Allah’ın selam ve sevgisi üzerinize olsun.
İnsanoğlu bir meyil ile halkedilmiştir ve o meyilden sonrasını devam ettirebilecek istidat ise; ruhu olgunlaştırmaktır.
('Cemal (Şehvet) - Celal (Gadap) Dengeleri ve Ruh' başlığı ile sayfama eklediğim düz yazıma müracaat.)
Ruhun olgunlaşmasına göre, muhabbet mertebesi, isimlerin mertebelerine göre gelişir. Her neyse biz, meyilden itibaren izaha başlayalım inşallah:
“İnsanoğlu, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı sınırsız bir muhabbet üzerine halkedilmiştir. Çünkü insanın fıtratında cemale karşı bir muhabbet ve kemale mükemmel bir sevgi ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecelerine göre o muhabbet çoğalır, aşkın en son derecesine kadar gider.
Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan hafıza kuvveti, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, insan kalbi, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.
Madem beşerin fıtratında ihsan ve cemal ve kemale karşı böyle hadsiz bir muhabbet yeteneği vardır… …Elbette, şuur sahiplerinin en kapsamlısı ve en muhtacı ve en tefekkür sahibi ve en isteklisi olan beşerden, sınırsız bir muhabbeti gerektiriyor.” (On Birinci Lem’a, 62)
Demek ki biz insanoğlu bir meyil ile halkedilmişiz, yani bize, kâinatın Halikına karşı aşkın son derecesine kadar gidebileceğimiz, sınırsız bir muhabbet verilmiştir. Eğer bizler, fıtratımızın dışına çıkıp bu kâinatın Halikından başkalara karşı, o sınırsız muhabbetimizi boşa harcamazsak; fani cemal, kemal ve ihsanları sevmez ve onlara sevgimiz aşkın son derecesine kadar gitmezse;
“…yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve gönül akması (incizap) , birden, beraber içindedir.” (Sözler, 29. Söz.)
“Zira her şeyin bir kemal noktası ve o noktaya bir meyli var. İki kat meyil ihtiyaç, iki kat ihtiyaç aşk, iki kat aşk gönül akmasıdır (incizap) . (Sünuhat, Üçüncü Nokta.)
İşte bize verilen iradenin tecellisi, yani görünür ve yaşanır halleri; inşallah ve biiznillah.
'İşte, insanın mahiyeti yüce, fıtratı kapsamlı olduğundan, binler ihtiyaç çeşitleri ile bin bir esma-ı İlahiyeye, her bir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. İki kat ihtiyaç, özlemdir. İki kat özlem, muhabbettir. İki kat muhabbet dahi aşktır. Ruhun olgunlaşmasına göre, muhabbet mertebesi, (Allah’ın) İsimlerinin mertebelerine göre gelişir. Bütün esmaya muhabbet dahi, çünkü o esma Sonsuz Haşmet ve Yücelik Sahibi Allah’ın ünvanları ve cilveleri olduğundan, Allah’ın Yüce Zat’ına sevgiye döner.” (32. Söz, Üçüncü Nükte.)
Öyleyse; her birimiz Allah’ın bin bir ismine ve her bir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaç ve kâinatın Halıkına karşı fıtraten sınırsız bir muhabbet üzere halkedilmiş olduğumuza göre; demek ki her birimize (her insana) bu meyil veya yönelim veya istidat veriliyor demektir.
O halde bu meyili kendi gayretimiz ile ihtiyaca ve dahi muhabbete ve dahi aşka veya şevke ve dahi incizaba (gönül akması) nasıl çıkarabiliriz?
Her şeyin bir kemal noktası varsa, yetmiş bin âlemlerin kemal noktası da, Allah’ın kemali olmalıdır, buna göre bize verilen bu meyli iki kata çıkarıp ihtiyaca, iki kat ihtiyacı aşka, iki kat aşkı ise incizaba çıkarmalıyız.
Bunun en kolay yolu ise; tahkiki bir imanın ardından sadece ve sadece O’na ihtiyaç duymakla başlayıp ve kalbimizi O’nun tecelliyatına sonuna kadar açarak devam edersek, pek kısa bir sürede istenilene kavuşuruz inşallah.
Her şeyden önce, Âlemlerin Rabbi Olan En Sevgilimiz ve Refik-i Alamız Olan Allah’ın bizi çok ama çok sevdiğini, hatta sınırsız sevdiğini hakkalyakin bilmeliyiz. Bunu nasıl bilebiliriz?
Bunu ancak mantıki kıyaslar yaparak bilebiliriz, örneğin: O En Sevgili Allah’ımıza her an şükretmiyorsak O’na isyandayız demektir, çünkü diğer insanlar tarafından bize yapılan en küçük bir iyilikte dahi, eğilerek bükülerek teşekkür ediyoruz (ki, bu normal) , oysaki bu, Allah’ın bize verdiklerinin yanında okyanusta bir damla bile değildir.
O’nun bize verdiği hayat nimeti; ardından gelecek sonsuz yaşamı hesaba katmayıp, sadece bu dünyada yaşayıp sonra yok olsak dahi, bize O’ndan başka kimsenin veremeyeceği kadar büyük bir nimet. Mantıken; sadece bunun için bile her saniye teşekkür etmememiz O’na isyan demektir.
