladılar. Sonra gözlerini suçlu bir vaziyete bana dönünce. Bir pot kırdıklarını fark etmiş olacaklar ki, hepsi birden mahcupça sus pus oldular. Diğer öğretmenler:

- Haydi, gidelim hoca geç kalıyoruz bizim sınıflarda Azize Başkanımız yok.

Misafir Öğretmenler gidince anca koltuk değneklerimi duvara yaslayıp yığılırcasına kendimi sandalyeye bıraktım. Ayaklarımdan kalbime bir acı dalgası akıyordu. Çantamdan bilgisayarımı çıkarıp masaya bırakırken, dişlerimi sıkıyor acımı çocuklara çaktırmamaya çalışıyorum.

- Öğretmenim, ayağı bir yılda bile iyileşmez dediler.
- Öğretmenim, gelmeyeceksiniz diye çok korktuk.
- Öğretmenim, hata sizin yerinize paralı öğretmen bile geleceğini söylediler..
- …

Sınıftaki bütün öğrencilerim teker teker endişe ve üzüntülerini dilleri dönebildiği kadarıyla ifade etmeye çalıştılar. Saflıkları ve samimiyetleri ayağımın acısını unutmamı sağladı. Öyle ki eski günlerimde olduğu gibi aniden ayağa kalkmak isteyince anca hatırladım ayağımın beni takmadığını.

Yıllar sonra hafta sonu gittiğim halı saha maçında ayağımı kırarak dönmüştüm. Hastanede ki Acil Doktoru; kırıklar bir yana çapraz bağlarımın da koptuğunu, yaşımdan dolayı (aslında emekli olmam gerekir ama yaşa takılmışım işte) iyileşmemin en az 6 ayı bulacağını söyleyince. Öğrencilerim film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Onları başkasına bırakamazdım. Onlardan başka hiçbir şey düşünemez oldum. Ayağımdaki alçıyla mesainin ikinci günü öğrencilerimin özlemine dayanamayarak koltuk değnekleri ve alçılı ayağımla okula geldim. Derin bir nefesten sonra,

-Teşekkürler çocuklar, iyiyim merak etmeyim. Sadece ayağım kırıldı o da iyileşir.
-Her gün gelecek misiniz yani öğretmenim
-Tabi her gün geleceğim. Hata ilden çağrılan o gereksiz toplantılar için bile artık sizi yalnız bırakıp gitmeyeceğim. Çünkü raporluyum. Ama sizin de beni eskisi kadar yormamanız gerekir. En azından ayağım iyileşene kadar…
-Yormayız öğretmenim.
-Raporlu olduğum için sanırım Stajyer bir öğretmen yardımıma gelecek. Ama bende hep sınıfta olacağım. Ona karşı saygıda kusur istemiyorum. Anlaştık mı?
-Anlaştık
-Anlaştık mı Azize Başkan, öyle etkisiz eleman kel alaka laflarını duymak istemiyorum.
-Ama öğretmenim, öyle ben, sen, biz, siz, onlar zamirlerden denklem mi olur o öğretmen benle dalga geçmeye çalıştı.
-Olsun büyüklere karşı her zaman saygılı olacağız.
-Özür dilerim öğretmenim.
-Tamam, başkan özrün kabul edildi.
-Ama öğretmenim zaten anlamadı ki?
-Ayda özrü kabahatinden beter buna derler işte...

Elinde sopasıyla on yaşlarında bir çocuk kapıyı çalmadan jet hızıyla içeri girdi. Çobanlık yapan ve babasını okula göndermesi için bir türlü ikna edemediğim bu çocuğu ikinci kez görüyordum. Masada oturduğumu görünce heyecanla:

-Hoca, seni iki terörist görmek istiyor..
-Terörist mi?
-Evet, bak bahçedeler. Zar zor ayağa kalkmaya çalışırken, Pencere kenarındaki öğrenciler camlara üşüştüler.
-Öğretmenin Ahmo yalan söylüyor, terörist değil Turist.
-Tamam, bende terörist dedim
-Başkan sen masama geç. Tamam, çocuklar Ahmet yalan söylemedi sadece yanlış telaffuz etti.

Her taraflarını inci boncuklarla takıp tokuşturmuş biri kadın iki turist bisikletlerini okul bahçesindeki ağaçların gölgesine park etmiş, gölgelikteki banka oturmuş bir vaziyette beni bekliyorlardı. İlk kez onca yıl okul okumama rağmen İngilizceyi öğrenmediğime çok ama çok hayıflandım. Belki de öğrenmeme benim suçum değildi, eğitim sisteminden kaynaklanıyordu. Zira İngilizce öğretmenleri bile yapancılarla konuşurken tercüman kullandıklarını daha geçen gün televizyon haberlerinden dinlemiştim.

Onlara doğru ilerlerken, zihnimden de onlarla nasıl iletişim kurabileceğimin yollarını arıyordum. Gerçi uyku modundaki bilgisayarımda Google Çeviri sayfası açık bir şekilde, bir tıkla uyanmaya can atıyordu. Daha yanlarına yetişmemiştim ki erkek olan ayağa kalkarak konuşmaya başladı:

-Geçmiş olsun hoca, ayağını mı incittin?

Türkçe konuşmaları üzerime çöken dağ misali İngilizce bilmeme kâbusu bir anda buharlaşıverdi. Derince bir nefes aldım. İkisinin elini sıkıp karşılarına geçtim. Ardımdan gelen nöbetçi öğrenci bilgisayarımı masaya bırakıp gitti. Nöbetçi öğrenciye okulun bitişiğindeki eve misafirlerimize çay ikram etmeleri ricasını gönderdik.

Kendilerini tanrının iyilik meleği ve misafirleri olarak tanıtan iki yabancı beklemeden konuya girdiler. Sağ olsun komşu çaylarımızı getirip masaya koydu bile… Burası öyle misafirperver bir bölge ki, çay ya da yemek için hangi kapıyı çalsan bu istek büyük bir memnuniyetle karşılanır, bu yüzden bölge köylerde kahvehane arasan asla bulamazsın. Köylerde kahvehane yoktur.

Meleklerimiz, Uluslararası bir yardım kuruluşundan geliyorlarmış. Uzun araştırma ve inceleme sonucunda yardım etme konusunda benim okulun öğrencilerinde karar kılmışlarmış. Yardım getirmeleri içinde öğrenci ve ailelerin, kimlik fotokopilerine, Aile nüfus tablolarına ve iletişim bilgilerine ihtiyaçları varmış. Bu özet açıklamalarından sonra yüzlerine bakaraktan acı acı gülümsedim. İkisi birden:

-İnanmadın mı yoksa? Dediler.

-Geçen yıl sanatçı müsveddesi çakma sarışın bir bayan geldi. Aynen sizin gibi öğrencilerime maddi yardımda bulunacaklarını hata köyümüze eşi benzeri olmayan örnek yeni bir okul binası da yapacaklarını söyleyerekten, öğrencilerimle bol bol fotoğraf çektirdiler. Gidişlerinin ardından, memleketlerinde öğrencilerimle çektirdikleri resimleriyle, yerel medyalarında boy boy fotoğraflar ve sayfalar dolusu haber konusu oldular. Nasıl olmasınlar ki, okulumuza bir kamyon dolusu yardım malzemesi göndermişlerdi. Neredeyse o ay ki maaşımın tamamı gönderdikleri kargoların parasına verdim.

Ama biliyor musunuz? Gelen kolilerde sadece çöp çıktı… Unutamıyorum!

-Biz uluslararası yardım kuruluşuyuz bizde öyle yanlışlar olmaz.
-Olsun, o zaman yapacağınız yardımları il üzerinden bize gönderin.
-İl üzerinden göndermeye kalksak sizin okula yetişmeden hepsi orada buharlaşır. Oysa biz sizin okulunuza yardım yapmak istiyoruz. Başka okul ve kişilere değil.
-Hiç kimse öğrencilere gönderilecek yardımlara tenezzül edecek kadar alçalmaz, o tip işler ve insanlar çok gerilerde kaldı.
-Sanırım, bizi yanlış anladınız, çalacaklar demek istemedik, sizin okula değil de başka okullara gönderecekler. Ama biz özellikle sizin okula yardım yapmak istiyoruz.
-Tamam, ildeki yetkililere bunu şart koşarsınız onlarda bize getirirler.
-O yardımları size asla göndermezler çünkü sizi hiç sevmiyorlar!
-Bunu da nereden çıkarıyorsunuz? Sonra beni sevmek zorunda da değiller. Ben sanatçı filan değilim ki, öğretmenim. Sadece öğrencilerimin beni sevmesi yeterlidir bana.
-Sadece öğrenciler mi köylülerde sizi çok seviyorlar. Ama bakın belki siz bilmiyorsunuz. Daha önce çalıştığınız bir proje dolayısıyla bakanlık diğer illerde olduğuı gibi siz ve iki arkadaşınızı “Başarı Belgesi” ile ödüllendirmek için yazılı bir talimat gönderdi, ama seni sevmedikleri için, senin yüzünden o iki arkadaşına da belgeleri verilmedi. Hata birisinin o kadar çok ağrına gitti ki öğretmenlikten istifa edip belediyeye geçti.

İçimden kuşkulanmaya başladım bu yabancılar gereğinden fazla bilgi sahibiydiler. Yavaşça masadan kalktım, İstifa ettiğini iddia ettikleri arkadaşımı cepten aradım. Telefonuna ulaşamadım. Diğerini arayınca ona ulaşabildim. Hayret yabancı Turistlerin dedikleri doğruydu, ama kendimi işime ve öğrencilerime o kadar kaptırmıştım ki, olanlardan hiç haberim bile olmamıştı. İki arkadaşım benim yüzümden mağdur olmuşlardı.

***

Projesi ve bahçesiyle harika bir lise binamız vardı. Mezopotamya ovası kadar güzeldi. Daha inşaatı yeni bitmişti. Zamanın idarecileri fotoğraf çekme yeteneğimden dolayı mı yoksa bir komple için mi bilemiyorum. Beni o güzelim okula fotoğraf çekmeye gönderdiler. Meğer çatı katı komple damlıyormuş, öyle bir damlıyordu ki sanki okulun çatısı yok sağanak yağmur direk sınıflara yağıyormuş gibiydi. Tavanlar iki karış küf tutmuş kireçler kar gibi öğrencilerin ve sıralarının üzerine yağıyordu. Bilgisayar laboratuvarındaki bilgisayarlara kar yağmış gibiydi. Fotoğrafları çekerken her fotoğrafa okulun inşaatını yapan müteahhittin gelmişini geçmişini de ekliyordum.

Akıntının kaynağını öğrenmek için çatıya çıktığımda birde ne göreyim, çatı kiremitleri sökülmüş onlardan suyu çatının içine aktaracak, yapay bir baraj seddi inşaat etmişlerdi. Resimleri çektim ama bu sefer müteahhittin geçmişini resim ve videolara eklemedim. Onun herhangi bir suçunun olmadığını acı da olsa anladım. Resim çekim işini bitirdikten sonra, benden acilen çektiğim fotoğrafları istediler. Ankara’ya vekile göndereceklermiş, çatının onarım ihalesi onayı bu resimleri bekliyormuş.

Çatının sağlam olduğunu bilinçli bir sabotaja maruz kaldığını, bunu resimlerle belgeleyince ihalecilerin etekleri tutuştu. Yarım saatte çatıyı eski haline getirdiler. Resimleri Ankara’ya göndermekten vaz geçtiler. Yapacakları hayali ihalelerine çektikleri resimlerimle noktayı koydum. Demek ki o ihalenin ortakları ilde de varmış ki, belgemizi vermeyerek bir nevi intikam aldılar. Hırsızlar, belgemizi çalarak çatı intikamını başka bir hırsızlık maharetiyle almış oldular.

Oysa benim hiçbir zaman belge almak gibi bir derdim olmadı. Ben her zaman hırsız ve hainlerden belge alma yerine ceza almayı tercih etmişimdir. Allah katına temiz bir sicil ile çıkmak için bu tip insanların tutuğu sicilimizin mutlaka kirlenmesi gerekir yoksa biz kirleneceğiz. Çok şükür onların katında ki sicilim kirlenmişti. Bu benim için verecekleri Başarı Belgesinden çok daha kıymetliydi. Ama arkadaşlarım için o belge önemliydi.

Üzüntümü belli etmemeye çalışarak masaya geri döndüm. Ama kafamı meşgul eden yabancı iki turistin bunları biliyor olmaları…

-Bakıyorum öğrendiklerinizden sonra yıkılmış gibisiniz! Bunları biliyor olmamız size garip gelebilir, Ama biz yardım etmek istediğimiz okul ve öğretmenini iyice araştırıyor, çok sık eleyip sık dokuyoruz. Çok yönlü araştırmalar sonucunda ancak yardım yapmaya karar veriyoruz. Bizim yardımlar basit yardımlar değildir. Kesinlikle asıl yerine ve hedefine ulaşması gerekir.

-Bu bahsettiğiniz yardım kuruluşu ile ilgili görevli kimliklerinizi görebilir miyim?
-Tabi

Her ikisi de yardım kuruluşuna ait kimliklerini masa bıraktı. Epeyce inceledim. Bu işin içinde bir şeyler vardı ama bir türlü çözemiyordum. Astronomik bir yardım rakamında bahsediyorlardı. Köye değil yeni bir okul, o parayla köyü yeni baştan inşa edebilirdim. Kimliklerin ardından pasaportlarını da incelemek istediğimi söyleyince, çantalarından pasaportlarını çıkarıp bana uzattılar. Pasaportla kimlikleri karşılaştırdım. Bir çelişki yoktu. Telefonumla kimlik ve pasaport fotoğraflarını çekince ikisi öyle bir paniklediler ki, birden cin çarpılmışa döndüler. Gösterdikleri tepkiyle, hata yaptıklarını anlayınca biraz kibarlaşarak konuştular.
-Aman, ne yapıyorsun hoca, onlar bizim özel ve kişisel bilgilerimiz. Lütfen o fotoğrafları telefonunuzdan siler misiniz?
-Siz benden bütün bir köyün öğrenci ve aile bilgilerini istiyorsunuz. Ama siz kendi bilgilerinizi vermekten imtina ediyorsunuz?
-Onlar bizim kişisel bilgilerimiz veremeyiz. Ama biz sizden o bilgileri yardım vermek için istedik. Lütfen telefonunuzdaki resimlerimizi siler misiniz?

Sakinleşmeleri için telefonumu adama uzatıp, kendisinin resimleri silmesini istedim. Adam telefonumu aldı, resimleri sildi. Uygulama mesajlarıma da göz attı. Resimlerin herhangi bir uygulama ile paylaşılıp paylaşmadığını da kontrol etti. Sonra derin bir oh çekerek sakinleşmiş bir vaziyete telefonumu bana uzattı. Kız arkadaşıyla da daha önce hiç duymadığım bir dilden konuştular, konuşmanın ardından ikisinin panik havaları dağıldı. Güvenlerini kazanmış ve panik havaları dağılmışken hiç beklemedikleri bir hamle yaptım:

-Sizin niyetinizin yardım olmadığını bilmeyecek kadar cahil değilim. Yardım bahanesiyle ulaşmak istediğiniz her neyse onu direkt söyleyin. Kesinlikle size yardımcı olmaya çalışacağım.

Bu sefer ikisi ayağa kalkıp, az ötedeki ağaçların gölgesinde aralarında İngilizce, Arapça ve daha bilmediğim başka dillerin karışımında oluşan bir dille uzunca bir fikir alış verişinde bulundular. Bu arada bende boş durmadım. Kimlik fotoğraflarını çekerken otomatik Google Drive kopyalanan nüshalarını bilgisayarıma indirip haklarında biraz araştırma yaptım. Kimlik ve Pasaport bilgilerinden Banka hesaplarına ulaşmam zor olmadı. Pasaport ve kimlikleri vatandaş oldukları ülkeden değil de başka ülkeden almışlardı. Anlaşılan birden fazla ülkenin vatandaşıydılar. Aralarında anlaşmış olacaklar ki masaya gelip oturdular.

-Sen İstanbul Yerebatan sarnıcını bilir misin?
-Evet defalarca gezdim. Çantasından köye ait bir evin resmini çıkarıp masaya bıraktı.
-Bu evin altında İstanbul Yerebatan Sarnıcından daha güzel ve muhteşem tarihi bir sarnıç var.
-Sizin yerüstünde bilginiz olduğu kadar yeraltından da bilginiz varmış.
-Bura da yaklaşık iki bin yıl önce atalarımız yaşamış. O zamanlar buraları bizimdi.
-Burası bir asır önce değil, on asır önce değil, yüz asır önce değil, bin asır önce değil, “Kalu: Bela’dan” beri bizim. Sizinkiler de başkaları gibi gelmişler gitmişler. Bu topraklara ait olmayanların kaderi bu geldikleri gibi giderler.

-Tanrı bu topları bize vadetti. Eninde sonunda alacağız.
-Tanrı bu topraklarda “medeniyet ve insanlık öğrenesiniz diye” size adres gösterdi vadetmedi.

-O sarnıcın duvar çekmecesinde ailemize ait M.S 60.yılda yazılan mukaddes kitabın orijinal bir nüshası var. O kitabın içinde ailemize ait bir şecere var. Onu çıkarma konusunda yardımınızı istiyoruz. Ne kadar para istiyorsanız vermeye hazırız. Gerekirse o evi satın alabilirsin. Ne fiyat isterlerse ver. Biz sadece gelip kazacağız kitabı alıp gideceğiz.

-Ne kadar derin kazacaksınız ve kaç gün sürecek?
-Tahminen 15 gün 50-60 metre kadar
-Orası bir ahır altında 50-60 metre derinlikte öyle bir şeyin olması imkânsız. Adam çantasından sarnıca ait çizim ve planlarını çıkardı.
-Sadece bak fotoğraf çekmek yok ama. Dedi
-Tamam. Dedim

Çizimlerde yerin altına doğru merdivenlerle inilen akıllara durgunluk veren muhteşem bir yapı vardı. Bu çizimler gerçekse Mardin Yerebatan Sarnıcı, İstanbul Yerebatan sarnıcın pabucunu dama atacaktı. Daha çizimleri inceliyordum ki adam çizimleri alelacele masadan topladı.

-O evin altındaki kitabı almamız gerek, ev kaç milyon dolara mal olursa olsun sen al. Biz gelip emanetimizi alır gideriz. Gülümsedim.

-İnanmadın galiba? Konuşmadım sadece gülümsedim.
-Bize inanmıyorsunuz. Ama orada orijinal bir kitabı mukaddes nüshası duruyor, belki içinde İsa Mesih’in Muhammed Peygamberi Müjdelediği ayetlerde olabilir.

-Ve o kitabı sizin için bunca değerli kılanda o ayetler mi?
-Yok, bizim için ailenin şeceresi çok önemli.
-Şecere hikâyesini boş ver, derdiniz o kitaba herkesten önce ulaşma ve o ayetlerin kimsenin görmemesini sağlamaktır. Değil mi? Siz Hristiyan bile değilsiniz!

Adam Kanada’dan aldığı Turistik Pasaportunu çantadan bir daha çıkardı. Protestan Mezhebine mensup olduğu yazan ibareyi gözüme sokarcasına parmağıyla işaret etti. Biraz sinirlendim.

-Sanırım bu kadar oyun yeter.
-Ne oyunu biz ciddiyiz o evi al.

Bilgisayar ekranımı yavaşça onlara taraf çevirdim. Ekranda adama ait banka hesap bilgileri vardı. İşin enteresan tarafı bilgilerde apaçık Kanada vatandaşı olmadıkları dini kökenleri ise Musevi olarak geçmekteydi. Adamla kadın birbirlerine baktı. Sonra adam:

-Sen öğretmen değilsin, öğretmen olamazsın!
-Sizde yardım kuruluşu personeli ve Turist değilsiniz! Ben sizi iyi tanıyorum, bu toprakları terk etmeniz için size 24 saat süre.

O kadar korkuttular ki, hemen hava alanına gitmek için köyden bir taksi çağırdılar. Taksici Mardin Havaalanına onları 100 dolara götüreceğini söylerken Onlar Diyarbakır Havaalanına acilen gitmek istediklerini Şoföre 200 dolar uzatıp konuşmasına fırsat vermeden çantalarını bagaja attılar. Gitmeden bana bir çift laf söylediler:

-Biz eninde sonunda o kitabı çıkaracak ve bize verecek birilerini buluruz.
-Bizden öyle hain çıkmaz biz Anadolu çocuğuyuz.
-İki yüz bin lira için neredeyse yepyeni okulu yıkanlar, milyon dolarlar için ne yapmazlar ki?
-Her zaman benim gibi engel olacak bir deli çıkar.
-Sen o ihaleye engel olduğunu mu sanıyorsun?
-Tabi engel oldum.

Adam pis pis sırıttı. Onların bildiğimi sandıkları ama benim bilmediğim her ne ise, bisikletlerin bana hatıra olarak bırakmalarına sebep oldu. Nöbetçi Öğrenciye, odunluk anahtarlarını vererek bisikletleri oraya götürmesi söyledim. Adamın son sırıtışı gözümden önünde hiç gitmiyordu.

