İstanbul Üstüne Sesler / Bercesteler*

Celalettin Kurt
50

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

İstanbul Üstüne Sesler / Bercesteler*

I. Beste Hüzzam: İSTANBUL RÜYÂLARIMIN /
EFSUNKÂR ŞEHRİYDİ
a-

Yıl bin dokuz yüz yetmiş altı; eylülün on ikisiydi takvim
On yediydi yaşım, henüz bıyıklarım terlememişti
Şehr-i İstanbul’un / ıtır kokan kapısından girmiştim
Ayaklarım usul usul değmişti, Arnavut kaldırımlarına
Sarmıştı yüreğimi, acı denizlerin yosun kokusu
Gökler ağlamaya durmuştu, damlalar kan-kısrak düşerken
Dağılmıştı martılar / som beyaz / ürkek ürkek tedirgin
Marmara’nın üstünden dumanlar ağmıştı / sular mı yanmıştı /

Gökyüzü bahçelerinden çavlan çavlan sular inmişti
Doğumuna ermişti gök-sular / vâveylâlar sinmişti
Son demindeydi yağmur, suların hüznü tükenmişti
Şebnemliydi ağaçlar, hercai çiçekler, hâki çimenler
Eleğim sağma mı? Yarım ay / İstanbul’un üstündeydi
Işıl ışıldı her taraf; gök mavi, yeryüzü maviydi
Görmüştüm İstanbul’u / İstanbul güzellikler behriydi
İstanbul / İstanbul; rüyâlarımın efsunkâr şehriydi

Uçsuz hayâllerle gelmiştim, pür telaş heyecanlarla
Delitay düşüncelerim / rüyâlarım sığmamıştı kabına
Sevinçliydim, neşeliydim, vuslata eren âşıklar gibi
İşte kucak kucağaydım, İstanbul’la / dibâce-i aşkımla /
Baş başaydım nihâyet, aşkından vurgunlar yediğim
Nârına, hârına düştüğüm onulmayan sevdamla

Aydınlık ufukların perçeminden tutmaktı işim
Uğurlarken babam:yol vaktinde; “oku oğul” demişti
Okumak, adam olmaktı; pencereler açmaktı uzaklara
Iraklardan, gün aşırı yollardan buralara gelişim
Oysa gelişimin ilk gününde düşmüştüm bir anafora
Çevrilip, İstiklâl Caddesinde çekilmiştim sorguya
İki yakamda iki el; “Kimsin / nesin? ” soruları içinde
Daha ilk günde bulaşmıştım, katranlar karası bir yaraya

Paylaşılmayan, bölüşülmeyen neydi yurdun üstünde
Hepimiz bu ülkenin çocukları değil miydik öz /
Bu telaş neydi; bu hışım, bu kin, bu heyecan
Vermemiş miydik yoksa, yaratana elest bezminde söz
Kılıçları kim çıkartmıştı kınından / kanlara bulanan /
Kimler biletmişti bıçakları, İsmailleri kesmeye
Kimler düşürmüştü anaların bağrına lime lime köz
Ve ne içindi izbe sokaklarda kara kara kurşunlar
/ Kardeşliğe sıkılan /
b-

/ İstanbul eski İstanbul değildi / Dinlediğim... /

II. Beste Sûzidil: MEHLİKÂ’NIN ŞEHRİYDİ /
RÜYÂLARDA İSTANBUL
c-

Fetihlerin muştusu, taçken başlar üstünde
Zarâfetin resmiydi, Türkçeleşen bu şehir
Eski çağın ardından, gül koklayan adamla
Peygamberin müjdesi, olmuştu fethe âhir
Tükenmişti kudreti, kahpe Bizans yüreğin
Berrak idi denizler, deryâ idi her nehir
Fetihlerin muştusu, taçken başlar üstünde

