İnsanın kendisini beğenmesi iyi mi, kötü ...

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İnsanın kendisini beğenmesi iyi mi, kötü mü? / düz yazı

Hepiniz bilirsiniz ‘’insan kendini beğenmezse çatlar’’ sözünü. Ama biliyor musunuz? İnsan kendisini bu kadar çok beğenince de sürünüyor. Demek ki insan çatlayıp gitmek yerine, sürünerek yaşamayı tercih ediyor. Bu söz çok küçük bir azınlık için geçerli değil tabi, biz genel çoğunluk adına yazıyoruz.
Aklımızı o kadar çok beğeniyoruz ki, her çabamız başkaları üzerinde güç sahibi olmak için. Ama bu arzu ile şehvetle kıvranırken, başkaları bizim üzerimizde güç sahibi oluveriyor. Bunu üst benliğimiz kabul etmese bile, alt benliğimizin isteklerine boyun eğerek kabulleniyoruz.
Her kimki bize bir başkasının kölesi olduğumuzu söylerse, hemen tepki gösterip itiraz ederiz. Bunu kanıtlamak için de üzerinde baskı kurabileceğimiz zayıf insanlar bulur, onunla tatmin olmaya çalışırız.
Oysa insanın kendi üstünde güç sahibi olması, kendini denetlemesi, işte özgürlük burada aranmalıdır.
İnsan kendisine güvenmedimi, mutlaka güvenebileceği birini arar. Başkası üzerinde baskı kurmak isteyen, kendisi, başkalarının baskısından kurtulamaz. Onun kafasında bu meşru bir hak olmuştur. Çünkü... Hak olarak gördüğü bir şeye karşı baş kaldıramaz.
İnsanın kendisini beğenmesi, aynı zamanda kendisini başkalarından üstün görmesi demektir. Bu da, kendi çıkarlarını başkasının çıkarlarından üstün görmeyi beraberinde getirir.
Yalnız kendi çıkarlarını düşünen insan da güçlüden yana tavır koyar. Güçlüden yana tavır koyanlar oldukça da, dünyadan zalimler eksik olmaz.
İşte, bu insanların bencil çıkarları, kendini beğenmişlikleri, güçlüden yana tavır koymalarına sebep olur. Bu güçlüden yana tavırlar da; zalimler ve mazlumları, ezenler ve ezilenleri, yöneten ve yönetenleri yaratır. Kendisini üstün görenler, diğerlerinin sırtından yaşamayı hak olarak görürler. Onlar üzerindeki her türlü baskı ve tahakkümü kurar, sistemleştirir ve geliştirirler.
Hayatta zaman ve mekan gibi sınırsız olan şeyler vardır. Bilginin sınırı yoktur. Kar hırsının sınırı yoktur. Kar hırsının sonucu ise, zalimlerle mazlumlar arasında sürtüşmeyi, sonra bu sürtüşmeden şiddeti ve savaşları doğurur.
Kendisini beğenmiş insan, kendisini beğendiği için kendisini geliştirme ihtiyacı duymaz, onun için gelişme genellikle mülk ve para sahibi olmaktır. Bilgi ve erdem onların düşmanıdır. Kendisinin sahip olamadığı şeylerin ise başkaları, kendinden daha geri gördüğü insanlar tarafından edinilmesine de karşıdır. Onların aydınlanmasını da istemez. Çünkü onları fethetmek için karanlığa ihtiyacı vardır.
Bu karanlığın değişik anahtarları vardır. Kader, fizik ötesi güçler, milliyetçilik, din ayırımı, mezhep ayırımı, renk ayırımı, ihtiras, kariyerizm gibi...
İnsan, tanrı kavramı sayesinde kendi sorumluluğundan kurtulmuş oluyor. Hiç kimse mücadele etmeden geleceğini sağlam temeller üzerine kuramaz, bu unutulmamalı...
Bütün dünyanın, tanrı tarafından nimet olarak insanlara bahşedildiğini savunan bu felsefe, insanların büyük bir kesimini de kendileri için yaratıldığına inanmışlar gibi sanki... Bunu itiraf etmezler ama öyle davranırlar. Zayıfları tarih boyunca köle olarak kullanmışlardır.
Geçmişte, kölelerin omuzlarında taşıdığı, üzeri örtülü koltuklarda seyehat ederlerdi... İpekler giyinmiş, elmaslar takınmış beylerle hanımların ayakları yere değmezdi.
