Sevgili Rabimizin selamı, şefkati ve muhafazası üzerimize olsun inşallah.
Sevgi, mutluluk ve esenlikler dilerim.
Takıntılılık: Sadece kendi bildiğine veya tabi olduğu önderinin bildiğine takılıp başka bilgileri kabul etmemek veya reddetmek ve onlarda takılıp yenileşememek. Ayrıca; folklorik yaşantılara (yani bağnaz milliyetçilik) , nostaljik duygulara ve bu güne kadar gelip geçmiş insanlık önderlerine takılmak, zamanla şekilciliğe dönüşür.
Şekilcilik: Bir dünya görüşü ve akideyi içselleştirerek işlevsel olarak değil de, onların ritüellerini, ezoterik (simgesel) ve biçimsel yönlerini görünümsel olarak tatbik etmeye çalışmaktır ve bu da zamanla taklitçiliğe dönüşür.
Taklitçilik: Başlangıçta bir yere kadar elbette faydalı ve belki de gereklidir, fakat belirli bir yerde işlevini yitirir. Bu güne kadar gelip geçmiş veya yaşayan insanlık önderlerini taklit ederek yaşamak, onları aşarak başkalaşamamak ve olumlu yönde değişip, başkalaşıp yenileşememek, bu da şartlanmışlığı getirir.
Şartlanmışlık: Kendinin veya kabul ettiği bir önderin bildiklerine veya belirli bilgilere şartlanarak yaşayıp değişememek, kalıpçılık, sloganist bir yaşam bu da taassubu getirir. Körü körüne bağlanmışlık, sorgulamasız tam monoton bir yaşam eşittir; tam bir Cehennem hayatı.
Bir insan bu aşamaların her birinden tek tek geçebilir ve o insanda hepsi birden olabilir veya üçü olabilir veya ikisi ve hatta biri bile olsa; yanında ona eşlik eden birde ‘farkındasızlık’ var ise kelimenin tam anlamıyla o insan diri ama yaşamıyor demektir.
İnsan, gelişiminin bu günkü zirvesine, yüz binlerce peygamber, veli, filozof ve bilim adamının ışığıyla gelmiştir. Bu insanlık kahramanları öncüler, kendilerini feda ederek, nice kahır ve çilelerle, binlerce şehit vererek önümüzü aydınlatmışlardır. Onlar bunu asla, bizim geriye onlara bakmamız ve onlarda takılıp kalmamız için yapmamışlar, bilakis ileriye bakabilmemiz ve görebilmemiz için yapmışlardır.
Onların, insanlığın aydınlanması için, bir hardal tanesi küçüklüğünde bir iş yapanından tutun da, ta kainat çapında iş yapanına kadar, topyekün hepsine minnettar olmalıyız ve hepsini hayırla yad etmeliyiz. Ben acizane şahsen, günümüzde hadsiz bir cahillikle, bu insanlara yapılan saldırılardan büyük bir üzüntü duyuyorum, kalbim sızlıyor. Gerçekte kadir şinas bir bakış açısıyla onları değil, onlardan sonra gelen ve onların takipçisi olduğunu iddia eden yalan-yanlış uygulayıcıları ve hatta bunlardan da önce kendini geliştirmeye hiç çaba sarf etmeyen, hazıra alışmış, düşünmeyen insan kitlelerini uyarmak ve sarsmak daha akıllıca olur kanaatindeyim.
Bu saldırılar şöyle bir kaygıdan kaynaklanıyor olsa gerektir:
Kendini toplumun önünde sanan, her hangi bir doğruya sahip kişiler, kendileri ile aynı doğruya sahip veya aday topluluklara, kendi doğrusunu yeteri kadar anlatabilme veya savunabilme bilgisi yoksunluğuyla karşılaşınca, hemen öteki doğrunun üstadına veya önderine saldırıyor, aynen; derdini anlatmakta zorlanan bir çocuğun, hırçınlaşarak sağa sola saldırıp vurup kırması gibi. Ayrıca bunda, psikolojik milliyetçilik (aynı görüşü paylaşanlar-aynı lokantada yemek yiyenler-aynı takımı tutanlar vs.) gibi, kendi sosyal gurubu gibi algıladığı bilmeyenleri koruma ve kollama duygusunun da hayli etkisi var.
Adem’den İdris’e (Hermes) (as.) , İdris’ten Musa’ya (as.) , Budha’dan (as) Zerdüşt’e (as.) ve İsa’dan (as) Muhammed’e (asm.) kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin, ayrıca velilerin, filozofların, bilim adamlarının ve bu gün bunlar gibi olanların öğreti ve düşüncelerinden yararlanıp, bilimin verileriyle zenginleştirerek, yeni yorumlarla kullanılır hale getirmeliyiz. Yani onları aşmalı (kastedilen onların faziletleri ve makamları değil) ve kendi ayaklarımız üstünde durmayı öğrenmeliyiz artık. Bunun böyle olmasını en çok isteyen ve söyleyen Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’dır. Onların sırtına binmekten vazgeçmeli ve onları gittikleri yerde rahat bırakmalıyız. Aslında bu birilerinin sırtında gezme alışkanlığı, sırtında taşıyanlardan çok daha fazla, sırtta taşınanlara zararı dokunur, zira kendi başına yürümeyi öğrenemezler.
Gördüğümüz bir başka zarar ise; çok kıymetli zamanlarımızı, bu insanların hatalarını bulmaya çalışmak, onları yermek ve kötülemeye harcamakla beraber, hiç bitmeyecek tartışma zeminleri oluşturup, karşımızdakilerin ve kendimizin, bağnazlık ve takıntılarını kemikleştiriyoruz.
Yine şunu da vurgulamak gerek: Bu gün bir insan, Hermes Thot’un Hermetizm’iyle Mayalar’ın veya Aztekler’in Popol Vush veya Chilam Balam’larıyla, Lao Tzu’nun Tao-Te-King’iyle, Zerdüşt’ün Avatarlar’ıyla, İncil’le, Kur’an ile vd.lerinden her hangi biriyle, pozitif bilimlerle ve ateist bir anlayışla bile, en doğruyu bulabilir, çünkü bunların hepsi doğrudur. Paganizm bile (M.Arabi’ye göre) bir noktada doğrudur. “Mevcudat adedince doğrular vardır.” (Said Nursi) .
Sonsuz sayıda alemler var ise ki öyledir; sonsuz sayıda da doğrular vardır. Fakat doğrudan daha doğruya, daha doğrudan da en doğruya kadar çeşitli doğru mertebeleri olmakla birlikte, zaman ve mekana göre, kişi ve topluma göre, hatta bütün varlıkların her birine göre de çeşitli doğrular vardır. Amaç ise bu doğruların hiç birini reddetmeden, birbiri ile bağlantılı olan doğruları birbiri ile besleyerek daha doğruya ve daha doğrudan da en doğruya, en mükemmele ulaşmak olmalıdır.
Diyalektik materyalizm, onun sosyo- politize ve ekonomize edilmiş şekli olan Marksizm’in de; Karl Marks’ın yaşadığı ve onu takip eden yüzyıl içerisinde, Avrupa için çok önemi vardı, çünkü ruhaniyete takılıp kalmış Avrupa’yı, diyalektik materyalizm ile sosyo-kültürel anlamda dengeye getirme işlevi. Aynı zamanda, sosyo-politik ve ekonomik alanda da kapitalizmi dizginleyecek ve Avrupa veya top yekün Batı’yı bir orta yol arayışına yönlendirecekti. Günümüzde belki bir denge unsuru olarak, bir aşama süresi boyunca, bazı toplumlar için gerekli olabilir, yani insanların faydalanabileceği bir çok doğrular içerebilir. Yalnız burada şunu vurgulamak gerekli oldu: Kastedilen Rusyada bilhassa Stalin’le beraber ve Çin’deki uygulanış biçimleri değil asıl Marksizm’dir.
Olaya bir başka gözle bakarsak, bu vahşet dönemlerinde az hayır ve çok şer olduğu görülür. O halde buna göre 1. ve 2. dünya savaşları ve soykırımları, Roma’nın, Nazilerin ve Stalin dönemi Rusya’nın yaptığı zulümleri vd.lerini nasıl değerlendireceğiz, hikmeti nedir? Bu sorunun cevabı Adet-i İlahiye ve Kader-i İlahiye açısından şöyle olmalıdır:
Zulmün meydana gelmesinde her ne kadar zulmü yapanın rolü olmakla beraber, genellikle bilmeyerek de olsa, zulme uğrayanın da yabana atılamayacak kadar payı vardır. Bu da bir açıdan ama uzun vadede bir arz ve talep işidir. Allah’ın bu zulümlere izin vermesinde ve bu fiilleri halketmesinde bir başka hikmet ise:
Her şerrin altında muhakkak bir hayır vardır gerçeğinden hareketle diyebiliriz ki: Allah toprağı gübrelemiş, yeni çıkacak Gül’ler daha gürbüz büyüsün ve daha güzel açsın diye.
Antiparantez: Bir ateistte bilimsel sorgulama ile, en doğruyu bulabilir, çünkü o aslında en doğrunun arayışı içindedir ve bu nedenle o da bir doğru yoldur. Acizane bana göre; Kur’an’daki Kafirun Suresi onlara hitap etmez, çünkü onlar bir şeye tapmıyorlar. Ayrıca kafirin sözlük manası: Gerçeği örtendir, örtücüdür. Her hangi bir ideolojiyi fanatik bir biçimde bağlanan ateistlerin haricindeki ateistlerin, ilmi bir gerçeği kabul etmeyeceklerini ve bunu kabul etmede tereddüt edeceklerini sanmıyorum. Aslında gerçek ateist, hiçbir ideolojiye bağlanamaz yoksa o kendine her ne kadar ateist dese bile, asla ateist olamaz, çünkü o Tanrı’nın varlığını reddederken nasıl olurda daha alt versiyonları kabul edebilir ki?
Paganlar bile kendileri çapında, kendileri açısından puta tapmakta haklıdırlar. Yani, “Paganizm’den Hakk’a giden bir yön vardır” (M.Arabi) , çünkü onlar taptıkları totemlerini, samimiyetle Allah sanarak taptıkları için Hak yolda olabilirler. Onların çoğu gerçeği gördüklerinde hemen kabul ederler. Buna bir örnek: “Allahım getir çoraplarını yıkayayım, gel saçlarını tarayayım”, diyerek hitap eden çoban, Musa (as.) tarafından tenkit edilip onun tarif ettiği gibi yapmaya çalışıp da zorlanınca Allah: “Ya Musa ben seni insanları benden soğutman için mi gönderdim? Bırak İnsanlar beni nasıl tanıdıysa öyle bilsin” diyerek ihtar etmesidir.
Bir Budist Nirvana’ya, bir Hermetik Amon Ra’ya ulaştığında kurtulmuştur, birer mü’min olmuşlardır. Çünkü Nirvana; bir Budist’e, Amon Ra; Sabii’ne (Hermetik) , Enki; Sümerlere, Viracocha da; İnkalara göre Allah demektir.
En azından onların yargılamasını Sevgili Rabbimize bırakmalıyız, bizim onları imanlı ve hatta evliya veya aziz bilmemizin bizim ne imanımıza ne de dinimize bir zararı vardır, fakat biz onların iman etmemiş olduklarını zan edersek, farz-ı muhal, içlerinde tek bir iman eden bile olsa bu su-i zan ve kul hakkı demek olur vebal altına gireriz, niyetimiz bizim aramızda bulunan idrak edemeyenleri korumak bile olsa.
Yalnız anti parantez vurgulamak gerektir ki şirk ayrı bir inanıştır; işte bu takıntı, şekil, taklit ve şartlanmışlık birer şirk olduğu gibi, Allah ile arasına bir aracı koymak da şirktir; Peygamberimiz zamanındaki müşrikler gibi; çünkü, onlar paganlar gibi putlarını Allah bilerek değil de, kendilerini Allah’a ulaştıracak birer aracı olarak biliyorlardı.
Sonuç: Geçmişin hala geçerli olan doğrularını, yeni doğrularla besleyip geleceği inşa etmeliyiz.
Çünkü: Hz. İsa (as.) İncil’de; “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” (Matta: 5 / 17’den)
Hz. Muhammed (asm.) ise: “Ben güzel ahlakı tamamlamaya geldim.” demişlerdir.
Sevgili Rabbimiz “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
Allah’a emanet olun
(17. Temmuz. 2005 - İzmir)
Ali OskanKayıt Tarihi : 15.7.2008 03:40:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!