Ayrılıklar ve ilk buluşmalar her zaman hüzünlüdür. Ama akıllı insanlar hüzünleri de sevince çevirebilir. İki bin altı ve iki bin yedinin vardiya değişiminde böyle bir boşluk oluştu. Bu boşluk çoğu insanı işinden gücünden dokuz gün kopardı. Dokuz gün dillere kolay. Hele işine sevdalı insanlar için çok uzun bir zaman. İnsan böyle zamanlarda sevinemiyor, hatta üzülüyor bile… Nedenini, niçinini sormayın. İşte yazmanın da en zor tarafı bu, insan anlatamıyor bazı şeyleri. Ben istemiyorum mu sanki. İstemek yetmiyor tabi… Herkes kesesindeki kadar verebilir.
İşte bu günlerimizi tatlandırmak için, kooperatifimizin yüklenicisi bayramdan üç gün önce bizi topluca yemeğe götürdü. Allah razı olsun! Bursa ipeği gibi yürek var adamda… Bizi düşünmüş. Çok ince düşünceli, hatta anlatsam inanmayacaksınız, biz yemek yerken telefon çaldı, çocuğu hastalanmış, ama buna rağmen bizi bırakıp gitmedi. Karısına ‘başının çaresine’ bak dedi.
Şimdi sevgili okurlar, önünüzde bu kadar hassas bir yürek söz konusu iken siz olsanız et yemeği isteyebilir misiniz? Bu yüreğe hakaret olmaz mı? Kırmızı et yerken yürek gözünüzün önüne gelmez mi? Biz de öküz değiliz ya! , balık istedik tabi… Hiç bilmezdim, balığın ağzının bu kadar pis olduğunu, meğer yanında rakı olmazsa küfür edermiş. Rakılar da geldi, çok şükür balığın ağzını da kapattık.
Neyse size bütün yemeği anlatacak değilim ya… Bunu kim hak etti ki zaten. Bakıyorum kooperatif sözünün K’ını duyar duymaz bardağın boş tarafını görmeye başladınız. Kim bilir neler konuşuyor sunuz şimdi. Ne yapayım ağzınız çuval değil ki büzeyim. Her ne kadar inanmasanız da ben yine doğruyu söyleyeyim. Yüreğimizde, şu kış gününde, bacalardan çıkan kömür isi kadar kir varsa namerdim. Hin oğlu hinler, sanki yemeği yiyen sizsiniz de sırıtıp duruyorsunuz. Yoksa balığı ben seçtim diye mi bu? Meğer ben balıktan anlarmışım. Bana sen seç dediler. Bana Levrek gösterdiler,
Olmaz dedim, belli ki çiftlik. Deniz dediklerine inan, çünkü bütün çiftlikler denizde. Çipura, olmaz.
Karıştıra karıştıra, aradan iki sarıgöz çıktı. Masaya bilirkişi olarak dönüp levrek ve çipura var dedim.
Balığın adını duyanlar, bilgiç bilgiç, Çipura, dedi. Ben de balıkçıya dönüp, arkadaşlara istediklerini ver. Yani çipuralarını, ben şansıma küseyim, bana çipura yetmedi… fark etmez ya bana da sarıgöz ver dedim… Arkadaşlar benim adıma üzüldüler ama, şans bu ne yapalım…
Neyse herkes sevindi bu yemekte ama ben sevinemedim. Bu güne kadar hep, ‘denizden ne çıkarsa yenir’ diye biliyordum. Oysa balık da küfür edermiş rakısız yenilirse. Bana şimdi her şeye eyvallah diyen bir mide lazım. Ben iki milyona hamsi alacağım, onu, yemek için yirmi milyon rakıya vereceğim. İşin kötüsü bir hamsi ile doymayacağıma göre, tabaktaki bütün hamsilerin koro halinde küfrettiğini bir düşünün. Yoksa, kusarım ben yediklerimi. Yoksa bize, ‘bundan sonra eliniz mahkum biz ısmarlamadan balık yiyemezsiniz’ mi demek istediler? Eğer böyleyse, bu heyet balıklar tarafından kurulmuş bir örgüt tarafından gönderildi demek.
Neyse yemek yemektir işte üzerinde fazla durmayalım. Lokantayı terk edip, asıl fasla gelelim. Çıktık lokantadan, biraz ilerleyince önümüze tesadüfen Milli Piyangocu çıktı. (Bakın dikkat edin Milli derken Milli’yi büyük harflerle yazıyorum. Hiç kimse milliyetçiliğime toz konduramaz) Çekin! dediler bize, utana sıkıla birer tane çektik. Rüşvete girmesin diye de çeyrek bilet olmasına dikkat ettik.
Beş milyar bu laf değil. İnsan beş milyar için nelerini vermez. Ama esas olan niyettir. Bizim niyetimiz temiz. Ama bir arkadaşımız tesadüfen yarım bilet çekmiş. Şansa bak hele… Kim inanmaz ki bu kadar şanslı birine, yirmi milyar çıkmaz, yarısı on milyar… söylemesi dile kolay. Günün şanslı adamı olan arkadaşımız, etrafını çeviren yedi kişi tarafından tebrik edildi… İş çok ciddi. O kadar parayı nakit versek belki de aynı heyecanı veremezdi. Arkadaşımızın tebriklerle, inancı sabitleşti. Eli o cepten bu cebe sürekli dolaşmaya, biletin yerinde olup olmadığını dakika başı kontrol etmeye başladı.
Orhan: Hocam çıkarsa bana ne kadar verirsin? Hoca ciddi ciddi düşünmeye başladı. İçinden bir hesap yaptı. Önce çevresindekileri, yani oğluna, kızına, doğacak torununa vs. aldı ve onları tam tekmil donattı… ama hocanın hesabı uzun sürünce, bizim aceleci arkadaşımız,
- ya hoca o kadar düşünmeye ne gerek var be… ben fazla istemiyorum beşte biri yeter bana der demez… hoca iki elini kaldırdı.
- ‘Yoooo o kadar veremem’ dedi. Yüzü kızardı boynunu büktü.. ‘’Kusura bakma ama benim de
kendime göre hesaplarım var’’ dedi. Tabi para hocanın, kim ne diyebilir? O gün akşam olması için ve serveti bir an önce evde sağlam bir yere yerleştirmek için, hoca devamlı saate bakmaya başladı. Şansa inanmayan iki arkadaşımız, biraz küstahça, hoca çelik kasa alalım dedilerse de, hoca
önce ciddi ciddi bakarken, gülen bir başka arkadaşı görünce,
- inşallah! inşallah! dedi.
İşte böyle zamanlarda olur ne olursa, zaman kilitlenip kalır. Saatler böyle zamanlarda eskir. Gözler bilenir berberin usturası gibi böyle zamanlarda. O gözler ki en ulaşılmadık yerleri görür böyle zamanlarda. İşte hoca o akşam, kağnı gibi ilerleyen zamana öfkelendi. Neyse zaman tembel de olsa nihayetinde durmuyor. Damla damla akıp geçti. Hoca evine gidip, serveti en münasip yere kendi elleriyle sakladı.
İşte o andan itibaren hep o paranın nerde ve nasıl paylaştırılacağını hesapladı hoca… İş ölü zamanların düşmanıdır. Bu hesaplar sayesinde üç gün geldi geçti… bu hesaplar zamanı kemirdi.
………………………
Hepimiz yaşlıyız. Huzur evi gibi kooperatifimiz. İnsan yaşlanınca, yokuş aşağı yuvarlanan taş gibi, günlerin akışı hızlanıyor. Öyle hızlı, öyle hızlı geçiyor ki anlatamam… (aramızda yaşlılığı kabul etmeyenler var. Onun için burayı parantez içinde söylüyorum. Okuyun ama kafaya kaydetmeyin)
Tatil bitti. Kooperatifimizde kendi aramızda daha ilk sohbetleri yaparken, yani nasıl geçti ne oldu falan…
Bilirsiniz yaşlanınca insanın hayatını torunları dolduruyor. İşte o beynelminel yaramazlık hikayeleri anlatılırken telefon çaldı. Telefonu açan hoca ‘’Tamam, tamam efendim, başkanımızda burada’’ dedi.
Telefonu kapatıp bize, ‘’müteahhit geliyor’’ diye haber verdi.
Bizim telefon sesiyle kesilen sohbetimiz gene kaldığı yerden devam ederken çaycının sesi yükseldi,
Hadi bakalım boşa çene çalmayın! Çenelerinizi yağlayın… biraz da biz bayram yapalım… Hoca kızdı diğerlerinin gözüne bakıp, çaycı da uzaklaştıktan sonra
- ‘’Bu da çok yılışıklaştı! ’’ dedi.
- Eh artık o kadar olsun canım, bayramda o kadar hoşgörülü olalım…
Derken kapıdan içeri müteahhit elinde bir poşetle girdi. Gelirken çayları da söylemiş… Poşetten kuru pasta ve böreklerin her çeşidi ortaya açıldı…. Klasik hoş beşleri geçiyorum kafanız şişmesin diye, bu jestimi de unutmayın haaa… size söylüyorum okuyucular.