Şimdi ise yalnızca şekil değişti. Büyük bir çoğunluk yine onların hizmetlerinde...
Bu gün öyle bir karmaşa haline getirilmiş ki hayat, balık tutmak için suyu bulandıran köylü gibi... bu karmaşa içinde, aklı karışan milyonlarca çaresiz insan, bu zalimler düzenine boyun eğmek zorunda kalıyor.
İnsan dünyanın bu karmaşası karşısında ne yapacağını şaşırıyor. Kendi ülkesini kurtarmak istese yine üstesinden gelmenin zor olduğuna inanıyor. İl, ilçe, köy ve nihayet aileye kadar indiğimizde görürüz ki, asıl sorun, bu büyük karmaşanın düğümü insanda. İnsan toplumu düzeltmeye kendinden başlarsa sorun hiç de büyütüldüğü kadar zor değil.
İnsanlar kendileri düzgün olursa, kendileri erdemli olursa, kendileri hak, hukuk, adalet sahibi olurlarsa düzeltmeye kendinden başlarsa, ailesini düzeltmek kolay olacak, sonra köyü düzeltmek kolay olacak, sonra ilçe, il, ülke... nihayet dünya...
Önemli olan insan kendi hastalıklarından kurtulmalı. Her birey çıkar gözetmeden, aklını kullanarak, diğer insanların haklarına saygı göstererek davranacak olursa, ne şiddet olur, ne savaş olur, ne sömürü olur. Silahlara giden paralar insanın eğitimine, sağlığına ve beslenmesine ayrılır. Daha mutlu bir toplum oluşur. Hiç kimse kendi hesabına artı değer sömürüsü hesabını yapmaz. Bu tüm toplum için ütopya olarak görülse de çoğunluğun kendisini düzeltmesi, azınlığa bu fırsatı vermez.
Çözümsüzlükleri çözebilmenin anahtarı insandadır. Bunu da her şeyden önce bu yaşamdan rahatsız olanlar tarafından başlatılmalıdır.
Şimdi sorulacak soru hazırdır. Hayata sıfırdan mı başlıyoruz? Bu uğurda yapılan bir şey yok mu? Elbette yapılan, yapılmak istenen çok şey vardır. Ama dönüp geriye baktığımızda, sıfır noktasında olduğumuzu söylersek yalancı da olmayız. Tarihten ders alarak ilerlemek zorundayız. Yıllardır aynı yerde sayıyorsak yanlış giden bir şeyler var demektir. Bunu sorgulamak zorundayız.
‘Her insan kendi sınıfının düşmanını tanımazsa, bir zaman gelir iyi şeyler yok olmaya başlar.’ Evet söz olarak her ne kadar kendi sınıf düşmanımızı tanıdığımızı iddia etsek de, pratikte mücadele, emekçileri temsil ettiğini iddia eden, guruplar arasında devam etmektedir, her gurup kendisini beğendiği için, bir diğerini reddetmekte ve ayrı kulvarlarda yürümekte, kendi dar guruplarının çıkarına iş yaptığını zannederken, egemen güçlerin değirmenine su taşımaktadır.
Sınıf bilincini geliştirecek köklü bir eğitim olmadığından, mücadele slogan yarışında ileri gidememektedir.
Yaşamı tehdit edilen yığınlar kendilerine güven veren ciddi bir örgütlenme olmadığı için, egemen güçler tarafından yaşamlarıyla tehdit edildikçe, hayatta kalmak için, köleliğe razı olmaktadırlar.
İnsanlar farklı deneylerden geldikleri için farklı olmaktadır. Bu farklılığın olumsuz yönleri kadar olumlu yönleri de vardır. Farklı deneyler farklı zenginlik demektir. Niyet iyi olunca, anlaşılamayacak hiç bir konu yoktur. Davranışlarımız, sözlerimizi doğrulamalıdır. Esas olan güvendir. Güven bir kere sarsıldı mı, onu tazelemek kolay değildir.
Hepimiz, bu toplumun birer parçalarıyız. Ayların, günlerin, zamanın bir parçası olması gibi biz de toplumun birer parçalarıyız. Birbirimizden farkımız yoktur. Deneylerimizden başka. Hiç kimse de deneylerinden dolayı suçlu sayılamaz.
