Belediye otobüsünde bile, boş koltuğa oturmak için, otomobil gibi manevra yapıyorlar.
Oturacakları koltuğu gözlerine kestirip, bir adım geçiyorlar ve sonra geri geri gelip oturuyorlar ki oturduğu koltuktaki diğer yolcu ile göz göze gelmesinler… işte bu gün
yanıma geri manevra ile oturanın gözüne bakayım dedim. 45 derece eğik oturduğu için,
boynum kopacaktı adeta. (açıklama yapmak zorundayım, ben 68 kuşağıyım ya, bukalemun gibi renk değiştiriyor demesinler diye, boynumu hiç sağa sola çevirmiyorum. O yüzden kireçlenmiş.)
Dikkatli bakınca o da anladı sormadan açıklama yaptı. (L, demeden leblebiyi anlayan bir halkız çok şükür. O yüzden diyolog kurma yeteneğimiz gelişmemiş.) Önünü gösterip, fermuar bozulmuş abi, oturturken açılıveriyor da, dedi.
Ben de hııı dedim.
Demek ki, göz göze gelmekten korkanlar, kendini suçlu hissedenlerdir, dedim, kendime…
Üzerimde kağıt kalem olmadığı için, keşfettiğim bu yeni kuramı, unutmayayım diye bütün gün tekrarlayıp durdum.
Akşam, birbirimizi tamamlayan üç arkadaş, yine öğretmenler lokalinde buluştuk. Benim dilimde hala aynı cümle, ama ben farkında değilim. Arkadaşlarım bana tuhaf tuhaf bakarlarken, masamıza Osman yaklaşmış, ben farkında bile değilim, bu arada (S) arkadaşım,
ne oluyor? der demez. Ben ani bir refleksle ‘’Göz göze gelmekten korkanlar, kendisini suçlu hissedenlerdir’’ dedim.
Konudan konuya geçiyorum ama, beni yazılarımdaki gibi, kaba biri olarak tanımayın diye açıklama yapmak zorundayım. (beni gözleriyle görenlere ne desem boş ama meşe kütüğü gibi görüp dururlarken ‘ben ince biriyim’ dersem de nafile, ama sizlere yutturabilirim. Çünkü yazılanlara inanmak zorundasınız.)
Önce Osman Bey demiştim. Oha! dedi yanımdaki arkadaşım(U) . Nasıl komünistsin sen öyle? Beylik feodal dönemden kalma bir tanım. Marabaların, kölelerin, sahibi… Derebeylik yakışır mı bizim dilimize… Hak verdim…
Hocam! sözüne dilim alışık değil ama, her akşam öğretmenler lokalinde, hepsi hoca, hepsinin ismini öğrenmek zor, o şekilde… Sonra kendi aramızda konuşurken, hocaları birbirinden ayırmak imkansız oluyor. Hoca ismini kullanmak da kuvvetler ayırımı açısında yanlış olduğu tespitini yaptım.
Abi! sözünü yirmi yılda zor öğrenmiştim bu İzmir’de, her ne hikmet ise, bir tek amcama ‘Abi’ derdim ben. Ama inşaat sektörüne girdikten sonra ilk günler suç işler gibi yüzüm kızara bozara kullandığım Abi sözcüğünü.. 4-5 yıl sonra yüzüm kızarmadan söylemeye başladım. (daha önce çalıştığım işyerlerinde ben bey olduğum için hep isimle hitap ederdim.
siyasi çalışmalarda ise arkadaş, yoldaş… bu kadar kaynaşırdık sınıfımızla)
Şimdi Osman derken hepiniz bu ne kabalık diyeceksiniz biliyorum. Olsun varsın, madem
Abi demeyi öğrendin niye Osman Abi demiyorsun diyeceksiniz. Onun için biraz daha bekleyin. Onun daha kaba olacağını anlarsınız…
Osman, sizinle biraz sohbet edebilir miyim? Diye sorup, arkadaşımız (U) ’dan ‘tabi ne demek’ cevabını aldıktan sonra, kendi masasından rakı bardağını da kapıp geldi…
Sizi hep izliyoruz. Üç arkadaş ne güzel sohbet edip konuşuyorsunuz, onun için bir tanışmak istedim…
Osman’ın sesi, gevrek ve gür olduğu için, bütün konuşmaları kulağımızda, kulağımızdan da öte, kafamızın içinde kitap gibi duruyor. Üçüncü karısını da altı ay önce boşanmış, dördüncüyü bulmak için davul zurna ile, ilan veriyor sağa sola. Her akşam içmesinin mazereti de, evde yemek yapan birinin olmaması, bulaşık ve çamaşır işinin de elinden gelmemesi…
Yani bir arkadaş, bir dosttan çok, bir hizmetçi arıyor. Gazete ilanları da pahalı…
Bunları hepimiz bildiğimiz için, arkadaşım (S) ‘hah tam da konumuza ışık tutacak, sorularıma kim cevap verecek, diye düşünüyordum, iyi oldu geldiğin Osman Bey’ dedi. ‘Bak bu arkadaşım (U) yazar iki kitap yazdı, şimdi üçüncüye başladı, bu şair, ben de öykü ve senaryo yazıyorum’ dedi. Ben şimdi evlilik ve aşk üzerine bir araştırma yapıyorum. Bu konuda siz de tecrübelisiniz. Size soracak sorularım olacak. Galiba Osman beyin asıl tanışmak istediği de, bu bayan arkadaşımızdı. Çünkü sorulan sorulara cevap vermekten çok, Osman Bey kendi kafasındaki soruları soruyor, belleğinde sakladığı konuşmaları yapmaya çalışıyordu.
Biz üç arkadaş, ekonomik oluşu ve yerinin ayakaltı, aynı zamanda güvenilirlik açısından
bize en uygun gelen bu öğretmenler lokalinde takıldığımız akşamlarda, Osman Bey’in, zengin çocuklarının, 2-3 yıl kullandıktan sonra otomobillerini nasıl yenilediklerini anlatır gibi
boşanmalarındaki marifetlerini anlatmasına sinirlenip, onu bir gün nasıl haşlayacağının hesabını yaparken, masamıza kendi ayağıyla geldi, bu yüzden Osman, bardağını almaya giderken, kulağıma eğilip, ‘’doktor iyi olacak hastanın ayağına gelirmiş’’dedi. O arada Osman bize döndüğü için ben gülemedim bile. Ne de olsa erkek egemen bir toplumda, bir erkek olarak, hemcinsimin başına gelecekleri düşünüp üzülüyordum daha şimdiden… İşin daha kötüsü arkadaşımız (S) böyle düşünürken, Osman’ın, pembe hayalleri olduğu da gözümüzden kaçmıyordu. Ben de sanki Osman Bey’e, özellikle söylemiş gibi oldum. ‘’ göz göze gelmekten korkanlar, kendini suçlu hissedenlerdir.’’ diye… Osman Bey bu sözü kalkan gibi kullanarak, (S) arkadaşımızın gözlerine teyelledi gözlerini… Bize karşı suç işlemeyeceğine göre, bize bakmadı bile…
Deprem olacağı önceden belli olur da insan tedbir almaz mı diye düşünenleriniz olacaktır.
Ama, biz de düşünüyoruz ki, daha büyük ve bize zarar verecek depremlerin, bizden uzak bölgelere kayması işimize gelir.
Yüzyıllardır sürekli baskı altında olan ve ezilen kadınların, içgüdüsel öc alma duygularını öğrenecek kadar okumuşluğumuz olduğundan, (pratik deneylerle öğrendiklerimizi anlatıp kendimi küçük düşürmek istemem) hiç olmazsa okuduklarımızdan kendimiz faydalanalım diye düşündük, (U) arkadaşımla göz göze kaçamak bir bakışla anlaşarak.
Konumuz masada geçen ikili diyologlar olmayacak, o sıkıcı konuşmaları az çok tahmin edersiniz. O yüzden sizleri bunaltmamak için kısa keseceğim. Yalnızca farklı diyologları anlatacağım.
- Osman Bey, kaç evlilik yaptınız?
- Üç bacım…
- Şimdiki üçüncü karınız mı?
- Yok şimdi dul’um… dördüncüyü arıyorum.. (derken Osman bey teyelli gözlere dikiş
attı ve o sokuldukça geri geri çekilen (S) ’ ye biraz daha sokuldu.
- Osman Bey tevellüt kaç? (……)
- Tevellüt 53 bacım… (şimdi neden Osman Abi demediğimi anlamışsınızdır. Görünüşü
benden on yaş fazla görünse de benden gençtir maşallah…)
- Osman Bey (hızlı hızlı ve sert) siz ne iş yapıyorsunuz?
- Emekli öğretmenim bacım. (Osman biraz tedirgin, ama konuşurken de (S) yan
koltuğunda olduğundan ona doğru uzanarak konuşuyor. Yakın temasın ayrı cinsleri
yumuşatacak kadar geniş olan cinsel bilgisini değerlendiriyor.)
- Osman Bey, sen bu kadar yıl, bacım diye mi hitap ettin öğretmen arkadaşlarına?
Osman Bey, gözlerini bizim üstümüzde dolaştırdı. Yüzünde ve gözlerinde önüne mendil açıp dilenenlerin bakışları vardı. Depremin hafif olması değil miydi amacımız, mecbur girdim devreye… girdim ama, daha sonra bundan dolayı benim çekeceklerimi de hafifletmek
var işin içinde… yani yuvarlak konuşmak, yada lastikli konuşmak gerekiyordu…
- Bu bir savunma sözü canım, bunda kötü bir şey yok, dedim. (bazı insan suçtan sonra ceza çeker, bazı insanlar önce cezayı kabullenerek suça talip olur.. tabi bunları söyleyemiyorum. Zaten herkesin bildiği ve anlayacağı şeyler, hepimiz şey’apmak istediklerimize güven vermek için bacım demez miyiz? Peşin peşin kovulmamanın garanti belgesi değil mi bu…) Ama Osman Bey hemen,
- Evet, evet öyle, beyefendi doğru söyledi, dedi… (Bu arada yüksek sesle reddetsem bile ‘beyefendi’ sözü de beni baya okşamadı değil hani… Çaktırmadan şöyle bi gerindim koltuğumda… Bu da (S) ’nin gözünden kaçmadı. Bakışlarından, sıra sana da gelecek dediğini hissettim…)
- (S) peki neden bana şimdi bacım dedin… Bu kadar yıldır arkadaşım demeyi öğrenemedin mi?
- Haklısın haklısın, dedi Osman, Arkadaşım sözünü, galiba arkadaşlık önerisi gibi anladı
Osman, başladı yazar arkadaşımıza yardımcı olmak için aşk üzerine konuşmaya… Güzel olursa, elinden iş gelirse, itaatkar olursa, lüks tüketime kaçmazsa… vs…
- (S) Eeee, daha daha, bu kadar mı? Sen burada içerken, gündelik işlere gitmeyecek mi?
Biz bir arada genellikle güldüğümüz için Osman bunu da espriye aldı…
- Hah işte, ne güzel anlıyorsun…
- (S) Sen hayat arkadaşı mı arıyorsun, yoksa yıkılacak birini mi?
Osman’ın kafası karıştı… yıkılacak biri terimini ilk defa duymuştu anlaşılan. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir derler… Bunu bilen (U) arkadaş, ben tuvalete gidiyorum diye kulağıma fısladı kalktı.
Ya ben nereye gidebilirim? Ben gene kauçuk aramaya başladım. Alelacel devreye girip
- Yani Osman Bey, sizin aşk üzerine söylediklerinizi özetlersek, Fizik artı matematik artı
kimyanın kesiştiği nokta diyebilir miyiz? Uzatmaya gerek yok, test usulü, evet veya hayır yeter dedim. (işi noktalayıp iki tarafı kurtarmaktı amacım ama, Osman, başını eğip düşünmeye başladı…)
_ Fizik güzellik, (gözüme baktı, onayladım.) matematik, ekonomi. (gene başımı eğdim)
Kimya! dedi… (öylece kaldı)
- Hiç duygu olmaz mı bu işin içinde, diye sorunca… Bana övgü düzmeye başladı.
- (S) (gözlerime bakıp) Yeter! Diye cıyaklayıp, elinin tersiyle tamam tamam dedi.
Osman kaptı bardağını gitti… Biz hesap alıp toplanana kadar düşünüp, tekrar masamıza gelip, ‘’ben hata yaptım, kendim istedim bunu ama siz de çok serttiniz’’ dedi.
- Osman’ın gidişinden sonra, ‘’ben kısa kesip göndermeye çalışırken sen daha uzatıyorsun lafı…’’ diye sıra bana gelince… (neyse ben temiz kalayım…) hesapları ödeyip kurtulayım. (U) da, okumuş yazmış adam değil mi, tam bu anda rahatlamış vaziyette geldi masaya…
Ama ondan sonra ki günlerde, Osman artık o kadar yüksek perdeden konuşamadı.
Kayıt Tarihi : 16.12.2007 01:11:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Halil](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/12/16/insanlar-goz-goze-gelmekten-niye-korkarlar-7-duz-yazi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!