Hiç imkânsızı düşlediniz mi? Ya da kaçınız soyundan arındırıp yaşamı bir uçurtmanın ardına takıldı? İmkânsız var mı? Sıradanlığın sıra dışılığa dönüşmesinde ki çizgi ne?
Tüm gerçekleri yerle yek eden belki hiç birimizin farkına varamadığı düşlerimiz az sonra anlatacaklarım, yaşanmamışların tamamının kanıtı.
Otuzlarında bir iş kadını, öykünün kahramanlarından biri. Bir bankada üst düzey yöneticilik yapan hayatı o iş temposunun sınırlarıyla daraltılmış, bir günü diğerinden ayırt edilmeyecek olağanlıkta bir iş kadını.
Lise yıllarında yeteneğini keşfetmiş öyle ki parmakla gösterilen bir öğrenci olmuş, üniversite sınavında dereceye girip özel bir üniversitenin işletme bölümüne burslu yerleşmiş, mükemmel bir eğitimin ardından yine burslu yurt dışında mastır yapmış ardından zaten seneler önce hazır olan bankaya üst düzey yönetici olarak yerleşmiş bir iş kadını kahramanımız.
Kazandıklarının yanında kaybettikleri de var muhakkak. İdealleri yüzünden arkadaş edinme fırsatı olmamıştı onun. Paylaşım denilen şeyi hiç yaşamamış, hayatının her anı bir yarış içinde geçmiş, kitaplarından başka dostu olmamıştı bu kişinin. Kariyer uğruna harcadığı otuz sene.
Bu gün parmakla gösterilen, işinin ehli kabul edilen kişiler arasında yer alan bir kişi. Öyle ki bitirdiği üniversite de hala onun ismi anılır. İdeal denince onun ismi gelir kulaklarına çoğu öğrencinin ve örnektir tüm yarışanlara.
Ama kimsenin fark edemediği hayatın bir yarış olmadığı, insanın yaradılışında ki asıl gerçeğin paylaşım olduğu.
Boğulmaya bile fırsatı olmadı bu yaşanmamışlıktan o insanın. İki arada geldi gitti. Evi ve işi idi tek gerçek o güne kadar.
Sabahın erken saatlerinde kalkmıştı. Randevularını ve bu gün yapacaklarını kaydettiği defterini kontrol etti alelacele. Bir yandan da çayını yudumladı, kapıcının sabah kapısına bıraktığı iki simit eşliğinde. En son gazetesinin ekonomi sayfasını şöyle bir gözden geçirip evden ayrıldı.
Aylardan şubattı, dışarı da insanın iliklerini titreten bir soğuk vardı. Apar topar arabasına atladı. Bir an önce bankasına yetişmesi gerekiyordu ve o çok geç kalmıştı. Kontağını çevirdi. Çalışmamıştı tekrar denedi. Tekrar… tekrar… çalışmıyordu. Yapacak bir şeyi yoktu, sorunun ne olduğunu bilmiyordu ve işine yeterince geç kalmıştı.
Taksiye atlayıp gitmek istedi, ama taksi durağına varabilmesi için epey yürümesi gerekiyordu. Çıkıp arabasından yürümeye başladı. Yağmur başlamıştı, Hızlı adımları, alabildiğine bastıran yağmur elinde ki dosyalarını yağmurdan koruma isteği, çaresizlik. Hayatında ilk defa ıslanıyordu, hayatında ilk defa çaresizdi, doğa olgusu, gerçekleri, herkesin yaşadıkları ilk defa bu kadar yakındı ona. Elinde ki dosyaların ıslanmaması gerekiyordu. Nerede kuru bir yer var nerede bir balkon yâda çatı altı oradan yürüyordu. Hızlı adımlarla köşeyi döndü dönmesi ile kendisini yerde bulması bir oldu. Dosyalar çamurlar içinde kalmıştı.
Köşe başında üstü başı yırtık bitap bekleyen adam ve neden beklediğini tahmin edemeyecek kadar hayata karşı yeteneksiz kadın. Tüm sıradanlıkla çarpışmışlar ve düşmüşlerdi.
Bu sabah hayatla fazlası ile içiçeliği miydi kadını kendine getiren, yağmur muydu yoksa bilinmez. Ama kadın o filmlerde olduğuna inandığımız gerçekle yüz yüze idi. Üzerini temizlemek ve kinini adama dökmek için ayaklandı ki adamın gözleri ile karşı karşıya geldi. Kitaplar karışmadı sonrasında özür dilemeler de olmadı, küfürleşmeler de, filmlerdeki hiçbir şey olmadı. Gözlerine baktı adamın aldı dosyalarını ve yoluna gitti. Az ileride ki bir taksiye atladı ve bankasına ulaştı.
Günlük sıradan işlerinin sonrası akşamüstü bankadan ayrıldı. Ama gün boyu tek şey vardı kadının aklında adamın gözleri. Etkilenmişti. Belki hayatında ilk defa âşık olmuştu. Yaşadıklarının ne olduğunu bilmiyordu, ama başka bir şey düşünemiyordu. Az ilerideki taksi durağına ulaştı, fakat binmedi. Hep o köşe başı vardı aklında. Yürümeye koyuldu. Bedeni ruhundan arınmıştı, sadece yürüyordu.