Hakkı,
- Benim gözüme bakma, bana bir şey çıkmadı. Zaten nerde görülmüş ki bir binada iki bilete piyango vursun. Bunu duyanların gözleri hemen, aramızdaki en şanslı adam olan hocaya dikildi. Bütün gözlerin kendi üzerine dikildiğini gören hoca, kıpkırmızı oldu..
- Vallahi bana da vurmadı…
- Hadi hadi inkar etme… bakın arkadaşlar hoca nasıl kızardı. Yüzde yüz hocaya çıktı yirmi
milyar. Lan Orhan hep senin yüzünden beşte birini istemeseydin şimdi hiç olmazsa baklava yerdik, senin yüzünden baklavadan da olduk. İşte tam da ‘’ az tamah çok zarar getirir’’ sözü bunun için söylenmiş sanki…
- Yok ya burada çok tamah az zarar getirdi…
- Zaten her şey ters gidiyor bu dünyada… Yakında dünyada tersine dönerse şaşmam zaten…
- Vay be hoca her şey beklerdim de bunu beklemezdim senden… on milyardan bi milyarı da kıskandın ya helal olsun sana… Şu bileti alana bari yapma şunu…
- İnsanlar, ya iş yapınca, ya araya para girince, ya da aynı masada içki içince belli olurmuş…
- Hocaya da para çıkınca belli oldu … hiç sesi bile çıkmıyor baksana….
Konuşmalar gayet ciddi geçiyor hoca kendine inanılmamasından dolayı üzülüyor, kıvranıyor.
Bütün bu şüpheleri nasıl gidereceğini düşünüyor belli… en sonunda konuşmaya hazırlandı…
Dikkatler tekrar hocanın üstünde yoğunlaştı.. bunun için de hikayeyi tam anlatmaya karar verdi.
- Arkadaşlar, buradan gidince bileti sakladım. Çekiliş sırasında bileti aradım. Baktım sakladığım
yer karışmış, hanımdan şüphelendim, soruyorum, bilmiyorum diyor. Ama suratı kızardı. İnsan suçlu olunca kızarır ya hemen anladım. Tekrar tekrar sordum. Renk verdi yüzde yüz onda olduğuna inandım. İnkar edince, sen bunu hak ettin deyip bi tane patlattım. Ama gene yok.
- vay be! bu tokatı yiyince yoktan bile yaratırdı benimki olsaydı, diye Gürsel bey ciddi ciddi kızdı, hocanın karısına… Hoca bu arada sözünün kesilmesine kızarak, uyardı. (Gürsel kooperatifin en kıdemsiz adamı) dur arkadaş ya araya girme… sonra çocuklara sordum bir bir… o gece bulamadık. Sabah
olunca, vestiyerdeki eski ceketin cebine koyduğumu hatırladım.
Herkes ciddi ciddi dinlerken birden bire ne olduysa, tam ağzında çay yudumlarken, Hakkı’nın
makaraları boşaldı. Dolu harç kovasının yere çarpması gibi bir ses çıkararak ağzındaki çayları diğerlerinin üstüne eşit şekilde dağıttı. Her şeyde olduğu gibi burada da adaletini gösterdi.
Ciddiyet o mertebede yükseldi ki… ciddiyetin bu mertebe ciddileşmesi sonucu, müteahhidin de
makaraları çözüldü… o da kasıklarını tutmaya başladı. Aslında aldığı biletin boş çıkmasından dolayı suçluydu. Suçlu birinin böylesine gülmesi, sonuçta hocayla dalga geçildiği imajını yaratabilirdi. İyi şeyler yaratmada yeteneklerimiz kısır bile olsa, kötü şeylerde, küçümsenmeyiz.
Şimdi aranızdan birileri çıkıp ta bu kadar tantana neyin nesi diye sormasın hatta düşünmesin…
Orasını asla söylemem… Bayramlar özel günlerdir bu özel günlerde kimse parasız bırakılmaz.
Bayram, Müslümanların bayramı ve Müslüman malı ortaktır vs… vs… Hak edilene de… hak etmeyene de paylaştırılır.
Bayramın nasıl geçti diye soranlara bunu basılı olarak veriyorum. Artık aynı şeyleri anlatmak bana sıkıntı veriyor. Kaybedecek fazla zamanım olmadığı için çözüm olarak bu yazılı yöntemi kullanıyorum.
Her iş yeri açan, sokakta, el ilanı dağıtarak vermiyor mu yemek listesini… ya da iş yerinde neler yaptığını… bu, yeni çağın, yeni yöntemi.
Kayıt Tarihi : 10.1.2007 21:23:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

yüreğine ve kalemine sağlık....
devamını beklerim...
çok mükemmeldi..
selam ve saygılar
hep sevgiyle...
TÜM YORUMLAR (2)