Çocukluk dönemimizde bir akrabamız vardı onlara gitmeyi hiç istemezdik. Ne zaman evlerine gitsek kendimizi robotik bir yaşama mahkum etmiş bulurduk. Koltuklara oturma kirlenir, onu yapma bozulur, bunu yapma kırılır diye diye bizi hayatımızdan bezdirir, geldiğimize bin pişman ederdi. O yüzden biz de hiç gitmek istemezdik, hatta bayramlarda bile. Düşünün oyuncaklarla bile oynamamıza izin vermezdi. Diyeceğim evindeki en ufak eşya kadar değerimiz yok diye düşünürdük.
Bu özellik sadece o akrabamızda var sanıyorduk. Meğerse o kadar yoğun ve çok olmasa da neredeyse hepimizde varmış. Biraz örnekleyerek açıklayayım. Evimize özene bezene koltuk takımı alırız sonra o beğendiğimiz koltuğun kumaşı eskimesin diye ya koltuk örtüsü yaptırırız ya da üstüne kumaş sererek kullanırız. Pek çoğumuzun evinde bir dolabın içinde belki de hala kullanmadığımız ya da çok az kullandığımız porselen tabak çanağımız olduğu gibi gümüş kaplama çatal kaşık takımımız mutlaka vardır. Aman eskimesin kırılmasın yarın bir gün özel bir gün de kullanırız diye diye yıllarca dokunmadığımız.
Hadi biraz daha derinlere çocukluğumuza doğru inelim. Pek çoğumuz sofrada yemek yerken masaya bir şeyler devirerek dökmüşüzdür ama su, ama çay, ama meşrubat. Kaçımız bu dökme olaylarında büyüklerimizden zılgıt yemedik. Neredeyse hepimiz o zılgıttan nasibimizi almışızdır. Sonra da çocuğumuz olduğunda aynını çocuğumuza yapmışızdır.
Bu yazdığım örnekleri biraz düşünerek hepimiz çoğaltabiliriz değil mi.? Farkında olmadan insandan ziyade eşyaya daha çok değer veriyoruz. Bu çoğu zaman istemsiz yaptığımız şey. Sonradan pişman olsak da yapmaktan kendimizi alıkoyamadığımız şey.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta