Burası havasını ilk defa kokladığım
Anadolu bozkırının Nemrut’u.
Avareler yanı başımda kıyasıya vuruşuyor.
Biri “Kaybeden çayları ısmarlar! ” diyor.
Oyunu kazanan muzaffer edasıyla
Çevreye çalımını atıyor.
Çobandı adam.
İlk Çoban Yıldızı’nı sevdi.
Çoban Yıldızı onu sevmedi.
Çoban ağladı.
Ağlamadı lakin Çoban Yıldızı.
Küstü bir gece gökyüzüne çoban.
Ey çocuk!
Sen değil misin yüreği üşüyen?
Çığlıklarla sokağa düşmüş
Mavi düşlerini arıyorsun.
Uçurtman gökyüzünde kayboldu.
Bedenin yırtık bir defter…
Ömrümün otuzunu yaşarken
Anadolu’mun sonsuz bozkırlarında
Ansızın sen girdin düşüme.
Daha tohumdun dün avuçlarımda.
Sakınırdım toprakla buluşmandan,
Kıskanırdım…
Kırıldı kanadı kuşların.
Ötesim yok bağınızda.
Uzak durun benden uzak.
Aşım pişmesin yağınızda.
Kırıldı kanadı kuşların.
Umudun ve aydınlığın meşalesi olduk.
Karanlığı ve hüznü kovup
Baharı çok olan yarınlara koşuyoruz.
Bir elimizde kılıç gibi keskin kalemler,
Diğerinde hayatın bilgesi kitaplar.
Karşımda minik yürekler.
Kapandı kapılar,
Söndü ocaklar.
Karanlıklar kederli ve korkunç.
Köpek sesleri parçalar geceyi.
Kulak veren olmaz onlara.
Irmaklar çağlar,
Beş yıl oldu
Bir fidanlık sahibi olalı.
Henüz bir ağacım yok şu yeryüzünde.
Zor imiş fidanlarla uğraşmak.
Uğraşıyorum işte boy boy ağaçlar için.
Nedense insan vazgeçemiyor
Başı avuçlarında bir Mehmet…
Kim bilir kalbi hangi bahara yenik düştü.
Ufacık gözlerinden akan yaşlar,
Büyük bir fırtınaya işaretti.
Sokuldum yanına usulca,
Beni tanımadı dostluğumuza rağmen.
Ey Anadolu!
Ben uslanmaz bir çocuğum
Kuru, çatlak bozkırlarında.
Düşlerim korkulu ve mahzun,
Dudaklarım korkak ve çatlak.
Ne çok fakirin vardı şu topraklarda.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!