Irenmur Burnu'nda Ay'daki Dalgakıran

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Irenmur Burnu'nda Ay'daki Dalgakıran

Sevmek için olmadığında, barış son sonuçtur; hades son suçtur, kronos-zamanı için işletmediğinde.
Görünmediğinde ne mutlu, burada vardır ?
Tütmediğince ve çünkü ama, Umut ne biçimdir yüksek dağa?

Ay’daki dalgakıran örüyor yüzünü Ve üzerinde ipek lifleri titriyor sabahlık şafak vakti.
Kendini kum saatleri deviriyor Ve bir çöl ve kızgın Mars fırtınası.
Anlamlar geçişken yüzünde.
Renk ve renksizlik, cüruf ve bereket
Ama hareket bu, çiftçinin tırpanı.
Kaçarı yokuşun yok yokuştan.
Çıkarken eksi bir, aslında artı bir; eklenen bir ‘bir’ inerkense, ama eksi.
Ve yine de hareket eden zorlanılıyor durmasına bile değil, durdurulmasına, öbür kişinin.
Kendisine yaptığı yani, zorlayanın …
Ve yanı sıra, zorlayanın öbür kişi’ye yaptığı da …
İşte orada, balkonda, geniş salonun. Şık bir açılımla asılı kaldı bir an dondu Eli kapı kulbunda.
İstediği eve kavuştu; Hiç bitmeyecek olanın, “anı yaşa” derdi.
Yaşadı mı? yoksa gelecek kaygısı mı? Öylece bakıyor, çıka(rıla) cak güneşi
_ bekliyor, aradığı bir şeyi, derin, İçinde, ve her daim, ama kör

Mülkünü sahiplenmiş o gezegensel peykinin ve o malikanenin.
“Şairin telaşı”ysa yapraklarda asılı; tırmanıyor, tırmanacak.
Hafif bir meltem yüzünü onun sendeletiyor, neşrediyor …
Sanma ki düşe kalka kendi, hayata bakışını …

Pek rahat değilim; bir işim var, ama halim vaktim de yerinde;
Tutmuş olduğum sözlerinde kaçış gidiş:
Sitem yaptı sanılan o fırtına, o yüzünü okşayan,
Belli müjdeleri barındırıyor; sövmüyorsun …

Küskün devriliyor gözbebeğindeki mağma iris, ondaki.
Dut ağacı gölgesinde Anamur’dan, bir bağdaş;
Bir rahatlama, belki bir mola.
Ankara’dan zaten hiç gitmedim
Ama tekrar döneceğim.
Bilinçli hallerinde çok mu zengin?
Bilinçsizlik bir okyanus çok engin
Sürüyle güneş var içinde, dünya çok mu zengin?
En yakınındakini görmüyorsun

*
Geliyor, gidiyor! ...
Vuruyor çarpıyor ve uzaklaştırılıyor hışımla …
Hışımla dalgalar; hışımla gönderen o, hışımla gönderilen o …
Hışımla sabitlenen, hiç hareketsiz, de o …
Hışımla gönderdiği (kişi) de o.
Hışım oyken, güleryüz, bende o!

Çılgın dalgalar yarın kilometre aşağısında.
Yukarıda ne var …
Görünmez sakin yüzeyinin ayna duruşlar’ın akislerinin, üzerinde çılgın dalgalar..
Savruluyorlar! ! ...

Kayalıklarda …

(Dönerek yükselen hava anaforunda titreşip sallanan gaga gibi bir şeyin,
üst ve alt çene kemikleri arasında o gaganın zangırdayış yüz tutmaz hayalet çehresinin
Ve soluklaşmış gri, beti benzi, göğe! ...

Ve gırtlaktan çıkan kırmızı küçük kuş dilinin gülerek sırıttığı; direkt, boğazına aldığına anaforun..

Yükselt bari bir tarihte birlikte! ...)

Nereye
……

            
                    ++
+
~~

Ya ben nereden görüyorum? Ya demişlerdi buzullar yükselecek!
Birazdan kıtalar yedi ada mı kalacak …

(Kartlar açık oynandığında açık-açılan kartlar, “açılan görünmez, sezilmez kapalı”larla mütemadiyen mi haksızca ama hır gürlü sorgulanacak?)

(Hiç gelmemiş, vakti bunun hiç gelmedi

Karaya oturdu.

       …

Yokolmamak için yokoluşun; bir belirsiz kayboluşun koşuşların, değil kaçışın..
Koğuşlar’ında On İki Maymun; Pitt, “7 yıl Tibet’te”-sessizliğinde eryılmaz sondajcı.
Namı diğer Oturan Boğa-Willis ilkel büyücü şaman, kırılan zamana bir şamdan, o asansör ve Bruce..
İnerken o asansörden, hey gidi o koca Armageddon; unutulmadın ki, sürpriz! gıdı gıdı …)

*
Bir anda belirdi gibi oldu.
Hayal meyal, elleri’nin ellerini ya da parmaklarını şakaklarına dayamış olarak
düşünüyordu
Ve evet bir anda dalgakıranın içine göçtü!
Mihrabında “pizza kulesivari minarelerin, buhar;
üç toynaklı bitiştirildiği iblis-uç uç’u o üç zıpkınlı şeytan-el arabası’nıdan, o silah ile (ila) , illa, Midas’ın altın yapması” gibi, illallah..
; pek sevdiği fareyi cebinde taşıdığı, öldürüvermesi gibi Steinbeck’in ‘Fareler ve İnsanlar’ının.. o iri yarı dev, hayvani cüsseli insanının, Lenny biraz zeka fukarası..
Mazgal gibi süzgeçlerden geçti, gök yarıldığında bardaklardan boşananında yağmur …
Gizli geçitlerde veya
“kanalizasyonlarda gide gele, bodoslamalar ilerleyen yani direkt cepheye emeklemek ki hızlıca ve kararlı,
görülmeyenler” için:
Meksika’da siesta zamanıymış “El Dorado sendromu’nda gri geçişleri”nin renk yelpazesinin
tayf ve tayf ve şua …
(sonrasında) Tayf’ın, Spektrum analiz!
o ışık demeti en önceydi, sonra inceldi ışık olmuş doğup, yelpazede en son yerini aldı;
e öldü mü?

Sinek kalkmıyor ve tepede, o bedbin dönen pervane var, sanki Bursa’da eski’den bir işkembeci, duvarlarında böcek yürüten …
ama barda insanlar uyukluyor gözüküyor tek gözleri kısık, Meksika’nın A.B.D. sınırında …
Gelmişti ve gelmişti …. ama
kasırgalar oraya sel olarak mı gelecek diye düşünülüyor …
İçinde debelenirken o yükselen kayalıklardan göğe anaforun Yeşil Yol’dan John(ny) Coffee(y)
; bakınız, NY ile düzlemiş insan doğası yapısını, pek çoklarınca reddedilen bir hayat baskısını, Ku Klux Klan’larda bile; New York City ile düzlemiş
Ve inadı ile olumlu bir yapının işletilişinin
ayakta gidiyor o sandalyeye.
Ordan sonra da ne olduğunu biliyor.
aelektrikli iskemleye yürürken kendisi hareketsiz mi? tabi, hayır o da; sadece elleri kelepçeli …
Unutmaya;
Ay’daki Dalgakıran bak ne olmuş oynaş sahte okyanuslar-gözükenler’de dalgaları kırmaya,
sandı ki ne verimli bir edimli.
Coffey, Kahve ise, o yüzünün örtülmesini reddeden;
o da hala inatla musluğu açmaya çalışıyor, bozuk bir lavabo-dibine yerin giden mutfak dolap kapakları arkasında (kalan) .

İse ‘inadı dalgaları kıran’ın, yetiş!
Dalgakıran, buna eriş!

Ah Wilson, yağmur altında diyaloglar olsa! ! !
Hunt, Hunter mıdır ki tilki için olabilsin köşe kenarda oynaşan saf bir tavuk besili?
Helen Hunt’ın son ki harfi eksik ataletin sahte rakılığında, bilye kırılmaları’nda; hayır çünkü.
Av olan avcı mıdır ki o tilki? o kümescil, avcı olan av mıdır ki, çil çil:
Tom kümese girdi; ah Wilson, ama yağmur altında (bile) diyaloglar olsa (keşke) !
Seni mağaradan denize atmayı ve istememişti, bilirsin bunu ve okyanusa düştüğünde canı pahasına seni yakalamak istemişti! ...
O koca salı bile çekmişti, peşi sıra! kendi- peşi sıra! ...
[ (Cruise füzesi değil, Tom Cruise; Wayne değil ya da kement atışı veya çizmeleri onun, John Wayne) Salı çekti ancak günlerden Cuma, Daniel Defoe’den Robinson Crusoe’ce Cuma. Kadınının elinde ölmüş yine her zamanki gibi Wayne ya da diğer John, Coffey; okyanus geçtiği için Tom Cruise; silah attığı için değil]

Ursnik; “Urs” bir rumuz(sal) , Plassnik’ler için Ursula sadece bir nick!
Seni anlatmaz ya bak ne yapmışsın:
Evcimen Bahçe Gül’ü Abdullah, Gül fotosu masanı süslüyor, başarılı bulmuşsun;
Sorguladın mı yasalarını?
Ve kolunda bir netamelik, bir bilezik Urfa’dan.
Bilir misin, Urfa; gelir Şanlıurfa’dan (anlı şanlı) …
Kırışıkların, telaşın içinden gençlik için zamanı düzüşü, hath! Ruh sûr O la gen ç`çiy dev; “..dew hath fed! …”:Ankara, değil İsraf edilmiş bir İl! !
Ne garip birisin; ve ama yine döner, “’ne tuhaf kirişi kırışların’ ‘son anlarında dokuzu’nda kulede çanlar’ın” …

Birleşik bir haldeki yüz gökadanın verdiği bir enerjiyi taşıyan yöne atılımda papyon takmış bir kız kostümlü..
merkezdeki kuasara doğru.. kaçış istikametine! ! …
Elinde bir rehber, YıldızÇocuğu Sözlüğü; onu nereye götürecek.
Bari varmış ama vardı (da) , ‘inadı inat’

Bir karaterin içine yer etmiş bir burun, Ay’ın arka tarafı menşeili; pek şeffaf gösterebilen kendini ön yüzünde onun.
Neden, korkuyor mu? neden çekiniyor?
Onun şeffaf bürüntüsü, Ay-yakarışları gibi Ay canlıları’nın;
ne ön tarafında, ne arka; her iki yakada da:
Öyle Ay’ın ön yüzü göründüğünde
Ar(a) ka yüz dünyaya kayboluyor Trakya Ankara’da.
Daha gong şiddetli çünkü duyulan.

Sinop Burnu gibi uzanıyor Burun Kuzey’e Karadeniz’den doğmuş olarak Ay’ın ön tarafından ve döne(rek) dolaşa son bulan arka şöminede dönmeyen Dünya’ya yüzünü Ay’ın çöreklenerek içine büyükçe kraterinin! ...
Ters dikitler, doğru mantık- sarkıtlar’la birleşiyor şimdi;
yine “düz dikitler-katalizörü ‘her daim hamisi’”.

*

Gitme rutin, gel rutin;
senin için geçirildi ivmeye ve spin de etmeye;
bulutlar arası rüzgarlar ve ordan doğru buraları, meltem ve bulutsuları vurup yeryüzüne inen yıldırımlar …

Ressamın resmine uygulamış zaman geçişli fotoğraflama yöntemini.
Oysa canlandırmak zorken şip de şak ve dondurmak zamanı, zorken resim gibi bir şeyi …
: Koyaanisqatsi! (! !)

1915 Gallipoli, gibi anoloji bir benzerlikleri kullanma yöntemi …

Neden sonra, bürünüyor görüyorum, insan bedenine …
Oturdu kayalıklar üzerine …
Hışım, dalgalarda vuruyor yüzünü
Ve artık dalgakıran yok ….
Sessizlik daha bir sessiz …
Yanılmak isteriz …
Bekleriz, beklemesek de;
cesaretin pedallarını çevirmek zorundayız.
Koruruz sevgiyi, yüceltirkendi düşüşü.
Kezzapsa daha derinde;
fazla lüks, cüzzama bulanmak için..
gibi görünür: gibi! .......
Bunu dile getirmek yürek işi:
Ve artık dalgakıran var…
Tekrar bürünüyor geceler
vücuda gelen insan kılıfından sıyrılıp.
Maazallah umarım
tekrar mücadelede dalgalar! ! ...
Ve artık dalgakıran var …

