sözüm ne bir inci tanesi 
ne de âli bir ilhamın eseridir kadam 
olsa olsa iki gözümün gördüğü bu kördüğüme 
ve bu kahpe kördövüşüne kustuğum isyandır 
posası çıkmış et ve kemik yığınları görürüm kadam 
ölmeden göçüp gitmiş insanlar 
ama bu zavallılar 
ölümün sırrına erenler değil öyle 
daha yaşamı çözemeyenler 
bu yüzden sığınır olmuşum geceye... 
okyanusa... gökyüzüne... ötelere... 
bu yüzden tutsak olmuşum düşlere... 
hani dağlarımız vardı 
yücelerinden dumanı hiç eksilmeyen 
hani gözlerimiz kısılana dek gözlediğimiz 
yollarımız vardı ufukta düğümlenen 
ne yazık ki kadam 
deniz yıldızlarını kurtarmak hikaye 
hep bu hikayeleri koymuşlar önümüze 
aşktan, sevgiden bahsetmişler samimiyetsizce 
onuru bir kalkan etmişler kalleşçe 
insanları sevmeyi göstermişler pazarlıklı 
paylaşmak yalnız bana varsa 
hak güçlüysem 
adalet mahşere kalmış 
işimiz Allaha... 
haykırmak istiyorum kadam 
sesim körelene dek bağırmak 
kalemimin mürekkebinde boğulmak sonra 
gıkımı dahi çıkaramadan 
varsın tozlu kalsın ahım 
ne çıkar 
aylar var ki yüreğim tutsak 
gözlerimin feri kaçmış kadam 
oysa içimdeki kıpırtılar 
öyle deli öyle isyankar ki 
ağzıma bir bant çekip de susmak 
sarılmamak yahut kalem kağıda 
inan ki çıldırmaktan da öte 
insanlar neden böyle söyler misin 
niçin yüzler altında yüzler var 
hele de yüzsüzler ki 
ne sen sor ne ben diyeyim 
nasıl geçmiş damarıma çatal dilli dişi 
derisi kalın yüzü kızarmaz asalak 
emdi bir çırpıda tüm cevherimi 
belki şimdi ’hiç’ bile değilim 
ya neden ki sonunda ille de 
kahpe felek kör talih 
neden 
anlayacağın kadam 
benim bu aleme aklım ermedi gitti 
oysa yürümek vardı 
dahası çılgınlar gibi koşmak hep ileri... ileri... 
yoksa ben de mi boğuluyorum 
ah kadam ben de mi 
kendi tükürüğümde 
’korkma böyle gelmiş bu dünya böyle gider’ 
demek 
doğrusu işime gelmiyor değil ama 
çürümek ürkütüyor be kadam 
bir ölümlü diye kazınmak hafızalara 
lakin lanet edip küfretmekle de olmuyor işte 
koşmak dedim ya çılgınlar gibi 
dalaklanıp da çatlayıncaya değin koşmak 
kavuşmam gerek sonunda kadam 
ah kavuşmak... 
düşümdeki o yere 
ne gariptir ki 
kalemim öfke kusup dururken böyle 
ruhum en dingin bir ’an’ı yaşıyor 
şakaklarımdan aşağı ter dolu-dizgin... 
yollarımı çiziyor... 
yollar ki kadam 
hepsi de bir meçhule çıkıyor 
ben tükendim gittim de 
yollar ’bana mısın’ demiyor 
aşık olmak ne tuhaf şey 
işte o zaman 
ufuklardan öteleri 
ölümlerden beteri dahi vız geliyor 
hem o kadar büyülü ki 
sen de kapılıverirsin peşimden 
bir bakmışsın bir seher vakti 
şahit oluyoruz faltaşı gözlerle 
yepyeni bir günün doğum sancılarına... 
’artık paydos ’ diyoruz son bir nefes 
köhnemiş acılara... 
lakin bilemiyorum kadam 
gecede kalmak da var 
çıkamamak sabaha 
belki ölümün sırrına da eremeyiz 
bir çuval gibi atılıveririz bir köşeye 
çimen bağlar üstümüz 
adımız bile kalmaz yadigar 
peşimden gel diyemem bu yüzden 
benimle birlikte harcayamam gençliğini 
hayır dersen anlarım seni 
köpüklü dalgaları... 
mavi göğü... 
kır çiçeklerini... 
bilirim yaşamak güzel 
bir soluk belki de binlerce mihnete değer 
ama ben gidiyorum kadam 
hevesi kursağında kalmış bir balık gibi 
pul pul derimi yüzerler 
belki diri diri... 
yalnız şunu bil ki 
o zaman bile güller açacak yanağım 
bırak açık kalsın kapama gözlerimi 
o donuk tebessümleri ki 
pişmanlığını haykıracak 
yıllar geçer, devran döner... 
belki sen bile unutursun adımı 
ya da hafızanda bir puslu silüet kalır sade 
kimbilir 
ama ne gün 
şafağın ağaran ufkuna bakarsan 
göreceksin kanım hala sıcak 
ve hala öfkem tetiktedir 
şimşeklenen bulutların ardında 
yağmasam bile 
gürlerim be 
ne zaman ki büzülür güneş 
kör sağır ruhların üstüne 
pamuk yığınları gibi atılırken dağlar 
o son düdükte... 
işte kadam beni 
beni bir o zaman anlayacaklar 
Samsun,1997
Kayıt Tarihi : 3.9.2019 03:03:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 


Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!