Sınıfa döndüğümde okuma saati olduğu için herkes sessiz bir şekilde kitap okuyordu. Başkan Azize:

-Öğretmenim Bisikletleri size mi bıraktılar?
-Evet.
-Ayağınız iyileşir iyileşmez sürersiniz, artık.
-Ben bisiklet sürmesini bilmiyorum ki,
-Çok kolay öğretmenim.
-Bu yaştan sonra zor be Azize!
-Öğrenirsiniz öğretmenimin Tolstoy bile 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenmiş.
-Tolstoy
-Evet öğretmenim.
-Tolstoy öğrenmişse bende öğrenirim. Zaten rüyalarımda hep sürüyorum.

***

Yerime ücretli bir öğretmen görevlendirdiler. Bir iki gün okula gidemedim. Bu süre zarfında Başkan lise derslerini de kendince bitirmiş. Üniversite sınavlarına girmek için ücretli öğretmeni sıkıştırıyor da sıkıştırıyormuş. Öğretmen Lise mezunu olmadan bunun imkânsız olduğunu söyleyince de Azize adeta çıldırıyormuş. Sınıfa girer girmez aynı sorularına muhatap kaldım.

-Öğretmenim, Hicran öğretmenimiz Üniversiteye başvuramayacağımı söylüyor.
-Azize başkan, senin bir haftada ilkokul, bir haftada ortaokul, bir hafta da lise ve hata bir haftada Üniversiteyi bitirecek kapasitenin var olduğunu biliyorum ama gel gör ki, eğitim sistemimiz ilkokul, ortaokul ve lise için en az dörder yıl okuman gerekir diyor. Tamam, yetkimi de aşarak seni 2.sınıftan 4.sınıfa aktardım ama ortaokul, lise ve Üniversite için böyle bir imkân ve yol yok. En az dörder yıl okuman gerekir.

-Ama öğretmenim bu cezalandırma değil mi? Ben niye 12 daha bu duvarlar arasında kalayım ki, ben başka şeyler yapmak istiyorum. Beni sınava alsınlar becermezsem kabul. Ama ben bir suç işlemedim ki 12 yıl daha bu duvarlar arasında kalayım.
-Azize sen anlamıyorsun galiba, eğitim sistemimiz derse endeksli değil yıllara endekslidir. Elimde olsaydı zamansız mekânız bir sistem kurardım. Seni 10 yaşında bile Profesör yapardım ama binalar ve yıllar engeli var.
-Şimdi ben 16 yaşımda Profesör olamaz mıyım?
-Yok, Üniversiteyi bitirmen için 16 yıl okuyup beklemen lazım.
-Bu çok saçma bu resmen bana 16 yıl ceza vermişler demektir. 16 yıl bekleyeceğim.
-Maalesef başka çare yok.

-Ben buna dayanamam öğretmenim, okulu bırakıp dayımın yanına Avrupa’ya gideceğim. Ben dünyanın en genç profesörü olmak istiyorum. Zaten geçen yıl dayımla gittiğimde dönmeyecektim. Sırf sizin için döndüm. Dayımı arayıp gelip beni almasını söyleyeceğim.

Gitme Azize!

Bu topraklar bizim. Biz doğmadan yakmışız gemileri, gidecek yok başka bir yerimiz. Vaad edilmiş olsa da birilerine, yine de burası bizim, alınyazımız. Burası bir asır değil, on asır değil, yüz asır değil, bin asır değil, “Kalu: Bela’dan” beri bizim.

Toplayıp, çıkarsalar, çarpıp bölseler, yine biz kalırız bu topraklarda sonsuz gibiyiz...
Biz Asımın nesliyiz!
Biz bir babanın yedinci oğluyuz.

***

Mahmut Semen
Kayıt Tarihi : 20.10.2019 00:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Gitme Azize! Bu topraklar bizim. Biz doğmadan yakmışız gemileri, gidecek yok başka bir yerimiz. Vaad edilmiş olsa da birilerine, yine de burası bizim, alınyazımız. Burası bir asır değil, on asır değil, yüz asır değil, bin asır değil, “Kalu: Bela’dan” beri bizim. Toplayıp, çıkarsalar, çarpıp bölseler, yine biz kalırız bu topraklarda sonsuz gibiyiz... Biz Asımın nesliyiz! Biz bir babanın yedinci oğluyuz.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mahmut Semen