İstanbul'da Bir Erguvan Akşamı Şiiri - Y ...

Yusuf Dursun
32

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

I
İstanbul’da bir erguvan akşamı,
Gurubun rengini çektim içime.
Boğaz’da suların “o gül endam”ı,
Çevirdi ruhumu bin bir biçime.

Kınalı’dan Heybeli’ye geçerken,

Tamamını Oku
  • Mahir Bahçeli
    Mahir Bahçeli 19.08.2005 - 15:30

    saygılarımla. kutlarım.

    Cevap Yaz
  • Murat Öz
    Murat Öz 27.05.2005 - 20:07

    ''Güzel bir İstanbulu güzel bir şiir ile anlatmışsınız, kutlarım.''

    Cevap Yaz
  • Yine Yeniden
    Yine Yeniden 27.05.2005 - 13:10

    afedersiniz ama hiç kimse eleştirmeyecek yada fikrini söylemeyecek sadece ve sadece birbirini ağırlayacaksa ve dahi sığ kalınıp bir avuç insanın harikasınız!! nidalarıyla başbaşa kalacaksak şiirlere yazık o zaman...beni aydınlatın bilmiyorum diyebilecek kadar şiiri seviyorum siz nasıl bu kadar biliyorsunuz!!!

    Cevap Yaz
  • Gülcihan Son
    Gülcihan Son 27.05.2005 - 13:10

    Yusuf Dursun Bey sizi kutluyorum. Şiir akıcı ve çok güzel olmuş.Yüreğinize sağlık.

    Cevap Yaz
  • Akal Günay
    Akal Günay 26.05.2005 - 23:48

    &İSTANBUL DEYİNCE AKLIMA ZERAFET GELİR&

    BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

    İstanbul destanı

    İstanbul deyince aklıma martı denir

    Yarısı gümüş, yarısı köpük

    Yarısı balık yarısı kuş

    İstanbul deyince aklıma bir masal gelir

    Bir varmış, bir yokmuş



    İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir

    Anadolu'da toprak damlı bir evde

    Gülcemal üstüne türküler söylenir

    Süt akar cümle musluklarından

    Direklerinde güller tomurcuklanır

    Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum

    Gülcemalle gider İstanbul’a

    Gülcemalle gelir



    İstanbul deyince aklıma

    Bir sepet kınalı yapıncak gelir

    Şehzadebaşı'nda akşam üstü

    Sepetin üstünde üç tane mum

    Bir kız yanaşır insafsızca dişi

    Boyuna bosuna kurban olduğum

    Kalın dudaklarında yapıncağın balı

    Tepeden tırnağa arzu dolu

    Sam yeli söğüt dalı harmandalı

    Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı

    Şehzadebaşı'nda akşam üstü

    Yine zevrak-ı derunum

    Kırılıp kenara düştü



    İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir

    Dokuzuncu Senfoniyle kolkola

    Cezayir marşı gelir

    Dört başı mamur bir gelin odası

    Haraç mezat satılmakta

    Bir gelinle güvey eksik yatakta

    Köşede sedef kakmalı tombul bir ut

    Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

    Sonra ellerinde şamdanlar nargileler

    Paslı Acem kılıçları

    Amerikan kovboyları

    Eller yukarı



    Ne kadar da beyaz elbiseleri

    Amerikan deniz erleri

    Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi

    Sütten duru buluttan beyaz

    Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin

    Yakışmaz

    Ama harbederken onlara

    Bambaşka elbiseler giydirirler

    Kan rengi, barut rengi, duman rengi

    Kin tutar kir tutmaz



    İstanbul deyince aklıma

    Kocaman bir dalyan gelir

    Kimi paslı bir örümcek ağı gibi

    Gerinir Beykoz’da

    Kimi Fenerbahçe’de yan gelir

    Dalyanda kırk tane Orkinos

    Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir

    Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur

    Denizin içinde ağaçlar devrilir

    Kan çanağına döner dalyanın yüzü

    Camgöbeği yeşili bulanır

    Bir çırpıda kırk Orkinos

    Reisin sevinçten dili dolanır

    Bir martı gelir konar direğe

    Atılan Kolyosu havada yutar

    Bir başkasını beklemez gider

    Balıkçı gülümser tatlı tatlı

    Adı Marikadır bu martının der

    Her zaman böyle gelir böyle gider



    İstanbul deyince aklıma Adalar gelir

    Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır

    Çalımından geçilmez altmışlık madamların

    Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların

    Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların



    İstanbul deyince aklıma kuleler gelir

    Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır

    Ama şu Kızkulesinin aklı olsa

    Galata kulesine varır

    Bir sürü çocukları olur



    İstanbul deyince aklıma

    Tophane'de küçücük bir sokak gelir

    Her Allahın günü kahvelerine

    Anadolu’dan bir sürü fakir fukara gelir

    Kimi dilenecek dilenmesine utanır

    Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun

    Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm

    Çöpçü olmuştur bugüne bugün

    Kiminin sırtında perişan bir küfe

    Kiminin sırtında nakışlı semer

    Şehrin cümbüşüne katılır gider

    Kalın yağlı bir kolana koşulur

    Piyano taşırlar omuz omuza

    Kendinden ağır yükün altında adamlar

    Balmumu gibi erir dururlar

    Sonra kanter içinde soluk alırlar

    Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin

    Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin

    Nazdan nazik çiniden bilezik eller

    Derken

    Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses

    Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin

    Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:

    Gamı şadiyi felek

    Böyle gelir böyle gider



    İstanbul deyince aklıma

    Stadyum gelir

    Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi

    Hepsinin dudağında İstiklal Marşı

    Bulutlar atılır top top pare pare

    Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm

    Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız

    İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm



    İstanbul deyince aklıma

    Stadyum gelir

    Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık

    Memleketimin insanlarına

    Daha fazla sokulmak isterim yanlarına

    Ben de bağırırım birlikte

    Avazım çıktığı kadar

    Göğsümü gere gere

    Ver Lefter'e yaz deftere

    Stadyum gelir

    İstanbul deyince aklıma

    Binlerce insanın aynı anda

    Aynı şeyi duymasından doğan sevincin

    Heybetini düşünürüm

    Birbirine eklenir kafamda

    Binler yüzbinler milyonlar

    Sonra bir mısra havalanır ürkek

    Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar



    İstanbul deyince aklıma

    Yahya Kemal gelirdi bir eyyam

    Şimdi Orhan Veli gelir

    Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli

    Demindenberi senin tadın senin tuzun

    Senin şiirin senin yüzün

    Yaralı bir güvercin misali

    Başımın üstünde dolanır durur

    Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine

    Neresine mi arayan bulur

    Erbabı bilir

    Deli eder insanı bu şehir deli

    Kadehlerin çınlasın Orhan Veli



    İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir

    Burgaz adasında kıyıda

    Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne

    Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür

    İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler

    Bütün İstanbul’u dolaşırlar elele başbaşa

    Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta

    Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli

    Ziba mahallesinde gece yarısı

    Sabaha Galata’dan geçer yolları

    Maytaba alacakları tutar kahvede

    Zararsız bir deliyi

    Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun

    Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin

    Sonra oturup sessizce ağlarlar



    İstanbul deyince aklıma

    Sait Faik gelir

    Taşında toprağında suyunda

    Fakirin fukaranın yanıbaşında

    Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir

    Kıldan ince kılıçtan keskin

    Hep iyiden güzelden yana

    Hep kimsesizlerin



    İstanbul deyince aklıma

    Said'in son yılları gelir

    Hey Allahım en güzel çağında Said'e

    Dört beş yıl ömrün kaldı denir

    Sait Sait olur da nasıl dayanır

    Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine

    İhtiyar balıkçı pis pis düşünür

    Bir zehir yeşilidir açılır

    Bir yeşil ki ciğerine işler adamın

    Bir yeşil ki kasıp kavurur

    Küçük mavi çocuk

    İhtiyar balıkçı

    Ve dilimize bulaşan zehir yeşili

    İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri

    Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said'in şiiri



    İstanbul deyince aklıma

    Sabiyem gelir

    Sabiyem boynundan büyük bir demetle

    Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir

    Bahar nereden gelirse velhasıl

    Sabiyem oradan gelir

    Ne delidir ne divane

    Aslını ararsan çingenedir

    Tepeden tırnağa güneştir

    Topraktır

    Anadır

    Analar içinde bir tanedir

    Biri sırtında biri memesinde biri karnında

    Karnı her daim burnundadır

    Canını mendil gibi takar dişine

    Yürekten birşeyler katar işine

    Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar

    Alçakgönüllüdür Sabiyem

    Hem maşa satar, hem göbek atar

    Ver bir çeyrek güzelim der

    Neyse halin o çıksın falin

    Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz

    Sonra anlatır dün gece başına gelenleri

    Görürüm üryamda bir sarı yılan

    Cenabet uğraşır durur benimlen

    Uyanır bakarım benim bebeler

    Yatağın ucuna kaymış

    Ayağımın parmaklarını emer



    İstanbul deyince aklıma

    Bir basma fabrikası gelir

    Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun

    Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta

    Kanter içinde mahzun

    Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun

    Fabrikada pencereler tavana yakın

    Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin

    Dışarda ağaçlar dizi dizi

    Duvarlar duvarlar uzun duvarlar

    Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi

    Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor

    Dışarda dışarda dışarda

    Mevsim gürül gürül akıp gidiyor

    Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm

    Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin

    Kötü kötü düşünüyor

    İpeğin akışına doyum olmaz

    Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz

    Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz

    Bir top Amerikandan neler çıkmaz

    Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır

    Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi

    Gülsüm'ün gözleri kamaşır

    Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm

    Bir top Amerikana hasret sizlere ömür

    Gülsüm'lerin sürüsüne bereket

    Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet

    Gider Gülsüm gelir Gülsüm

    Azrail ettiğin bulsun



    İstanbul deyince aklıma

    Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir

    Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil

    Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan

    Yaz demez kış demez mutlaka gelir

    Kirli yelkeninde yeni bir yama

    Demirinin pası gelir dilime

    Nabzımda duyarım motorunun hızını

    Canımın içine sokasım gelir

    İri kalçaları pullu denizkızını



    İstanbul deyince aklıma

    Takalar gelir

    Alçakgönüllü kalender

    Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer

    İstanbul deyince aklıma

    Koca Sinan gelir

    On parmağı on ulu çınar gibi

    Her yandan yükselir

    Sonra gecekondular gelir ardısıra

    İsli paslı yetim

    Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim

    &İSTANBUL DEYİNCE AKLIMA BOĞAZ GELİR&

    +YARIŞMA DEYİNCE AKLIMA ESKİ ŞİİRLERDEN
    ÇALINAN SATIRLAR GELİR+
    ( Şair arkadaşlarımı tenzih ederim )

    Şairce saygılar......

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 24.05.2005 - 21:40

    HECENİN YETİM ÇOCUKLARI
    M.NİHAT MALKOÇ

    Bilindiği gibi şiir hece ölçüsüyle,aruzla ve serbest tarzda yazılır.Hece ölçüsü bin yıldan beri özellikle halk şiiri geleneğiyle günümüze kadar gelmiştir.Bu süreç içerisinde binlerce büyük halk şâiri yetişmiştir.Yunus Emre,Karacaoğlan,Aşık Veysel bunlardan bazılarıdır.Bu ekol çok köklü bir geleneğe sahiptir.
    Hece ölçüsüyle şiir yazmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.Çünkü hece,şiirde bir disiplinin adıdır.Öncelikle dizelerdeki hece sayılarının eşit olması gerekir.Ardından durakların da baştan sona kadar aynı düzende devam etmesi şarttır.Yani meselâ 11’li ölçüyü tutturmak yeterli değildir.Bunun durakları da vardır ve olmalıdır.İlk mısranın durakları 6+5=11 ise ötekilerin de öyle olma mecburiyeti vardır.
    Bunun yanında kafiyelerin kusursuz olması gerekir.Beytin veya dörtlüğün aynı kafiye türüne sahip olması lâzım.Dörtlüğün tamamı aynı kafiyelenmelidir.Bir dize başka,öbürü başka olamaz.Bunun yanında bir de kafiye örgüsü vardır.Düz kafiye,çapraz kafiye,sarma kafiye diye…Buna da uymalıyız…Kafiyeyle redifi de birbirine karıştırmamak gerekir.Meselâ iki çekim eki kafiye olmaz;redif olur.Tunç kafiye ve cinaslı kafiye de ayrı bir ustalık gerektirir.Kısacası heceyle şiir yazmak bazılarının sandığı gibi kolay bir iş değildir….Bunu başarmak hüner ve çaba ister.
    Bazılarının heceyle ilgili klasik yakınmaları vardır.Neymiş efendim heceyle yazarken duygular kısıtlanıyor.Çok güzel bir benzetme buluyorsun ama hece ölçüsüne uymayınca terk etmek zorunda kalıyorsun.Şiir yazmayı alelâde bir iş olarak mı görüyorsunuz?Marifet bu kısıtlamalara rağmen güzel eserler vücuda getirmektir.Türk şiirinde bunu başarmış pek çok mümtaz isim mevcuttur.
    Hece bir söz disiplinidir.Yok neymiş,hisleri prangalara vurmamalıymışız…Git o zaman deneme yaz…Hikaye yaz….Kelimeleri leblebi gibi beyaz sayfalara savurmak mıdır şiir?....Bu mu sizin sanat anlayışınız?Benim soyut hikayelerim var(Bazıları bunlara postmodern hikâye diyormuş…) Alın o hikayeleri; sıralayın cümleleri alt alta…Alın size serbest şiir…Bundan sonra ben de hikâyelerimdeki cümleleri yan yana değil de alt alta mı yazsam?Bunu hiç düşünmemiştim.Hay aklımı seveyim…İyi fikir…Kim tutar beni!!!!!
    Bir de aruzla yazılan şiirlerimiz var.Osmanlı devleti zamanında zirveye çıkan aruz şiirinin de kendine mahsus pek çok kuralı vardır.Yok işte aruz kalıplarına uyacaksın;imale,zihaf,med,ulama yapacaksın gibi…Bu şiir altı yüz yıl boyunca yaşamıştır.Çok da mükemmel eserler ortaya konulmuştur.Fuzulî,Bakî,Nef’i,Nâbî,Nedim,Şeyh Galip bu tarzın üstatlarıdır.Dil inkılabıyla beraber bu şiir de tarih olmuştur.
    Divan şiirinin son büyük üstadı bir Mevlevi şeyhi de olan Şeyh Galip’tir.Divan şiiri maalesef bugün müzeye kaldırılmıştır;esamesi okunmamaktadır.Bu ayrı bir tartışma konusu…Ben bugün bu şiirin tekrar canlandırılması gerektiğini savunmuyorum.Onu bir kenara bırakalım ama asla yok saymayalım.Onu yok sayarsanız edebiyatımız kuşa döner.
    Gelelim serbest şiire…Ben serbest şiirin varlığını inkâr eden bir insan değilim.Şiirde ne kadar çeşitlilik ve alternatif söyleyiş tarzı olursa bu edebiyatımız için o kadar kârlıdır.Fakat serbest şiir derken bazıları bu serbestliği başıboşluk olarak anlıyorlar.Serbest şiir demek,ne söylersen şiir olur demek değildir.Onun da kendine mahsus söyleyiş ilkeleri vardır.
    Önüne gelen ne idüğü belirsiz imajlar icat ederse bu yazılanları,o eseri yazandan başkası anlamaz…Biraz daha da ileri giderek şunu söylemek istiyorum..Serbest şiir yazdığını söyleyen bazı aşırı serbestler(!) ne dediklerini kendileri bile bilmiyorlar.Ben atayım,onlar mânâlandırsınlar.Nasıl olsa şâirlerin hayal dünyası sorgulanamaz.
    Hatta ne idüğü belirsiz şiirler bugün daha çok tutuluyor.Vay be….Adam ne biçim yazmış…Hiçbir şey anlamıyorum bu dizelerden…Ben de ne cahilmişim…Hele bu şiiri bir çözsem kim bilir ne harika mânâlar çıkar altından…Gelsin övgü dolu yorumlar….”Yüreğine sağlık…” diye başlayan samimiyetten uzak dilekler…Sormalı o kişilere anlamadığın,çözemediğin şiirin güzel olduğuna nasıl karar veriyorsun?Güzelliğin ve mükemmelliğin ölçüsü anlaşılmazlık mıdır?Bu kanaat akılla ve mantıkla bağdaşır mı?Kerameti kendinden menkul diye bir deyimimiz var ya….Aynen uyuyor bu anlaşılmaz şiirlerin hayranlarına…
    Şiir üzerine konuşulsun...Herkes yazıyor ama şiir teorisi konuşulmuyor...Şiir tahlilleri yapılmıyor...Herkes üstât...Ama niçin? ...Güzel şiir nedir? ....Şiir değerlendirmelerinde kıstaslarımız neler olmalıdır? Bunlar konuşulsun...Şiir tabu olmaktan çıkarılsın.Şiir özneldir deyip işin kolayına kaçılmasın....Kimse iyi şiir yazıyorum diye kendini kandırmasın.....Bu, şiirin geleceği açısından hayatî öneme sahip bir mevzudur..Ben biraz da bunun peşindeyim...
    Kurumasın söz ağacı....Gelişsin,serpilsin,yeşersin,gürleşsin...Serbestlik serbestlik de bu kadar mı? ...Bunun bir sınırı olmalı...Pek çok şâir ne yazdığından kendisi bile haberdar değil...Şiirlere methiyeler dizilince kendisi de şaşırıyor...Tabiki,argo tabirle söylemek gerekirse çaktırmıyor da! ..Şiirde anlaşılmamak marifet olarak telâkki edilmemeli….
    Başımızı kuma gömmekle hakikatleri görmezlikten gelemeyiz. “Güneş balçıkla sıvanmaz” demiş atalarımız...Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.Bu başıboşluk hayra alâmet değil..Ben bir kıvılcıma vesile oldum.Bu ateşi korlaştıracak sizlersiniz...Tartışmaktan zarar gelmez...Fikirler tartışılarak gerçeklere varılır.
    Son yıllarda ülkemizde bir serbest şiir furyası esiyor.Bin yıllık heceye kimse itibar etmiyor…Serbest yazmak moda oldu….Hatta heceyle yazanlar çağa ayak uyduramamakla suçlanıyor…Hatta bir Şâir(!) benim heceyle yazdığım şiirleri eleştirirken “Siz Yahya Kemal’i bile aşamamışsınız…Neyin peşinde koşuyorsunuz?…” diyordu.Yahya Kemal sanki sıradan bir şâir de ben onu bile aşamamışım…Soruyorum şiirle uğraşanlara: “Bugün Yahya Kemal’i aşan bir isim var mı?” O büyük şâiri aşsam sen benim şiirimi eleştirmeye cesaret edebilir misin?Yani sapla saman karışmış bir durumda…
    Ben bu hece düşmanlığına bir anlam veremiyorum…Heceyle yazanlar,bazı aşırı serbest şiir üstatları(!) gibi makinalaşarak vatanlarına mı ihanet ettiler?….Peki niçin hece şâirlerinin karşısına dikiliyorsunuz?Onların da hislerini ifade etme hakları yok mu?Hececiler niçin üvey evlât muamelesi görüyor?
    Son yıllarda yapılan şiir yarışmalarını hep takip etmişimdir…Bu müsabakalarda birinci seçilenler hep serbest tarzda yazan şâirlerdir.Madem öyle,bu yarışmalar “serbest ve hece ölçüsüyle yazılanlar” diye ayrı kategorilerde değerlendirilsin…Olmazsa şartnamelere “Bu yarışmaya ölçülü ve kafiyeli şiirler katılamaz” diye bir hüküm konsun!….
    Bunlar da olmazsa Kültür Bakanlığı’na bir teklifle giderek heceyle şiir yazılmasını yasaklayın…Konuyla ilgili kanun hükmünde kararnameler çıkarttırın!…Yine de heceyle yazanlar çıkarsa büyük Divan şâiri Nef’î’yi boğdurdukları gibi siz de bu asi herifleri darağacında sallandırın…Hem heceyle şiir yazmak Kopenhag kriterlerine de aykırı!!...Bizi Avrupa Birliği’ne almazlarsa bunun asıl suçlusu hece şâirleridir.Hecenin bu yetim çocuklarının bu ileri çağda yaşamaya ne hakkı var ki!.....

