İstanbul’la Hasbihal
Hiç hesap yapmadım
Bu kaçıncı gelişim sana bilmiyorum
Bildiğim tek şey
Yeniden kolların arasındayım İstanbul
Biraz yorgunum ama
Neşem de buruk
Öyle garip bir haldeyim işte
Gönderme, bırak beni kalayım
Oturma izni isteme benden
Kadim bir dostluk bizimki
Hatırla dağlardan denize indirilen
Bir gemi de bendim
Senin anlayacağın
Fatih’ten beri adımlarım sokaklarında
Bırak bir tepe de ben olayım sende ilahi şehir
Bir iftar vakti
Bir bardak soğuk su
İçeyim sofranda
Beni hemen gönderme
Bırak kalayım
Yanacaksam sende yanayım
Martılar bilmesin hüznümü
Tedirgin olmasın Yeni Cami’de güvercinler
Süleymaniye’nin ezanları inceden inceye
Dağıtıversin dağlanan yüreğimi
Aslımı sorarsan Rumeliliyim
Kendimi bildim bileli
Dilimin nöbetindeyim
Türkçemin hapsinde elleri prangalı hem de
Ah İstanbul
Itri’nin faslında
Bir udi de ben olayım
Bir de Prizren şivemle
Türküler yakayım bağlamamla
Bırak hasret gidereyim biraz
O kadarını da çok görme
Bir köşe bir pösteki
Ayırsın hancı
Halim pek yok ya
Mahmutpaşa’da bir hamal
Sana olan özlem yükümü
Sırtlayıversin
Ah İstanbul!
Yakınıyorum diye sanma
Benimkisi bir hasbihal
Bak işte içimde fırtına kasırgalar
Yağız atlar kara kışlara yol almada
Nedir, güneş mi kayıyor avuçlarımdan
Umut ovalarında seller mi kopuyor
Uzakta görünen başı karlı
Gençliğimin dağları mı
Hüzün yüklü kara bulutlar
Neyin habercisi
Söyle İstanbul
Ayrılık mı var bu işin sonunda
Sana anlatacaklarım çok var oysa
Fokur fokur kaynayan çaydanlık gibiyim
Bir dökülebilsem
Demim neler söyler neler
Gene de şunu bil yeter
Bunca yıl yol aldım düzde yokuşta bozkırda
Kaygım insan olabilmek
Ve sevmekti
Ah İstanbul!
Alnımın kırışıklarını bir oku
Oku ki o hep halkını sevdi der
Sevmek huzurun çırasıdır bilirsin
Varsın çığ gibi büyüsün sevgi
Gökkuşağı renkleriyle gülümsesin insanlık
Barış yağmurlarıyla ıslansın artık Filistin
Urumçi, Myanmar vahşetle uyanmasın
Keyfince hoyrat söylesin Türkmen kardeşim
Çanakkale, Auschwitz, Srebrenitsa, Kerbela’lar yerine
Dünya barışçıl yollarda
Yunus’ça arşınlasın yarınlara
Gömülsün savaş borazanları
Ah İstanbul!
Şar Dağı eteklerinde koşan bir çocuktum ben
Körağa Sokağı’nda oyunlar oynayan
En çok da futbola düşkün
Akşam kararmadan eve dönmek adetten değildi
Üzerine toz şeker dökülmüş ekmek dilimini
Çeşme suyuyla ıslandırır
Açlığımızı öylece geçiştirirdik
Şehrin dışında Dutluk’taki dut ziyafetini
Saat Kule, Kale, Akdere kıyılarında geçen zamanı
Ramazan Akşamları’nın rengarenkliliğini
unutmak mümkün mü
Yemin billah Yakup’un babasının yaptığı
tahta arabasına binmek
Yarış arabalarının zevkinden bir farkı yoktu
Ya Saat Kule boğazında
Davut Ağa’dan gizli otlukhanede
çevirdiğimiz filmlere ne demeli
Senin anlayacağın sokağımız başlı başına bir Yeşilçam’dı
Mamo, Mesut, Sülo, Vayçe, Rido, Memet, Recep, Cavit gibi
Birbirinden renkli delileri vardı yaşadığım şehrin
Gel gör ki ne ettimse Rido’nun ahşap
Çocuk oyuncakları yapmasının sırrını öğrenemedim
Mamo’nun da şehri ikiye ayıran Akdere ırmağının taşlarını
Büsbütün temizlemeye ömrü yetmedi
Ah İstanbul!
Çocukluğumun anıları bunlarla sınırlı değil elbet
Aynalı kurabiyesiyle, renkli gözlükleriyle Karabaş’ı
Kiraz, üzüm bağlarıyla Bülbüldere’yi
Orada sinema starları gibi
Günümüz stendapçılarına taş çıkartacak
Abdullah Palyaço, İtfaiyeci Elez, İrfan Doktor,
Reşat Lale gibilerinin
Orta oyun temsilleri, bardak oyunlarını
Yumurta tokuşturulan Daltulum’u
Kırkpınar, Santral, Mlin, Naşeç’teki teferiçleri
Drim’de arkaüstü yüzerken tava yiyen
Namı diğer Avni Çesteneci’yi
Toçila, Poslişta’da içilen buz gibi suyu
Akşamları alnımızda yanıp sönen
Ateşböcekleriyle bağ dönüşlerini
Çocuk adımlarımla yolu uzadıkça uzayan
Tarlaya ekmek götürüşüm
Belleğimde nasıl da yer etmiş
Al işte Paliçko’nun süslenmiş gelin arabası
geçiyor mahallemizden
Elleri kınalı Çingene Resmo def eşliğinde
Avazı çıktığı kadar Ramizem’i söylüyor
Yüzüne aklık, tel sürülmüş gözü yaşlı körpe gelin
Gelin arabasına bindiriliyor
Çintan gömlekli kadınların naralarıyla
Tombul Paliçko önce boynundaki maramayla terlerini siliyor
Sonra atları kamçılayıp
Ağır ağır uzaklaştırıyor mahallemizden arabayı
Ah İstanbul!
Göç yağmurlarıyla sulanan toprağın
Çocuklarıyız biz
Trenlerin, otobüslerin ardından
Sallanan mendiller hala ıslak
Yollar bu yüzden uzar gider
Gurbet bu yüzden acı ve çekilmez
Bizim ora erkekleri türküler eşliğinde
Kamyonlarla askere uğurlanırdı
Ellerindeki ahşap sandıkları içinde
Tıraş makinesi, birkaç kurabiye
Bir de ayva olurdu
Ah İstanbul!
Efkâr basınca bizim oralarda
Çanakkale, Yemen türküsü
Daha bir içli söylenir
Bir başka yürek dağlar Rumeli türküleri
Gençlerin sevdalanışı
Türkçemin asilliği
Bir başkadır
Ah İstanbul!
Gene de beni tutma
Elimi, kolumu bağlama
Evlad-ı Fatihan’ım ben
Bırak tez elden varayım Urumelime
Tuna, Arda, Akdere, Vardar aktıkça oralarda
Buralarda nasıl dururum ben
Yeminim var kaldırımlarına
Sokağına, taşına, dağına
Çeşmelerinde akan suya,
Irmaklarında yüzen balığa
Bahçelerinde açan kadife güle,
Duvara yaslanan hanımeline
Karına, yağmuruna, yeline
Toprakta yatan yatırına
Camide namaz kılan mümine
Dilimce okuyan küçük kardeşime
Şairime, sanatçıma, halkıma
Hoşgörüyü sinesine çekenlere
Barış tohumları ekenlere
Gökteki yıldıza aya
Yol ver gideyim İstanbul
Alışkanlıklarımın sürüklediği yere
İstanbul, Temmuz 2015
Zeynel Beksaç
Kayıt Tarihi : 3.2.2018 16:03:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Zeynel Beksaç](https://www.antoloji.com/i/siir/2018/02/03/istanbul-la-hasbihal-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!