Bu gün ömrünce yaşadığının yalan olduğunu fark etmişti. Kariyerin anlamsızlığıydı bu gün gerçek ve aşk. Dakikalarca yürüdü, görürüm umudu ile aştı onca yolu belki oradadır bıraktığı yerde.
Oradaydı,
Adam mızıka çalıp dilenen sokaklarda yaşayan, hayattan karnını doyuracak kadar ekmekten başka bir şey istemeyen, halkın içinde günde onlarcası ile karşılaştıklarımızdan biriydi.
Kadın üstü başı yırtık adama yaklaştı. Mızıkasından çıkan büyülü sesi dinledi bir müddet, denizimsi maviliğe ve derinliğe sahip gözlerine daldı. Uzun süre dinledi. Sonunda cebinden çıkarttığı bozuklukları bırakıp adamın önüne oradan uzaklaştı.
O akşam kendini sorgulamakla geçti. Âşık olmuştu… Ama adam bir dilenciydi... Ne fark ederdi, kadının parası ikisine de yeterdi… Ama kadın çok yükseklerdeydi... Ama adamın mızıkasından çıkan ses… Gözleri…
İçinden çıkamıyordu.
En sonunda belli bir süre böyle devam etsin istedi. Zamana bırakayım her şeyi. Belki unuturum, belki tam tersi ne önemi vardı ki mutluydu.
Her iş çıkışı gidiyordu adamın yanına belli bir süre dinleyip sonra üç beş para bırakıp evinin yolunu tutuyordu.
Günlerce sürdü bu. Ama kadın her gün biraz daha bağlanıyordu, öyle ki işlerini takip edemez olmuştu ve o da bunun farkındaydı.
Bir gün konuşmaya karar verdi, bu gün konuşacaktı ne olursa olsun konuşacaktı.
Her zamanki köşesinde mızıka çalan adama yavaşça yaklaştı. Yine her zaman ki gibi belli süre dinledi. Dinletinin bitmesinin ardından kalabalığın dağılmasını bekledi bir süre.
Konuşması gerekiyordu içini kemiren, günden güne beyninin en mahremine kadar giren bu adamı tanıması gerekiyordu. En sonunda iki kişi kaldılar.
Merhaba dedi kadın. Adam sesin geldiği yöne çevirip başını karşılık verdi.
Söze başladı kadın.
“Ben aylardır sizi gözlüyorum, her gün gelip dinliyorum ve kısadan kesmek istiyorum sanırım size âşık oldum.”
Rahatlamıştı.
Adam şaşkın şaşkın düşündü belli bir süre. Sonra yardım etmesini rica etti, yerdeki paraları toparlaması ve koluna girip kaldırmasını.
Kadın yardım etmek için yaklaştı elini uzattı fakat adamın başı farklı bir yöne çevrikti. Biraz daha yaklaştırıp eline dokunduktan sonra elini kavradı.
Kadın o ana kadar fark edememişti ama adam kördü. Denizimsi derinliğin sebebi o körlüktü. Ama çok güzellerdi.
Kaldırdı yerinden, eşyalarını toparladı yürüdüler biraz. Neden ben diye sordu adam, etrafında onca sağlam ve dilenmeyen kişi varken neden ben.
Bilemiyordu kadın, nedenini bilemiyordu.
“Acıma hissimi sizi bana getiren? ” sorusu da yanıtsızdı.
Kadın kimseye acımamıştı ömrü boyunca, o hissinde ne olduğunu bilmiyordu.
Nedenini hiç bilmediği bir duygu yumağı idi onu o adama getiren.
Ve adam zaten açtı, acıma hissinin bulunmadığı bir sevgiye.
Kısa keseceğim, sonrasında ne oldu. Kadın sevgisinden vazgeçmedi. Adamın gözlerinin körlüğünü bahane etmedi; Evlendiler. Uzun görüşmelerin ardından bir gün geldi evliliğe karar verdiler.
Kadında, adam da işinden vazgeçmedi. Ödünsüz yaşadılar. İki ayrı iklimin bir atan kalpleri idi artık.
Adam her zamanki köşe başında mızıkasını çaldı. Kadın çalıştığı bankanın daha küçük bir bölümüne yerleşip adama daha çok vakit ayırdı.
İkisinin dışında kimsenin olmayan bir ilişki idi. yalnız ikisi yaşadı ve ikisi bildi.
Kimi hayatlar vardır imkânsızlar ile örülü.
Kimi hayatlar idealler ile kaplanmış.
Kimisi büyüklenme ile heba edilmiş.
Kimisi küçük düşme korkusuna bitirilmiş
Can emanet bize; Gerçek sevgiyi, yaşanılası şeyi bulana dek emanet. Görmesini bilsek.
Kaçımız bir dilenciye acımadan bakabildi. Kaçımız kalbine söz geçiremediğinden verdi cebindeki parasını. Kaçımız aşk uğruna ömrünü idelerini verecek kadar büyük. Kaçımızın yüreği maddiyatın ötesini görebiliyor.
Deniz gözler, görmese ne yazar. Aşk her yerde aşk, yaşamayı bilene.
Hayrullah KocasakalKayıt Tarihi : 31.8.2007 22:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)