Hüzünlü Gözlerimde Eylül'ü Karşılarken...!
...
Uzaklara dalmış gözlerimle hayata doludizgin bakarken, baharı müjdeleyen kuşların, ağustosun nihayetlenmisiyle, boynu bükük bir şekilde bu şehri terk-i diyâr edişlerini izliyorum sarmaşıklarla donatılmış pencemin kenarında... ''Eskiciiiii...! '' diye bağıran yaşlı adam bir heyula gibi karşıma dikiliyor aniden...! '' Eskimiş dolaplar alırım.. sobalar alırım, eskiciiiii...! '' diye yankılanıyor sesi kulaklarımda... Sonra durup soluklanıyorum.. ''Peki ya eskimiş umutlarımı, hatıralarımı ve sevdalarımı da satsam alır mı ki acaba..! '' diye muhasebe yapıyorum içimle... ''Hem bak bu verdiklerim karşısında bir ücrette talep etmeyeceğim... aksine, karşılığında bir de istediği kadar para vereceğim...! Çocukluğumun geçtiği bu mahalle sığar mı, önüne katıp sürdüğü şu küçük köhne arabaya...? Ya hayâllerim, hayâllerimi taşımaya gücü yeter mi kirli ve paslı eşyalara dokunmaktan siyahlaşmış nasırlı elleri...!
...
Yaşlı adam gözlerini, fütursuzca hareket ettirmeyi sürdürdüğüm dudaklarıma kenetleyip acıyarak bakıyor hâlime... Kafasını bu kez pencereme doğru uzatıyor... Anlamamış gibi donukça yüzümün dehlizlerinde gezinen ifadeleriyle '' Buyrun kızım bir şey mi satacaktınız..? Hem satacağınız eskilere benden daha fazla para veren kimse bulunmaz haa söylemiş olayım...! '' Benden cevap bekleyen bir tavırla yüzüme bakıp olduğu yerde bekliyor... Bu kez ona yöneltiyorum içimle muhasebesini yaptığım tuhaf soruları; '' Şeyy... '' diyorum derin bir nefes alarak... ''Şeyy... eskimiş umutlarımı, hatıralarımı ve sevdalarımı da satsam alır mısınız acaba...? '' Adam büyük bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıyor ve susup biteviye dinliyor... Devam ediyorum eskicinin hâlini umursamadan; '' Hem ben bir ücrette talep etmeyeceğim bu satacaklarım karşısında... ve üstüne de istediğiniz kadar para vereceğim, olur mu... Onları satın alır mısınız...? ! '' Yaşlı adam acıyan gözlerle ve titrek sesiyle mırıldanıyor; ''Ne diyeyim, Allah şifa versin kızım... Allah şifa versin...! ! ! '' Yavaşça uzaklaşıyor dar sokağımdan... Noktalaşmaya yüz tutmuş sureti, hayâlimde küçülüyor küçülüyor ve bir hokkabazın hokus pokuslarında aniden yok oluyor...! Sadece sesinin aksi yankılanıyor çınlayan kulaklarımda yaşlı adamın;
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Teşekkür ederim efendim.. Deneme desek daha doğru olur aslında..
Duygu yüklü şiirinizi begeniyle okudum
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta