Yalnızlık aynadır,
Ensemi görürüm her baktığımda.
Dönsem sırtımı…
Tebessümüm yansır inadına.
Göremem…
Doğuşum sanadır.
Dinle sevdiğim, bu ayrılık saatidir.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Devamını Oku
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
cok derin bir siir...
Sizin Aynaniz agliyormu?
Duru bir sudan daha derindi ayna.
Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde
etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.
İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu...
Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.
Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu.
Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.
Beyaz bir duvara asıldı.
Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.
Yaşamın bir penceresi olmuştu.
Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.
Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu.
Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya.
Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.
Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.
Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu.
Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu.
Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları.
Oysa ayna ağlıyordu.
Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:'Siz insanlar ne tuhafsınız.
Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka.
Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka.
Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.
Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz...
Düşünseniz...
Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin.
Her şeyin çaresini bulacaksınız.
Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...Sorun da içinizde, çözüm de...
Maskeyi yırtmanın yolu da bu...
Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi? Ya benim halim?
... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım.
En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.Nelerinizi görmüyorum ki...
Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.
Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum.
'Şimdi kötü görünüyorum' diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz.
Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.
Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor.
Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.
Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz.
Ne büyük çelişki?
Ben aynalığımdan utanıyorum.
Ama siz...
Kendinize böyle yabancı olmasanız...
Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda.
Kendinizi sorgulasanız...
İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız} Yüzünüzde maske var.
Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz.
Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.
Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna.
Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.
Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.
Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.İmrenilecek halinizde yok değil.
Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.
Fanilik bazen, ne güzel diyorum.
Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün..
Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl...
Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız.
Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.
Oysa ben büyüyemem, çoğalamam.
Sekiz bin yıl önce Çatalhöyükte var olan en eski atam bile sizin elinizde.
Rahat bırakmamışsınız...
Sizin toprak olma hakkınız var.
Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense? 'Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.
Duvar bir gün 'yeter' dedi.
Çivinin prangasını çözdü.
Ayna yere düştü.
Kırıldı.
Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor.
Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan.
Sahi sizin de aynanız var mı?
Aynanız ağlıyor mu?
( Kenan YAŞAR )
kenan beyi tanimiyorum..internet dünyasinda bu yazisi isimsiz paylasiliyor olmasi beni üzüyor dogrusu. yazarin hakkini vermeyen yüzsüz paylasimcilara kiziyorum ama elimden de bir sey gelmiyor. bu hikayeyi yillar önce bir hanim arkadasim yollamisti bana. arastirdim yazarin adini buldum ve ilk bloguma koydugum yaziydi yillar önce. simdi her blogda görebilmek mümkün. o kadar cok paylasiliyor lakin; yüzde birinde yazarin adi var. ben de bu yazarin adiyla yazisini buraya asmayi uygun buldum sevgili sadicigim...
sevgim-kere
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta