Diyarbakır Zindanında 24 Ocak 1984 tarihinde Katledilen Yiğit insan korkusuz Devrimci.direniş abidesi NECMETTİN BÜYÜKKAYA/ZINAR/ı dostları ve arkadaşları olarak Siverekte mezarı başında anacağız.mücadelesi mücadelemize Bayrak olsun.Necmettin Büyükkayanın şahsında Diyarbakır Zindanında yaşamını yitiren tüm yiğit insanları saygı ile anıyorum.
1984 yılı Ocak ayı başları idi. Cezaevi idaresi baskılarını yeniden arttırmak ve tek tipi elbise (Elazığ ve Bakırköy’ü Ruh ve Sinir hastalıkları hastanelerinde ruhsal ve sinirsel rahatsızlığı olan hastalara giydirilen çok adî bezlerden yapılmış lacivert boyasına batırılmış rengi laciverde benzeyen fakat yıkandıktan sonra her renge giren tabiri caizse deli elbisesi) ni giydirmek için yeni oyunlar ve provakosyanlar peşindeydi. 1983 5 Eylül direnişinde tutukluların kazandığı hakları hazmedemiyordu. Tekrar baskı ve işkencelere başlamışlardı. Görüş günlerinde ziyaretçi görüşlerine çıkan ve mahkemelere gidip gelen, avukat görüşmelerine çıkan arkadaşlarımıza hakaret etmeye küfür etmeye ve dayak atmaya başladılar Tekrar cezaevinde direniş başlamıştı. Bizim koğuş (24. koğuştu) içimizde bazı grupların önde gelen tanınmış insanları vardı. PKK grubundan Mehmet Şener DDK grubundan Necmettin Büyükkaya gibi şimdi hayatta olmayan arkadaşlar vardı. Cezaevi direnişini Mehmet Şener yönetiyordu. Necmettin Büyükkaya’da ona yardımcı oluyordu. Koğuşlar arası gidip gelmek yasaktı diğer koğuşlar ile irtibat kurmak için geceleri geç saatlerde, Mehmet Şener’in talimatlarını Necmettin Büyükkaya Kürtçe ve Zaza’ca diğer koğuşlara iletiyordu. Tüm cezaevi açlık grevine başlamış ve direnişe katılmıştı. Cezaevi idaresi her gün birkaç koğuşun(genellikle mevcudu az olan) koğuşlara baskın yapıyor, kapılarını zorla kırıyor ve 20 kişilik tutuklu grubuna 200 komando asker ile saldırıyordu. Koğuşlara saldırdıkça bizler sesimiz çıktıkça slogan atıyor ve işkenceleri lanetliyorduk, idare sesimizin anlaşılmaması ve psikolojik işkence olsun diye Hasan Mutlucan’ın savaş türkülerini hoparlöre son ses açarak korkunç bir ses gürültüsü ile psikolojik işkence yapıyorlardı. Kapısını açamadıkları koğuşların ya duvarlarını balyozlarla kırıyorlardı ya da havalandırmadan girip pencerelerin şişlerini kırarak koğuşlara giriyorlardı. Bunlara karşı tutuklular kendilerini değişik koğuşlarda yakmaya başladılar. Bunu gören cezaevi idaresi yeni bir yöntem geliştirdi. Diyarbakır Belediyesi’nden itfaiye araçlarını getirdiler ve koğuşlara saldırmadan önce mazgallardan itfaiye hortumlarını koğuşların içine bırakarak koğuşlara tonlarca su bırakıyorlardı böylece tüm koğuşları adeta göle çeviriyorlardı ıslanmayan hiçbir eşyamız kalmıyordu ne döşek ne yorgan ne elbise her taraf su içinde kalıyordu.
Önceleri baskınları gündüz yapıyorlardı, baş edemeyince bu defa geceleri kapılara vurarak hem uyumamızı engelliyorlardı hep de her an baskın yapıyoruz psikolojisini canlı tutuyorlardı tabii. Onların her kapıyı zorlamalarında bizler uykudan fırlar fırlamaz “Kahrolsun işkence” diye karşılık veriyorduk bu psikolojik işkence bizleri öyle etkilemişti ki bazı arkadaşlar bazen uykularında bile slogan atmaya başladılar. Gün geçtikçe baskı ve şiddet daha çok artıyordu her gün bir koğuşu boşaltıyorlardı. Kapılar kapatıldığı için yemekte vermiyorlardı, açlık grevinde olduğumuz için elimizdeki az miktarda bulunan şekerimizde tükenmişti. Tuzlu su ile idare ediyorduk. Tabii bu arada arkadaşlar haberleşmeyi sürdürüyorlardı idare buna da bir yöntem bulmuştu. Kürtçe, Zaza’ca ve Arap’ça bilen askerler getirdiler. Haberleşmeleri getirdikleri askerlere tercüme ettirdiler.
Bir gün cezaevi müdürü kapı mazgalını açtı ve Necmettin Büyükkaya’yı çağırdı ve şöyle dedi. “ Seni araştırdım sen bu cezaevini bozuyorsun, sen orta doğunun en tehlikeli adamısın senin kalemini kırdık, kendine dikkat et.” Necmettin Büyükkaya(Zınar; biz ona Zınar diyorduk) iç güvenlik amirinin sözünü kesti ve şöyle dedi:
Nerdesin ah Gülüm
Sevdan kollarımda can verdi
İhanetlere yenik düşlerim.
Gözyaşlarım ile yıkadım yıldızları
Dicle gözlerim gülümsemez
Sen yoksun Gülüm
İkinci Dünya savaşında ABD nin HİROŞİMA ve NAGAZAKİye atom bombası atması sonucu milyonlarca insan katledildi.aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen bombaların atıldığı yerlerde otlar bile yeşermiyor.o kimyasal bombaların etksi altında kalan bölgelerde milyonlarca insan kanser hastalığına yakalandı.milyonlarcası sakat kaldı.dünya tarihinde insanlık adına kara bir leke olarak yazıldı.savaşın ürkütücülğü tüm insanlığı tehdit etti.HİROŞİMA ve NAGAZAKİ ye bomba atan pilotlar her gece rüyalarında o anı kabus olarak gördüler.ölene deke te bunun vicdan azabı ile yaşadılar.bu insanlık dışı katliam unutulacak cinsten değiledi.aradan yılar geçti ve bu insalık dışı vahşet bu kez Irak Diktatörü Sadam Hüseyin tarafında Irak taHalepçe de (1988) Halepçe katliamı, Irak halkının ve insanlık tarihinin kara bir sayfası, bir katliam, gözdağı vermenin bir yolu, bir halkı sindirme ve yok etme politikası, Soykırımın ta kendisi, Onca yıl geçti ama unutulmadı... Halepçe katliamının sorumlularını tarih yargıladı, hiç kimse bunların bu dünyada hesap vereceklerine inanmıyordu. Her kes bunların hakkının ahirette alınması için dua ederken. Bakın kaderin cilvesine, Saddam ve diğer suçluların bir kısmı yargılandı ve idam edildi. Onları yargılayan hakim’in Halepçe’li bir kürt olması kaderin bir başka cilvesidir. Suçluların diğer bir kısmı ise Irak’ın bu sürecinde bunun cezasını hayatları ile ödediler. 16 Mart 1988'de 5 bin Kürt halkının yaşamını yitirmesine, 12 bin'inin sakat kalmasına neden olan ve kimyasal silah kullanılan saldırıların etkileri hala devam ederken, 150 bin Kürt vatandaşı da yerlerinden göç etmek zorunda bırakmıştı. Bu göçler sırasında on binlercesi hastalık ve açlıktan dolayı yaşamını yitirmişti. Çağımızın en yakın soykırımı ve katliamını bir nebzede olsa Halepçe'deki halkın acılarını paylaşmak, insanların bu olaya sessiz kalmamalarını sağlamak ve bu katliamın faillerini kınamak, Yeni Halepçeler'in hiçbir milliyet açısından yaşanmaması açısından, her kesin halepçe resim sergilerini açması ve gezmesi yararlı olur diye düşünüyorum. Halepçe katliamı tarihe açılan kara bir sayfadır. 16 Mart 1988'de Saddam yönetimindeki Irak, kimyasal silahı bölgesindeki Kürt halkına karşı kullandı. Bu saldırıda 5 bin Kürt halkı Siyanür ve Hardal gazı ile yaşamını yitirmiş, 12 bin'i de sakat kalmıştır. Bu vahşi saldırı nedeniyle Halepçe'de doğan çocuklar halen sakat doğmaktadır. Bununla beraber bu saldırıda kullanılan kimyasal silahlar nedeniyle kanser hastalığı Halepçe'de yaygın bir şekilde görülmektedir. Hollanda'da bir mahkeme, Irak'ın Halepçe köyünde 1988'te binlerce Kürdün öldürülmesinin bir 'soykırım' olduğuna hükmetti. Karar, Saddam Hüseyin rejimine zahirli gaz satan Hollandalı işadamı Frans van Anraat'ın yargılandığı davada alındı. 63 yaşındaki Van Anraat'ın sattığı gazlar, Halepçe'de de kullanılmıştı. Hollandalı işadamıysa, soykırıma yardım suçundan aklanmasına karşın, savaş suçlarına iştirakı nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.yine bir 16 Mart geldi.insanlık adına Halepçeyi unutmayalım.bir daha yeni Halepçeler yaşanmasın.İsa Tekin
Ah Halepçe
Ah Dilan
Ah Zilan
Beynimden vurulmuşum Halepçe'de
Gülün
Eğlenin
Kadeh tokuşturun
Ferman yazın
Umurumda değil
Korkmuyorum sizden
Bugün benim doğum günüm
Ama ben sevinemiyorum
Umutlarımız vardı
Bugün benim doğum günüm
Ama ben mutlu olamıyorum
Hayallerimiz vardı, birde düşlerimiz
Daldaki bir tomurcuktum
Açamadım
Doğan güneşten
Gökyüzü ay ve yıldızlardan uzak
Yağan yağmuru
Açan çiçeği hepsini belleğimde tutarak
Bu yürek yenik düşer elbet bir gün
Bu sevda bitmez, dillerde dolaşır.
Bu umut benimle toprağa gelse bile
Yine yeşerecek
Mezopotamya topraklarında
Belki bir karanfil olur.
Hep yanımda ol
Tut ellerimden
Gözlerin gözlerime baksın
Aksın yüreğimdeki sevgi seli
Yoksa sensizlik eder beni deli
Susma konuş ve anlat
Ey MEZEPOTAMYA güzeli
Hüzünlü prensesi
Seni seviyorum
Rüyamda gördüm seni
Krallıklar İmparatorluklar
Umrumda değil
Korkmuyorum gecenin karanlığından
Hasretin çokluğu korkutur
O kadar uzağımdasınki
Düşündükçe Gülüm
Yanlızlığın sesinde
Vurulur yüreğim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!