Târih kokan burçlarda, kutlu sevdalar vardı
Sevdaların harçları, soylu imanlardandı
İstanbul mu özgeydi, can verilen uğruna
Dertli başı çok zaman, koyu dumanlardandı
Adaletle hükmeden, hüküm fermâ canlar ki
Mazlumlara sığınak, kavi limanlardandı
Tarih kokan burçlarda, kutlu sevdalar vardı

Mehlikâ’nın şehriydi, rüyâlarda İstanbul
Sevdasına şiirler; şarkı, türkü yazılan
Lâlelerin güllerle, yarıştığı zamanda
Saâdetti gül mührü, yüreklere kazılan
Güzelliği üstüne, şehrengizler doğarken
Karanlıktı bu şehrin hâlesinde bozulan
Mehlikâ’nın şehriydi, rüyâlarda İstanbul

Şarkıların gül sesi, canlar içre sözlerdi
Dem tutardı Tatyos’un, Nevres Bey’in udunda
Ârif Bey’in âyîni, yürekleri dağlarken
Barışırdı yürekler, risâletin nûrunda
Ağır aksak semaî; Gülnihâl’i Dede’nin
Hoş sedâydı, hoş nevâ; sevdaların tadında
Şarkıların gül sesi, canlar içre sözlerdi

Bir nay vardı üflenen, Neyzen Tevfik dilinde
Girizgâhı hüzzamdı, karar hükmü âşiran
İnce sesi pür nefes, dayanırken segâha
Karışırdı gök damı, yağardı bahtı baran
Esrik olur dinleyen, göç başlarken güneşe
Şahikaydı nefesler; kalbi titreten, saran
Bir nay vardı üflenen, Neyzen Tevfik dilinde

Sarı güller, lâleler; hâlelenmiş çiçeğe
Bestelenir şarkılar, söylenirdi aşk ile
Tamburların nağmesi, Küçüksu’da çınlarken
Coşkulanır adalar, dem tutardı meşk ile
Heybeli’de mehtaba, Çamlıca’da üç güle
Geçilirdi makamlar, saray, döşek, köşk ile
Sarı güller, lâleler; hâlelenmiş çiçeğe

III. Beste Segâh: ÂSAF HÂLET KÜLÜNGÜ /
DAĞ DELERDİ FERHAT’LA
d-

Şairlerin gül sesli, divânından sayfalar
Çevrilirdi sahafta, kitap içre lisâna
Hâşim söyler akşamı,Yahya Kemâl akını
Bercesteli mısralar, sığar idi her âna
Âsaf Hâlet külüngü, dağ delerken Ferhat’la
Can gelirdi aşklara, canlar ererdi câna
Süzülürdü zamânın, ilk akşama son bendi
“Paydos” derdi Tarancı; sönerdi vaktin fendi
Başlar fasl-ı muhabbet; şiir girerdi kana

Âsım diye dillenen; milliyetin şâiri
Zerre zere adaktı, Türk yurdunun adına
Çanakkale mahşerken, kanlar içre yanarken
Bir kez bile düşmezdi; yüreğinin yâdına
Dost bilirdi vefâlı; ataların yurdunu
Mısralarla ererdi, yurt aşkının tadına
Üflerdi Neyzen nayı, Çınaraltı Sahafta
Akif şiir söylerdi, Neyzen ile bir safta
Ülküleri sığmazdı, Türk toprağı ‘budun’a

Hattat Osman elinden, besmeleler sülüslü
Yazılırken naifçe, can gelirdi kaleme
Taçlanırken mihrâplar, oyulurken minberler
Aşk doğardı gül sesli, yücelerde âleme
Şadırvanlar, kemerler; serviden minâreler
Bürünmezdi Sinan’la, âhir ömür eleme
Katı taşlar yontulup, bin bir şekil alırken
Renk cümbüşü çizgiler, zarâfetler bulurken
Dururlardı kıyamda, Hakk adıyla selâma

Bir Osman Hamdi vardı, güzellikler içeri
Resmederdi bu şehri, yedi tepe üstünden
Güneş girerken suya, ay değerken buluta
Görklü ilham alırdı, üveyikler sesinden
Çamlıca’nın cemâli, Marmara’ya düşerken
Beslenirdi suların, ebrûlu nefesinden
Aşk düşerken tuvale, türlü renkler iç içe
Kuşlar göçün çizerken, katılırdı o göçe
Renk örerdi hercaî, kalbinin kafesinden

Yakamozlar çakardı, gölgelenmiş sularda
Dev irisi fenerler, göğe şavklar vururdu
Bir misina ucunda, bıçak sırtı balıklar
Marmara’nın üstünde, sürü sürü dururdu
Vira vira bismillah, ipek atlas yelkenler
Denizlere açılan, heybet heybet gururdu
Bereketti denizler, inci-mercan o zaman
Denizlerin türküsü, söylenirdi pek yaman
Tayfaların dilinde, bütün meşkler sürûrdu

IV. Beste Nihâvent: İSTANBUL’UN SEYRİNE /
GÖZLER İLE DOYULMAZ
e-

Çağ açılıp Fatih’le, çağ kapanan zamandan
Bugünlere ne geldi, neler geçti sayılmaz
Yıkılsa da konaklar, bozulsa da kasırlar
İstanbul’un seyrine, gözler ile doyulmaz
Yedi tepe üstünden, baksa insan kuş seyri
Esrik olur bir güzel, kolay kolay ayılmaz
Lâkin acı, boğazda, Frenk ritmi çalınır
Dünde kalan mûsîki, tambur sesi duyulmaz
Çağ açılıp Fatih’le, çağ kapanan zamandan

Durur hâlâ kıyılar, eski püskü kasırlar
Üç-beş kasır kalmışsa, ataşlara atılır
Unutulur tarihi, inci nakış emeği
Mezatlığa çekilir, haraç mezat satılır
Dünde kalır hâtıra, sandal keyfi yok olur
Sandalların sefâsı, şuh yatlara katılır
Ama çıkar yine de, kadre kıymet verenler
Tarih kokan değerler, el üstünde tutulur
Durur hâlâ kıyılar, eski püskü kasırlar

Üsküdar’da yağmur var, beyaz setre gömlek yok
Eski günler berceste, vefâ yitmiş derilmez
Direklerin arası, yeksan olmuş yerinden
Orta direk oyunlar, Dümbüllüler görülmez
Baş köşede yetmeler, hem makamsız, usulsüz
Hafız Burhan, Areller; Yavaşçalar sorulmaz
Şiir yorgun, aşk ölü; makam kayıp nerdeyse
Merhem gerek yaraya, yara büyük sarılmaz
Üsküdar’da yağmur var, beyaz setre gömlek yok

Pike yapan martılar, Marmara’ya değerken
Koç sürüsü dalgalar, birbiriyle çarpışır
Kum saati zamanda, kıyı süsü fenerler
Denizciye göz eder, gözlerini kırpışır
Mavna, sandal, takalar, mazilerde kalsa da
Heybeli’ye, Göksu’ya; eski günler yakışır
Şuh limanlar doğarken, “marinası” içinde
Cam kırığı kumcuklar, yara bere takışır
Pike yapan martılar, Marmara’ya değerken

İstanbul! Ey İstanbul! Yüreğimin gül şehri
Mehlikâmsın yürekte, Dilrubamsın sen benim
Âşığınım en kavi, en kasvetli dönemden
Vazgeçemem sevdamsın, içim dışım sen benim
Hasretine düşsem de, çoğu zaman ırakta
Dayansam da elliye, gençlik yaşım sen benim
İşte yazdım sevdana, beyazından dilekçe
Yiğitiyim aşkının, dikçe başım sen benim
İstanbul! Ey İstanbul! Yüreğimin gül şehri

/ İSTANBUL... /

*2008 Türk Veterinerler Birliği Mehmet Akif Ersoy Şiir Ödülleri Türkiye
İkinciliği

Celalettin Kurt
Kayıt Tarihi : 9.7.2008 02:17:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Celalettin Kurt