İç Kanama Şiiri - Mehmet Akif Ardıç

Mehmet Akif Ardıç
119

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

İç Kanama

Dilimdeki bu şey, bir yara mı kelime mi. Dilime gebe bir kadın gibi saklanan bu şey… Dilimde küçük, siyah belki kötü bir leke gibi duran şey… Sonra saçlarımı alevlendiren suskunluk. Aynalarda gençliğimi aradığım suskunluk. Bir “efendilik” gibi duran değil; zamana hoyrat bir “efelik” savuran suskunluk…

Kaybettiğim şey… Kelimeler, eski hisler, gençlik monologları, yürüyüşler, eski ihtilaller, yüreğimin kurşun askerleri. Belki senin yüzünde hatırlayışım ve ölçüşüm zamanı. Senin yüzünde saklı bir aydınlık. Televizyonlarda arta gelen kargaşa haberleri. Oysa ben savaşları kendi içimde yaşıyorum. Yüreğime kelimelerden bir Kudüs örüyorum. Sözlerden ve pişmanlıklardan oluşan namluları yüreğime boşaltıyor, kalbime annelik eden hüzünlerin sonatlarına soluk renkli boz kâğıtlardan kıvrılarak eşlik ediyorum…

Senin yüzün aynalarda baktığım şey. Çok radikal ve çok çok aykırı, kendimim arkamda, çok ardımda bıraktığım şey. Yüreğimdeki eski yarayı bana şikâyetimi soran doktora nasıl tarif edebilirim? Belki bir iç kanama yaşıyorum. Kelimelerden akan yaralar, zehirliyor kanımı. Adın, yürüyüp gidiyor bileklerimin içinde…

Bana “Nasılsın?” diye soran dostlarıma nasıl olduğumu kendimin bile bilmediğimi nasıl anlatabilirim? Hatırlamıyorum ne zaman bir kurşun yedim. Şuuraltımı bombalayan bu uçaklar, hangi ülkesidir gençliğimin… Bulamıyorum gözyaşlarımı aradığım yerde. Sana ait anılarımı bile bulamıyorum özenle o eski sakladığım yerde. “Keşke”lerim mi sözcüklerime karışan ve zehirleyen şey. Oysa antibiyotiklere değil gözyaşlarıma ihtiyacım var temizlenmek için. Onlar bile satılıyor artık yeşil reçetelerle…

Bir yılan ısırığı gibi asılı duruyor eski tüfekler omzumda. Her üç kurduğum cümleden biri mutlaka sizsiniz “Gece” Hanım. Verdiğim her iki nefesten biri. Atmaya çalıştığım her iki adımdan biri, Karadeniz’e. Oysa yüreğimin coğrafyasında iki çizgi arası mesafe, bir lütesyum ağırlığında. Dağları, tepeleri aşıp bulsam seni sakladığım yere. Cennet’le değil, sen’le başlıyor dualarım yüreğimi ve ellerimi açtığımda göğe…

Sıkışıp kalmış gökle yer arasında insan. Kıvrılmış ucu bir şiir kitabının sayfaları gibi dudaklarımın altı da. “Rabbinden ümit kesmemeli” diye başlıyor amentüm. Ama yüreğimdeki bu şey, bu şey… Yara mı yoksa bir gebe kadın sancısı mı dile getiremeyişim sana anlatmak istediğim öyle çok şeyler varken. “Yüreğimin zarif acısı”… Gözlerinin kahverengiliğini bile teşbihten acizken yüreğim, göğsüme çarpan sert rüzgârla paylaşabiliyorum sadece ölümü artık çok, çok özlediğimi…

Çünkü sessizliği ve sessiz çığlıkları yine sadece başka bir sessizliği seven ve doğası sessizlik olan bir kavram anlayabilir… Sözleri ve imlası en az benim kadar mühürlü ölümün de. Göklerden düşenin halini yine göklerden inen bir karar anlayabilir öyle değil mi? Yüreğimin çekilen sularını, kurak topraklarını Leyla’yı da Mecnun’u da bağrında saklayan çöl şiire dökebilir sözsüz bir şiire.

Bir iç kanama yaşıyorum derisi soyulmuş savunmasız ruhuma kadar uzanan. Ruhuma serumlar yerine Cahit Zarifoğlu’ndan şiirler üflüyorum. Telaşlı hemşireler ve rengarenk önlüklü doktorlar değil güvercin gözlü kelimeler koşuşturuyor içimin koridorlarında… Endülüs’ün atları kadar tanıdık beni ötelerden çağıran şarkılı sesin. Kayıp kelimeleri arayan otuz kuştan biriydi kalbim geçmiş yaşantısında. Mete’nin ordusunda sevdiğine ok atamayan ve oklananlardan biri ve başka geçmişinde. Taşa dönüşenlerden biriydim, mağara ashabından Mekselina… Utancından Peygamber’den yüzünü gizleyen ve çöllere saklanan Ammar… Muallakatüs-Seb’anın yedi şairinden İmrul Kays… Musa’ya yoldaşlık eden Yuşa ibn Nun… Aşk ülkesine adımımı attığımda tüm gemileri yakan bendim Tarik bin Ziyad gibi.

O kadar deri değiştirdi ki ruhum… Bu yüzden… İşte bu yüzden kalbimi dolduran acılar. Akrep gibi kendini zehirleyen yine kendim miyim? Dilimdeki bu yara, kanıma karışan mürekkep, okuduğum şiir kitaplarıyla yüreğim arasında bir bağ kuran. En güzel mecaz-ı mürseli gözlerinden okudu kalbim. Saymadım, kaç savaşa girdi ve kaç yara aldı kalbim. İnşirah suresi yükseliyor damarlarımdan. Açık bir kalp ameliyatı gibi ikiye yardım kalemimi ve dilimin ucundaki yarayı.

Kanımda şekerin değil şeker dilli o Leyla’nın izlerini ara doktor! Neşterini kelimeleri unutan dilime vur! Ahvalimi kanatlarından vurulan güvercinlere! Doğum yeri Kudüs yaz! Yaşadığım yer Minye doktor… Bir güzelin sevdasıyla içimde büyüttüğüm peygamber çiçeklerinin kokusunu yaz reçeteme. Kalbimin ince kenarlarında kötü huylu bir ur gibi yayılmaya başlayan kederlerin sadakatli gölgeleri oturur retinamda.

Gamsız bir ölünün kalbiyle değiştirmek isterim şimdi kalbimi. Vurulan bir ceylanın ya da tekmelenmiş bir sokak köpeğinin gözlerindeki acıyla değiştirmek isterim şimdi, ağlamayı unutan gözyaşı pınarlarını. Var mı bulan ilahi aşkı Leyla’nın aşkına düşmeden. Leyla, sarı saçlarındaki örgüleri çözüp güneşe dönüşür. İbrahim, Mevla’yı bulmadan önce o Güneş’i görür…

Leyla, can verir kahverengi gözleriyle çöllere, kum önce Leyla’nın hurma çekirdeği gözlerinden bir vahaya dönüşmeyi diler Rabbinden. Ay’a o beyaz tenini giydirir Leyla, leylî, karanlık gecelerde. Sonra İbrahim Ay’ı görür. Ben de bir İbrahim’im şimdi. İsmail’se henüz gönlümdeki bir arzu daha… Bıçaklardan etkin kelimelerin peşindeyim. Söz ki zehirlerden beslenmeyen. Dilimdeki bu yara, bu eski hastalık. Mağara ashabı yedi gençle Mehlika Sultan’ı arayan yedi genç, aynı aşk öyküsü. Musa’ya yoldaşlık eden Yuşa, balığı unutmuştu. Bense kelimelerimi. Mecmaü’l-Bahreyn, yani iki denizin birleştiği yerde, yani Leyla’nın gözlerinde arıyorum……

Kağıttan damlayan kan, damarlarımda akan ise mürekkep… Şair… Ben, savaşları kendi içimde yaşıyorum… Yüreğime kelimelerden bir Kudüs örüyorum… Sözlerden ve pişmanlıklardan oluşan namluları yüreğime boşaltıyor, kalbime annelik eden hüzünlerin sonatlarına soluk renkli boz kâğıtlardan kıvrılarak eşlik ediyorum…

Mehmet Akif Ardıç
Kayıt Tarihi : 23.3.2017 01:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!