--
Açıklamalar;
Çift tırnakla belirtilen “Şairin telaşı” lafı, Z.Livanel(l) i’nin şarkısından esnetilme
-
(Wilson’la başlayan) Üçüncü kıtadaki bölüm açıklaması (Cast Away) :
son yıllarda ortaya çıkarılmış en başarılı yapım.tom hanks in oyunculukta ne kadar başarılı olduğu tekrar vurgulanan,mücadele ve aşkın gücünün insanı ulaştırabileceği noktaları anlatan film. filmde yönetmen tarafından herşeyin seyirciye açıkça verilmediği alanlar bulunmakta olup, bunun yanısıra yalnızlık ve çaresizlik ince bir şekilde işlenmiştir. bir voleybol topunu kendi yalnızlığına ortak eden, onunla konuşan, kızan, paylaşan, kendi iç sesinin yansıması ile topa dost olan ıssız bir adaya düşen, normal yaşantısında çok dakik olan bir adam anlatılıyor.fed ex isimli bir kargo şirketinde üst pozisyonda görevli olan adamın, okyanus ortasında ki bir adada bir mağara içinde tesadüfen sahip olduğu bir fener ile her gece dakikalarca sevgilisinin minicik resmine bakıp, ona olan aşkı sayesinde adadan kurtuluşu çok ustaca işlenmektedir. filmde pek çok ögeyi ön planada işlemektedir, umut, azim,yalnızlık, aşk, dostluk, mutluluk, acı, kavuşma, hayal kırıklığı,yaşama gücü bunlardan en belirginleridir. (eksisozluk)
-
adı geçenler:
Ursula Blassnik (the Austrian 1.90 thing)
Tom Han) ks
Helen Hunt(er
Yeşil Yol (The Green Mile)
Cast Away (Helen Hunt, Tom Hanks, Wilson)
John Coffee (Yeşil Yol)
John Wayne (El Dorado)
Evcimen Bahçe Gül’ü Abdullah: Dış İşleri Bakanı ;) p
12 maymun (Bruce Willis, Brad Pitt)
Armageddon (Bruce Willis.ek; asansör sahnesinde kendini feda eder)

(Olumlu ya da olumsuz) ‘Cruise’ bağlantıları: -1Tom Cruise 2- Robinson Crusoe 3-Cruise Füzesi 4- Okyanus geçmek anlamında
Orta yer bağlantıları: Ankara kuzeyde, Anamur güneyde, dut ağacı Trakya’da; sallanan bermuda üçlüsü uğurlu(ca) , dut ağacı yapraklarında
(T) Üretme: İrenmur Burnu
Kronos-zamanı: “gerçekliğin bildiğimiz-algıladığımız olduğu, ancak zamanın da donuk bir şekilde akmadığı” anlamlarınca v.b. …
Ruh sûr O la gen ç`çiy dev; “..dew hath fed…”: hath, has(haveden gelen) kelimesinin gencligi(eksisozluk): has/have=sahip olm, “she has” diye örnekleyecek olursak, “o sahiptir” nlamınca, bunun gençliği. Gençliğin anlamı ise anıların olumsuz yanlarına yorulmasına bir aracı, bir tercüman olabilirmi hiç?
“dew hath fed” ise bir Coleridge lafı.
Türetme: Ruh sûr O la gen ç`çiy dev= Genç ola dev-çiy, ruh öttürülüşün’de… (“Sûr”+”İsrafil” in “Ankara.. İsraf değil, İl” bağıntısı: 101-> 1=1~)
Yani ikisi aynı anlama çıkıyor, sonuçta

çiy: havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su damlaları, şebnem.(eksisozluk)
Koyaanisqatsi: Kızılderili dilinde “dengesiz hayat”
Zaman geçişli fotoğraflama tekniği: dünyanın ne kadar hızlı değiştiğini gösteren bir film tekniği
Kutucuk işaretleri Ms yazı tiplerinde farklı işaretlerdi. yanlışlık için özür dilerim. burda farklı çıktı

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 8.10.2005 08:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Akın Akça