İnsanlar çaresiz kaldığında güce tapmış, doğal afetlerin kaynağı, deniz, güneş, rüzgar vs… gibi doğa güçlerine taparken sonraları tek tanrıya inanmış… Bilim geliştikçe bu gerçekdışı inançlara olan bağlılık da azalıyor, azalıyor ama çok yavaş bu azalmanın ivmesi... Bunda sanat tarihimizdeki büyük mimarların payı da büyük diye düşünüyorum. Camilere ve kiliselere o muazzam görkemi vermeselerdi, insanlar tanrının gücüne bu kadar çok inanmazlardı. İnsanların uyuşmasında katkıları olduğunu düşündüğüm için kendi adıma biraz suçluyorum onları. Bir başka sebep de, galiba insanlar uzun yıllar inandıkları şeylerden vaz geçemiyorlar. Alışkanlık insanları esir alıyor. Geçmişte doğa ya da doğaüstü güçlere olan tapınma çağımızda, onun yerine alan paraya… Para aşkı Tanrı aşkını unutturdu ki inandıkları dinin kurallarını bile uygulamıyorlar, uygulamak şöyle dursun, tam aykırı davranıyorlar. Örnekler mi?
Dini kitaplarda çocuklar için melek diye bahseder. Hiç günahları yoktur onların… Ama gel gör ki, en fazla eziyet gören çocuklar. Eşek kadar insanlar çocuk sömürüsü ile geçiniyorlar… Çocuk seviciler yalnız kendi çocuklarını seviyor, hayvan seviciler yalnız kendi hayvanlarını… Hayır onlar çocukları ya da hayvanları sevdikleri için değil, hayvanları kendi çıkarları için kullanıyorlar da onun için sever görünüyorlar. Kendi yalnızlıklarını gidermek ya da sinir sistemleri bozuk olanlar rehabilitasyon için… Geçmişten ve günümüzden bunun kanıtlarına bakalım… Kitaplardan alıntılar:
1802’den 1833 kadar 5 yasa değişikliği yapıldıysa da bunlar lafta kaldı. Bütün çocuklar gençler 1833’ten sonra da gece ve gündüz sabahtan akşama, keyfe göre çalıştırılıyordu.
18 Mart 1851 tarihinde ise 15 yaşından küçük hiçbir çocuk 12 saatten fazla çalıştırılamaz ve gece işçiliği yasaklanıyordu.
Kuzey Amerika’nın en özgür eyaleti sayılan Manşeşter’de bile günde çalışma süresi 12 saatti. 17.yy ortalarına kadar. 1858 yılında 12 yaşından küçük çocuklar 10 saatten fazla çalıştırılamaz diye yasa çıkarılıyor ama fiilen uygulanamıyordu.
1833’te, İngiliz parlamentosu, 13-18 yaş arası çocukların iş gününü, 4 sanayi iş kolunda 12 tam saate indirdiği zaman, İngiliz sanayisi için sanki kıyamet günü gelip çatmıştı. 1852’de Luis Bonapart durumunu sağlamak için işçi yasasına el attığı zaman Fransız işçisi tek bir ses olarak haykırdı ve 10 yaşından büyük çocukların Zürih’te 12 saatten fazla çalıştırılması yasaklandı. Günlük çalışma süresi 12,5 saatten 12 ye düşürüldü.
Kapitalist antropolojiye göre çocukluk yaşı 10-11’de sana ererdi. İngiliz Hükümeti 1855’te çocukluk yaşının sınırını 13’ten 12’ye indirmeyi önerdi.
8 Haziran 1847’de çıkan yasaya göre 13 ile 18 yaş arası işçiler için iş günü 11 saate indirildi.
Çocuklar, kıvrak parmaklarından çıkacak işler için harcanıyordu… Derisi için kesilip atılan hayvanlar gibi…
Günde 16 saatlik, hatta gece işyerlerinde yatan çocuklar bile az değilmiş… İşte 8-10-11-12 yaşlarındaki çocukların emeklerini sömürmek için çıkarılan yasalar. Çocuklukları bile inkar ediliyor. Bu vahşet değil de nedir?
