Kahveni içtin mi? (Bu, bir kahve içelim daveti değildir. Bu, asla ama asla; hiçbir surette ‘ortanın bi tık üstü şekerli, karton bardakta, -bak bugün Cuma, bari bi yüz görümlüğü kahvesi içelim’ daveti değil. Hatta o kadar değil ki, “hadi tamam uzatma, yap şu kahveyi ‘kısa kes Aydın abası olsun” desen bile belki de hiç oralı olmam.)
Kahveni içtin mi? (Bu, ‘Yapayım mı sana bir kahve?’ daveti değildir. Ha ‘yap’ dersen yaparım; ne yapıp ne edip o kahveyi saat 15’e yetiştirmek şöyle dursun yanında bir sigara da ikram ederim ama bu asla ‘Saat 15’te bir kahve içelim mi?’ daveti değildir.)
Kahveni içtin mi? (Bu bir kahve içelim daveti değildir! Olsa olsa ‘Müsaitsen seni biraz görebilir miyim’ türünden soru cümlesi olmayan bir soru cümlesi olabilir fakat asla bir kahve içelim daveti değildir. Salı günü içeceğiz kahvemizi, saatinde –bir aksilik çıkmazsa inşallah, 14’te… Aksilik çıksa n’olur, mühim mi? Değil! Kahve de mühim değil. Bu da zaten bir kahve içelim daveti değil.)
Kahveni içtin mi? (Bu, bir kahve içelim daveti olmadığı gibi, mesele zaten kahve içmek de değil. Yanlış anlamanı istemem; “Ulan hani ‘madem Pazartesiye kadar dayanmak gerek tamam o halde Salı olsun!’ demiştin?” diyerek öfkelenmeni, yüzünün asılmasını ve bunların üstüne bir de seni darladığımı, ‘boğduğumu’ düşünmeni istemem fakat en azından seni bir görebilme arzusunun dile vurumu, dışa vurumu olarak görülmesini talep ettiğim doğrudur… Yoksa, zinhar bir kahve içelim mi daveti değildir!)
Kahveni içtin mi? (Bunu bir kahve davetinden ziyade ‘Zeyneeeeeep Zeynep!’, hatta ‘ZEYNEEEEEEP ZEYNEP!’ feryadı gibi duymanı isterim. Zaten mesele hiçbir zaman kahve olmadı. Hem ayrıca içtim, senden ayrıca kahve de içtim bugün… Üstelik 2 defa! Senden ayrıca içtiğim, hatta biri karton bardakta olan kahvelerin şekerinden midir, suyundan mıdır yoksa senden ayrıca oluşundan mıdır bilmem tatsız, tuzsuz ve sevimsiz oluşuyla alakalı da değil… Bu bir kahve içelim mi daveti değildir.)
Kahveni İçtin mi? (Bu bir ‘kahve içelim mi’ soru işaretsiz sorusudur…)
Kahveni içtin mi...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...