Ya yaşamamızı devam ettirebilmemiz için hazırladığı ortama ne demeli: Birkaç saniye sonrasını bilemememiz sebebiyle, başımıza ne geleceğinden habersiz bir şekilde hayata devam ediyoruz; // aslında hayatımız mı devam ediyor yoksa Allah bizi her an olası bir ölümden mi kurtarıyor? // bir otomobil mi çarpacak, başımıza bir saksı mı düşecek, bir deprem mi olacak vd.leri gibi. Tam bir bilinmezlik ve bu bilinmezlik içinde farkında olduğumuz, fakat mecburi olduğu için bilinçdışına iterek farkında değilmişiz gibi yaptığımız, bir garip teslim ve tevekkül.
Fotonlar boyutuna bir göz atarsak: Saniyede bir milyar kere ölüyor tekrar diriltiliyoruz.
Hâlbuki bunlara karşılık, O’ndan başkalarını hem fıtraten, hem minneten ve hem de cemalen, kemalen, ihsanen O’nun kadar sevmememiz gerekirken, bizler kalkıp, O’ndan başkalarını sevdiğimiz kadar bile O’nu sevmiyoruz, ma teessüf.
Bütün bu isyanlarımıza ve çocukça hallerimize rağmen O En Sevgili bize ne yapıyor? Bir düşünelim ve yine mantıki bir kıyas yapalım:
Emrimiz altındaki işçilerin, hizmetçilerin veya askerlerin; eğitmekle görevli olduğumuz çocukların veya kendi çocuklarımızın bize; onların hayatlarını onlara biz vermediğimiz halde, bizim En Sevgili Allah’a karşı davrandığımız gibi bize karşı davrandıklarını bir düşünüp kıyas edelim. Onların da bize isyan ettikleri veya en azından bizi sevmedikleri zaman neler yaparız? En yumuşak ve sabırlı olanlarımızın dahi kalbinde bir kırıklık veya bir soğuk tavır olmaz mı?
Bütün varlıkların annelerinin şefkatinin toplamı, O’nun şefkatinin yanında denizde bir kum tanesi gibidir, zaten bütün annelerin şefkati onun şefkatinden gelmiştir.
En zor şartlarda yaşıyor olmamızdan tutun, en iyi şartlarda yaşıyor olmamıza kadar yine de hayat bir nimettir, çünkü ölüm en zor şarttan da daha zordur ve aynı zamanda en zor şartta da olsak; “Sonsuz Yaşam”ı kazanma şansımız henüz daha elimizden alınmamış demektir. O “Sonsuz Yaşam”ı kazanıp kaybetme meselesi bir an kadar kısa olabilir, elli yılda elde ettiklerimizi o bir anda kaybedebiliriz veya elli yılda kaybettiklerimizi o bir anda elde edebiliriz.
İşte bu sebepler ve dahi bunlar gibi pek çok nedenlerle, O’nu çok ama çok sevmeli ve bu sevgimizi aşka, aşkımızı incizaba çıkarmalıyız, O bizim En Sevgilimiz ve En Yüce Arkadaşımız (Refik-i Ala) olmalı. Yani, buna olmazsa olmaz bir biçimde zorunda olduğumuzu, aklımızdan çıkarmamalı ve hatta kalbimize hazmettirmeliyiz. Böyle yapmalıyız ki; O’na ihtiyacımız iki katına çıkıp özleme, özlemimiz iki katına çıkıp sevgiye, sevgimiz iki katına çıkıp aşka dönüşebilsin.
“Eğilimin iki katı olan arzu ve onun yani arzunun iki katı olan özlem ve onun iki katı olan aşk ve nihayette varılan amaç daimi (sürekli) Allah’ı tanımaya yöneltir. Şu fıtrattaki Allah’a gönül akması ve O’nun aşkıyla kendinden geçme hali, bir çekimci kuvvet gerçeğinin kendinden geçirmesiyledir.” (Mesnevi-i Nuriye, Nokta, 231, 232)
Ancak sevgimiz aşka dönüşebilirse daimi (sürekli) marifetullahı yakalayabiliriz. “Daimi marifetullah” sürekli Allah’ı tanıyıp bilmek demek olduğuna göre; o halde O sürekli, sınırsız ve sonsuz tanınmak ve bilinmek ister. Önceliksiz ve sonralıksız sürekli, sınırsız ve sonsuz olan bir varlığı tanıyıp bilebilme üzerine vakıf olmanın şartı ise; yine sürekli, sınırsız ve sonsuz bir çaba gerektirir ve bu bize ölmeden, yani henüz bu dünyadayken bile sonsuz bir bilinç kazandırır, tabii ki biz sonsuz bir bilince kavuşmak istiyorsak eğer…
En doğrusunu Sen bilirsin Allah’ım…
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” (Bakara: 32)
(13. Aralık. 2008 – İzmir)
Allah’a emanet olun.
Ali OskanKayıt Tarihi : 14.12.2008 03:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Kutlarım Ali Bey..
Saygı ve sevgilerimle...
TÜM YORUMLAR (2)