Bu yıllarda, ölüm oranı Binde 31… Ortalama yaş ise 42 civarında… Bu oran çocuklarda daha yüksek…
Günümüze gelirsek, çocuk gelinler, yine iş yerlerindeki çıraklar, maden ocaklarında bacalara büyükler giremediği için o en riskli yerlerde kullanılan çocuklar… Simit satan, mendil satan, çöp toplayan çocuklar, okuyamayan anayasaya göre devletin okutması gerektiği halde, parasızlıktan okuyamazlar… Yetiştirme yurtlarında yarı aç kullanılan çocuklar. Tecavüz olayları… İnkar bile edemiyorlar, bademleme gibi garip bir isimle meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Devletler her şeye yatırım yapıyorlar da çocuklar için maalesef, sorunları çözecek ciddi bir girişim yok. Çocuk sevgisi, liderlerin önemli günlerde çocukları kucaklarına alıp poz vermelerinden ibaret… Poz verirken sırıtmaları bile yapmacık. Bir an önce şu fotoğraf çekilsin de bırakayım, kurtulayım endişesi yüzlerinden okunuyor.
Velhasıl, insanları ikiye ayıracak olursak, insana tapanlar ve paraya tapanlar olarak ayırmak gerekecek… Para şimdi her şeyin üstünde…
Kapitalistler, alıcı kişiliği içinde işgününü olanaklı olduğu kadar uzatmaya, ve elinden gelse bir iş gününden iki işgünü çıkartmaya çalışıyorlar.
Makineye titizlik gösterip yağı tazelenir, ısındı diye dinlenmeye bırakılır. Ama onu çalıştıran 9-10 yaşlarındaki çocuk 16 saat çalıştırılır… Canlı insana makinaya gösterildiği kadar itina gösterilmez.
Gösterilmez çünkü; köle sahibi emekçisini at alır gibi alır. Kölesini kaybederse bunu yerine koymak için köle pazarında yeniden para harcaması gerekli bir sermayeyi kaybetmiş olur. Makinanın maliyeti insan maliyetinden daha fazladır.
Emek-gücünün ömrünün uzunluğu sermayeye vız gelir. Onu ilgilendiren tek şey, bir iş günü boyunca akışı sağlayabilecek azami emek-gücüdür. Bu amacına işçinin ömrünü kısaltarak erişir.
‘’Benden sonrası tufan’’ her kapitalistin ve bütün kapitalist ulusların sloganıdır.
Emek gücü sahibi de ölümlüdür. Öyleyse, pazardaki varlığının sürekli olabilmesi için yaşayan emek gücü sahibinin kendini sürdürmesi kadar neslini sürdürmesi de önemlidir. Yaşlanma ve ölüm nedeniyle pazardan(üretimden)çekilen emek-gücünün yerine yenilerinin gelmesi gerekir. Bunun için gelişmiş ülkeler her çocuk için ekonomik destek vermektedir. Geri kalmış ülkelerde de, ‘’3 çocuk 5 çocuk yapacaksınız’’ talimatları verilir. Yani eksilen emek-gücünün yerinin doldurulması gerekir. Bu emek-gücü yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinmelerini de karşılamalıdır.
Normal işgününün saptanması, kapitalist ile emekçi arasında yüzyıllarca süren savaşımların sonucudur.
Bilinçsizlik, boş inançların olduğu kadar, sanayinin de anasıdır…
Bu gün Osmanlıyı savunanlar, aynı zamanda o dönemdeki sömürü oranlarını hatırlatarak sermaye sahiplerine göz kırpıyorlar… Dünya hızla ileriye giderken, gelişmiş ülkelerde işçilerin sosyal hakları artarken ülkemizde sürekli azalıyor. Bu gidişle 17-18 yy’lardaki şartları da dayatacaklar.
En zalim insanlar güçlendikçe,, arkasından gidenler de artıyor. Niye? Güce tapıyorlar. Saraylar da bunun için önemli. Ben aç iken bu adam niye bu büyük sarayda, bu kadar masrafla bizlere yük oluyor diye sorgulamıyor. Aklından geçirse bile eyleme geçmiyor. Ve sonuçta ‘’Bükemedin eli öp!’’ mantığıyla kendi kasabına kurban oluyor.
Artık yaşam, insanlara yük haline geldi… İntihar oranları, cinayetler, boşanmalar, hırsızlıklar tecavüzler arttı. Biz susmaya devam ediyoruz… Hiç olmazsa seçimlerde sandıklarda irademizi gösterelim. ‘’Kayyum atarız’’ tehditlerine karşı daha güçlü bir muhalefet yaratalım…
Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 26.11.2018 23:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!