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 24.05.2005 - 21:39

    HECENİN YETİM ÇOCUKLARI
    M.NİHAT MALKOÇ

    Bilindiği gibi şiir hece ölçüsüyle,aruzla ve serbest tarzda yazılır.Hece ölçüsü bin yıldan beri özellikle halk şiiri geleneğiyle günümüze kadar gelmiştir.Bu süreç içerisinde binlerce büyük halk şâiri yetişmiştir.Yunus Emre,Karacaoğlan,Aşık Veysel bunlardan bazılarıdır.Bu ekol çok köklü bir geleneğe sahiptir.
    Hece ölçüsüyle şiir yazmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.Çünkü hece,şiirde bir disiplinin adıdır.Öncelikle dizelerdeki hece sayılarının eşit olması gerekir.Ardından durakların da baştan sona kadar aynı düzende devam etmesi şarttır.Yani meselâ 11’li ölçüyü tutturmak yeterli değildir.Bunun durakları da vardır ve olmalıdır.İlk mısranın durakları 6+5=11 ise ötekilerin de öyle olma mecburiyeti vardır.
    Bunun yanında kafiyelerin kusursuz olması gerekir.Beytin veya dörtlüğün aynı kafiye türüne sahip olması lâzım.Dörtlüğün tamamı aynı kafiyelenmelidir.Bir dize başka,öbürü başka olamaz.Bunun yanında bir de kafiye örgüsü vardır.Düz kafiye,çapraz kafiye,sarma kafiye diye…Buna da uymalıyız…Kafiyeyle redifi de birbirine karıştırmamak gerekir.Meselâ iki çekim eki kafiye olmaz;redif olur.Tunç kafiye ve cinaslı kafiye de ayrı bir ustalık gerektirir.Kısacası heceyle şiir yazmak bazılarının sandığı gibi kolay bir iş değildir….Bunu başarmak hüner ve çaba ister.
    Bazılarının heceyle ilgili klasik yakınmaları vardır.Neymiş efendim heceyle yazarken duygular kısıtlanıyor.Çok güzel bir benzetme buluyorsun ama hece ölçüsüne uymayınca terk etmek zorunda kalıyorsun.Şiir yazmayı alelâde bir iş olarak mı görüyorsunuz?Marifet bu kısıtlamalara rağmen güzel eserler vücuda getirmektir.Türk şiirinde bunu başarmış pek çok mümtaz isim mevcuttur.
    Hece bir söz disiplinidir.Yok neymiş,hisleri prangalara vurmamalıymışız…Git o zaman deneme yaz…Hikaye yaz….Kelimeleri leblebi gibi beyaz sayfalara savurmak mıdır şiir?....Bu mu sizin sanat anlayışınız?Benim soyut hikayelerim var(Bazıları bunlara postmodern hikâye diyormuş…) Alın o hikayeleri; sıralayın cümleleri alt alta…Alın size serbest şiir…Bundan sonra ben de hikâyelerimdeki cümleleri yan yana değil de alt alta mı yazsam?Bunu hiç düşünmemiştim.Hay aklımı seveyim…İyi fikir…Kim tutar beni!!!!!
    Bir de aruzla yazılan şiirlerimiz var.Osmanlı devleti zamanında zirveye çıkan aruz şiirinin de kendine mahsus pek çok kuralı vardır.Yok işte aruz kalıplarına uyacaksın;imale,zihaf,med,ulama yapacaksın gibi…Bu şiir altı yüz yıl boyunca yaşamıştır.Çok da mükemmel eserler ortaya konulmuştur.Fuzulî,Bakî,Nef’i,Nâbî,Nedim,Şeyh Galip bu tarzın üstatlarıdır.Dil inkılabıyla beraber bu şiir de tarih olmuştur.
    Divan şiirinin son büyük üstadı bir Mevlevi şeyhi de olan Şeyh Galip’tir.Divan şiiri maalesef bugün müzeye kaldırılmıştır;esamesi okunmamaktadır.Bu ayrı bir tartışma konusu…Ben bugün bu şiirin tekrar canlandırılması gerektiğini savunmuyorum.Onu bir kenara bırakalım ama asla yok saymayalım.Onu yok sayarsanız edebiyatımız kuşa döner.
    Gelelim serbest şiire…Ben serbest şiirin varlığını inkâr eden bir insan değilim.Şiirde ne kadar çeşitlilik ve alternatif söyleyiş tarzı olursa bu edebiyatımız için o kadar kârlıdır.Fakat serbest şiir derken bazıları bu serbestliği başıboşluk olarak anlıyorlar.Serbest şiir demek,ne söylersen şiir olur demek değildir.Onun da kendine mahsus söyleyiş ilkeleri vardır.
    Önüne gelen ne idüğü belirsiz imajlar icat ederse bu yazılanları,o eseri yazandan başkası anlamaz…Biraz daha da ileri giderek şunu söylemek istiyorum..Serbest şiir yazdığını söyleyen bazı aşırı serbestler(!) ne dediklerini kendileri bile bilmiyorlar.Ben atayım,onlar mânâlandırsınlar.Nasıl olsa şâirlerin hayal dünyası sorgulanamaz.
    Hatta ne idüğü belirsiz şiirler bugün daha çok tutuluyor.Vay be….Adam ne biçim yazmış…Hiçbir şey anlamıyorum bu dizelerden…Ben de ne cahilmişim…Hele bu şiiri bir çözsem kim bilir ne harika mânâlar çıkar altından…Gelsin övgü dolu yorumlar….”Yüreğine sağlık…” diye başlayan samimiyetten uzak dilekler…Sormalı o kişilere anlamadığın,çözemediğin şiirin güzel olduğuna nasıl karar veriyorsun?Güzelliğin ve mükemmelliğin ölçüsü anlaşılmazlık mıdır?Bu kanaat akılla ve mantıkla bağdaşır mı?Kerameti kendinden menkul diye bir deyimimiz var ya….Aynen uyuyor bu anlaşılmaz şiirlerin hayranlarına…
    Şiir üzerine konuşulsun...Herkes yazıyor ama şiir teorisi konuşulmuyor...Şiir tahlilleri yapılmıyor...Herkes üstât...Ama niçin? ...Güzel şiir nedir? ....Şiir değerlendirmelerinde kıstaslarımız neler olmalıdır? Bunlar konuşulsun...Şiir tabu olmaktan çıkarılsın.Şiir özneldir deyip işin kolayına kaçılmasın....Kimse iyi şiir yazıyorum diye kendini kandırmasın.....Bu, şiirin geleceği açısından hayatî öneme sahip bir mevzudur..Ben biraz da bunun peşindeyim...
    Kurumasın söz ağacı....Gelişsin,serpilsin,yeşersin,gürleşsin...Serbestlik serbestlik de bu kadar mı? ...Bunun bir sınırı olmalı...Pek çok şâir ne yazdığından kendisi bile haberdar değil...Şiirlere methiyeler dizilince kendisi de şaşırıyor...Tabiki,argo tabirle söylemek gerekirse çaktırmıyor da! ..Şiirde anlaşılmamak marifet olarak telâkki edilmemeli….
    Başımızı kuma gömmekle hakikatleri görmezlikten gelemeyiz. “Güneş balçıkla sıvanmaz” demiş atalarımız...Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.Bu başıboşluk hayra alâmet değil..Ben bir kıvılcıma vesile oldum.Bu ateşi korlaştıracak sizlersiniz...Tartışmaktan zarar gelmez...Fikirler tartışılarak gerçeklere varılır.
    Son yıllarda ülkemizde bir serbest şiir furyası esiyor.Bin yıllık heceye kimse itibar etmiyor…Serbest yazmak moda oldu….Hatta heceyle yazanlar çağa ayak uyduramamakla suçlanıyor…Hatta bir Şâir(!) benim heceyle yazdığım şiirleri eleştirirken “Siz Yahya Kemal’i bile aşamamışsınız…Neyin peşinde koşuyorsunuz?…” diyordu.Yahya Kemal sanki sıradan bir şâir de ben onu bile aşamamışım…Soruyorum şiirle uğraşanlara: “Bugün Yahya Kemal’i aşan bir isim var mı?” O büyük şâiri aşsam sen benim şiirimi eleştirmeye cesaret edebilir misin?Yani sapla saman karışmış bir durumda…
    Ben bu hece düşmanlığına bir anlam veremiyorum…Heceyle yazanlar,bazı aşırı serbest şiir üstatları(!) gibi makinalaşarak vatanlarına mı ihanet ettiler?….Peki niçin hece şâirlerinin karşısına dikiliyorsunuz?Onların da hislerini ifade etme hakları yok mu?Hececiler niçin üvey evlât muamelesi görüyor?
    Son yıllarda yapılan şiir yarışmalarını hep takip etmişimdir…Bu müsabakalarda birinci seçilenler hep serbest tarzda yazan şâirlerdir.Madem öyle,bu yarışmalar “serbest ve hece ölçüsüyle yazılanlar” diye ayrı kategorilerde değerlendirilsin…Olmazsa şartnamelere “Bu yarışmaya ölçülü ve kafiyeli şiirler katılamaz” diye bir hüküm konsun!….
    Bunlar da olmazsa Kültür Bakanlığı’na bir teklifle giderek heceyle şiir yazılmasını yasaklayın…Konuyla ilgili kanun hükmünde kararnameler çıkarttırın!…Yine de heceyle yazanlar çıkarsa büyük Divan şâiri Nef’î’yi boğdurdukları gibi siz de bu asi herifleri darağacında sallandırın…Hem heceyle şiir yazmak Kopenhag kriterlerine de aykırı!!...Bizi Avrupa Birliği’ne almazlarsa bunun asıl suçlusu hece şâirleridir.Hecenin bu yetim çocuklarının bu ileri çağda yaşamaya ne hakkı var ki!.....

    Cevap Yaz
  • Ahmet Nural Öztürk
    Ahmet Nural Öztürk 19.05.2005 - 23:05

    Kutlarım.

    Ahmet Nural Öztürk

    Cevap Yaz
  • Mehmet Şah Erincik
    Mehmet Şah Erincik 18.05.2005 - 23:26

    Sevgili şair kardeşim

    tebrik ederim

    baki selamlar.

    Cevap Yaz
  • Çagrı
    Çagrı 18.05.2005 - 22:55

    istanbula hiç gitmedim ama istanbul buysa cennet degilsede şairimizin kalbi cennet bahçesi şiir mükemmel insanı rahatlaytıyor

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 20 tane yorum bulunmakta