İşlerimizin yolunda gitmemesinin sebebi, toplumu temsil ettiğini iddia edenlerin sapıtmasından dersek yanılmış olmayız. Onların; bu iş bizden sorulur, ben olmazsam bu yürümez, öyleyse isteyen benim arkamdan gelsin tavırlarıdır... Oysa onlardan öncede, onlardan sonra da, bu toplum vardı ve olacak...
Sınıf mücadelesinin içinde bulunmayı bir görev gördüğü halde, örgütlenme zaaflarından dolayı, ezilen halkın kurtuluşuna yararlı olamayan insanlar, yalnızca kendilerini mücadelenin içinde göstermek için küçük başarılar elde edenlerden, daha güvenilir olduklarını düşünmeliyiz. Onlara kendi kısır döngüleri içinde yer almadıkları için kimsenin kızmaya hakkı yoktur.
İnançlarımızın ölçüsü davranışlarımızdır. Bu tür davranışlar ise, bu insanlardaki inançların zayıflığını göstermektedir. Kendisinde olmayanı kim başkasına verebilir?
Dağlar arasından gür ve güçlü akan nehirler.. düz ovalarda belli ana kanalları yoksa, yayılır ve değişik kanallar açarlar. Bu da nehrin akış hızını azaltır. Enerjisi eksilir. Her yeni siyasi kurum, kendini geçmişteki köklere bağlamak istese de, böyle bir ana kanal hala oluşabilmiş değil. Felaket içinde hepimiz tek bir aile gibiyiz... ama, felaket biraz uzaklaşınca en yakınımızdakini ısırır dişlerimiz...
Düşmanını iyi tanımayan onu yenemez... Biz bundan hep kaçtık. Küçümsedik düşmana dair olanları...
Çözümsüzlüğün, kaosun bir başka nedeni de, demokrat diye kamu oyuna empoze edilen, habercilerin, yayıncıların, egemen güçler tarafından yüksek ücretlerle satın alınışı. Demokrat olarak güven duyulan bu kimlikler, onların verdiği taraflı haberler ve yorumlar, toplumu şaşkına çevirmiş, çevirmektedir.
Bu tür etlili kimliklerin, aman karşımıza almayalım diye, deşifre edilememesi veya yeterli şekilde duyurulamaması toplumun yanlış yönlendirilmesi, kararsız kalınması vs...
Örgütsüz sosyalist, ilerici ve demokrat güçlerin zamanla yozlaşması ve eski kimlikleri ile yeni davranışları arasında toplumu yanıltmaları...
Kendindeki kusuru göremeyen bir kesim de, ‘’bu toplum layık olduğu şekilde yönetilir’’ diyerek kendi sorumluluklarından sıyrılmakta ve gelişen şartlarda yeni çözümlerin ve açılımların neler olabileceği konusunda kafa yormamaları, ama konuşurken iddialı konuşmaları...
Bu toplumun çıkar durumlarına göre belli partileri, belli meslek örgütleri, sendikalar vardır. İşçi sınıfının örgütlenmesine belli mesafelerde yakınlığı olan bu örgütlerle, belli noktalarda anlaşılabildiği gibi, belli noktalarda da ayrılıklar olamsı doğaldır. Bunlarla ilişkilerin, en verimli bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Egemen güçler küreselleşme adı altında, uluslar arası planda örgütlenip ortak tavır alırlarken, emekçi sınıfları ulusalcılık, milliyetçilik, yurtseverlik gibi... kanallarla bölüp birbirine düşürmektedirler.
AB ile birleşmek için her türlü taleplerine evet derken, yüzyıllardır kendi parçası olan kürt halkına en doğal yaşam hakkını çok gören, ana dilde konuşmasına baskı ile cevap veren bir ülkenin, ilerici ve aydın insanları olarak, sesimiz yeterli çıkmamaktadır.
Zorunlu askerliğe karşı çıkmamak da, askerlik adı altında, adam öldürmeyi onaylamak demektir.
Sınıf mücadelesinin ana hatlarını oluşturan bu talepleri, gerekli şekilde seslendirememekteyiz.
Buna karşı bizim de işçi sınıfı neferleri olarak, uluslar arası örgütlenmelerle bütünleşip, sermaye guruplarının çıkar çekişmelerinden yararlanıp, bize karşı olan saldırılarını zayıflatmamız gerekir.
Uluslar arası sermaye tarafından yutulan yerli sermayenin bazı kesimleri, yok olcaklarını göre göre sessiz kalamazlar. Bu çıkar kavgasını egemen güçler baskın iletişim araçları ile kullanarak, ezilenleri bölmede, ezilenler arasında milliyetçiliği kışkırtarak kendi lehine kullanmaktadır. Bu bilinç karmaşasını sadeleştirmek, netleştirmek ve gene yaygın şekilde kamuoyuna ulaştırmak gerekmektedir.
Kendini sosyalist zanneden, ‘sol’ adı ile kendini toplumcu mücadele içinde gösterip, itibar kazanmak isteyenler, elbette sosyalizmi acımasız bulurlar. Sosyalizmin, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirdiğine bozulurlar... Benimsedikleri Emperyalizmin dünya çapında akıttığı kanları görmemezlikten gelirken, yıkılan reel sosyalizmin hatalarını büyüterek, kendilerine haklılık kazandırmaya çalışırlar. emperyalizm lehine bu çabalarının karşılıksız kalmayacağı umudunu taşırlar, haklıdırlar. Çünkü üretmeyen insan ancak hizmet sunarak, kendini pazarlayabilir. Egemen güçler için pravakasyon geçerli bir silahtır.
Yine Emperyalizmin devrimci olduğunu ve zamanla kendiliğinden çöküp, sosyalizmin kurulacağı gibi tezler, burjuvazinin desteğini aldığı için kafa karıştırmada, suyu bulandırmada, rol almaktadır.
Bu karmaşadan kurtulmak için, muğlak ‘’sol’’ kelimesi ile sosyalizm ve komünizm tanımları birbirinden ayrılmalıdır. Kavram kargaşasına yer verilmemelidir.
Egemen güçlerin elindeki güçlü iletişim araçları ile toplum piskolojisi, sınıf mücadelemize karşı kullanılmaktadır. Toplum piskolojisi öyle bir şey ki: Spartaküs olayı buna ilginç bir örnektir. Kısaca bu örneği hatırlatıp yazıyı bitirmek istiyorum. Roma Kralı Stadyumlarda Sprataküs’ü aslanlarla döğüştürüp halkı öyle eğlendirir. Spartaküs aslanlarla mücadele ederken halk tezahüratta bulunur. Spartaküs, bir aslanı, ardından ikinciyi... üçüncüyü sıra ile kılıç darbeleriyle yere sererken halkın tezahüratı doruk noktasına çıkar. Spartaküs alkışlanarak yüceltilir. Spartaküs 39. Aslanı da yere sermiştir, halk iyice coşmuştur. Spartaküs’e tazahürat en yüksek seviyededir, ama bitkin de düşmüştür. 40. Aslan, Spartaküsü yere serince halktan ’ yuh! ’ sesleri yükselmiştir.
Bir insanın dayanma gücünün sonsuza kadar var olamayacağını düşünemeyecek kadar aptal insanlardır, kralları ayakta tutanlar.
Bu gün de halkın nabzını tutan medyadır. Halkı istediği gibi yönlendirip harekete geçirmektedir. Kalabalıklar her zaman linç olaylarına hazırlanmaktadır.
Buna karşı emekçi güçlerin güçlü kitle iletişim araçları yoktur. Gerçekler her zaman yıldızlar arasında ay gibi seçilir. Öyle bir iletişim aracına sahip olsak, egemen güçlerin sahte haberlerini çürüterek toplumu kendi mecrasına doğru yönelendirebiliriz.
Bunu yapacak gücümüz vardır. Yeterki emekçi kesimleri temsil ettiğini iddia eden partiler sendikalar, odalar, dernekler bir araya gelebilsin. Onların çirkin oyunlarını bozmadan, kirli yüzlerini ortaya çıkarmadan, kitleselleşmeyi sağlayamayız... Bundan bütün guruplar güç kazanabilir. Ama kendi aralarındaki rekabet bunu imkansız kılmaktadır. Samimi ve bilinçli davranılırsa bunun üstesinden gelinir. Bütün bunların tek bir merkezi olmalıdır. Tek bir siyasi merkez.
Hepsinin özü; bize bu günün işini yarına bıraktıran, okuma tembelliğinden kaynaklanan, egemen güçlerin kitle iletişim araçlarının etkisinde kalarak bilgilenmemizden kaynaklanmaktadır. Tembelliği bırakıp, kendimize güvenmeye başladığımız zaman işimiz daha kolay olacaktır.
Kendimize dönüp, kendimiz olalım. Toplum içinde, kendi eksenimizde buluşalım.

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 11.10.2008 11:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Halil