Hüznün Doğası Üzerine Şiiri - Şakir Nuya ...

Şakir Nuyan Şin
7

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Hüznün Doğası Üzerine

Çarşamba, Nisan 14, 2010 21:26 -

Hüznün Doğası Üzerine

Hüzün, aslı itibariyle; “Yedi yıl aklımda tek bir şeyle dolanmıştım-O.” diye yazan Henry Miller’ın alaycı umursamazlığında gizlidir. Ve “… cehennem azabı çekecek olanlar kendilerine uygun cehennemi ısmarlayamıyorlardı” der. Evet, sanırım zamanla bir “yüz ifadesi” haline gelen bir hissiyat-ötesi durumdan bahsediyorum.
Nihat Nuyan

Neslihan Paydaş’a

…gülkurusu yolculuklara çıkışım bundandı
yön duygumu galiba o zaman yitirdim
hangi şehirde yoksan ben kayboluyorum orada.
A. Telli

Günümüz insanı problemler üretmekten uzaklaştıkça –kaçınılmaz olarak- yüzeysel ve aynı düzlemlerde ilerleyen problemlerin minimal parçacıkları haline gelmektedir. Mücadelenin –salt mücadeleden, insanın doğası gereği var olması gereken mücadeleden bahsediyorum- olağanlığından uzaklaşarak teslimiyetin sığlığına sığınan ve mutluluk kavramını olduğu kadar, hüzün kavramını da sığ sularda yüzdürerek, kendi benliğiyle hesaplaşmaktan kaçan, uzaklaşan, hatta kendi benliğini aşağılık bir “kader” algısına teslim eden –satan demek istemiyorum-; bilinçten, algılamdan, analizden uzak bir toplumun kentsel birlikteliğidir günümüzde var olan.

İşte tam bu noktada, yani, ötekinin diğerleştiği, diğerinin oturup beyin salatasını yediği bu düşsel boşlukta, elbette zihnimi altüst eden soruların varlığı söz konusu. “Gecenin Sonuna Yolculuk” adlı eserinde Louis Ferdinand Celine hüznü bireysel bir mastürbasyon hali olarak ele alıyor ve bu yolla bireysel benliği işliyor. Yine dönemin algısına –popülariteden uzaklaşabildiğince- uygun olarak düşünüldüğünde Michael Curtiz’in de Casablanca’da hüznü benzer bir algılamın ürünü olarak yansıttığını söylemek elbette mümkün. Peki o halde biraz durup şu soru üzerine yoğunlaşmak gerekiyor: Celine ile Curtiz arasında, hüzün üzerinde cisimleşerek ifade haline gelen bu algılamı başka noktalarda gözlemlemek ne derece mümkün? Popüler yaşam biçiminin, sığlığın ve basitliğin gün geçtikçe olağanlaştığı bir ortamda, hüznün bireysel bir hissiyatın ötesinde nasıl bir benlik ya da varoluş durumu haline geldiğini açıklayabilme şansımız hala var mı?

Konuyu biraz daha belirginleştirmek gerekirse; “Waldo, why aren’t you here? ” diyen Henry David Thoreau ile “O zamanlar, henüz, Olric yoktu…” diyen Oğuz Atay arasında hüznün ifade buluş şekli itibariyle benzer bir derinlemesine “yalnızlığın” ortaya konuşu söz konusu olabilir mi? Her iki ifadede de gerek hüznün, gerekse yalnızlığın –bu bir arzulama olarak da ele alınabilir elbette- gün yüzüne çıkış şekli aynıdır. Thoreau, Waldo’yu zihinsel-fiziksel bir arzulam’ın hayal kırıklığı ya da sonuçsuz kalışı olarak ortaya koyarken; Atay, Olric’i zihinsel bir varlık, yalnızlığın nevrotik “dönüşümü” olarak ortaya koyar. Bu yönüyle asıl değinmek istediğim şey; yaşamsal bir tutum veya bir saldırı-savunma biçimi olarak değerlendirilebilecek olan “yalnızlığın”, bireyin evreni veya benliği haline gelen “hüzün” üzerindeki sıradışı ve aynı anda sistematik etkisidir.

Hüzün, aslı itibariyle; “Yedi yıl aklımda tek bir şeyle dolanmıştım-O.” diye yazan Henry Miller’ın alaycı umursamazlığında gizlidir. Ve “… cehennem azabı çekecek olanlar kendilerine uygun cehennemi ısmarlayamıyorlardı.” diyerek bizi aynı noktaya paçalarımızdan sürükleyen ve böylece hüznün kaosa özgü benlik biçimiyle yüzleşmemize olanak sunan yine odur.

Hüzün, doğası gereği, zihinsel olarak varlık gösterme biçiminin fiziksel deformasyona süreç içinde kendiliğinden yol açması olarak değerlendirilmelidir…

Evet, sanırım zamanla bir “yüz ifadesi” haline gelen bir hissiyat-ötesi durumdan bahsediyorum.

Özcan Alper’in, Sonbahar adlı filminde müziğin kullanılış ve varoluş biçimiyle radikal bir biçimde ortaya koyduğu şey de işte tam olarak hüznün bu ifade buluş şeklidir. Çelişki ise –genel anlamda- Sonbahar algılamı ile Hüzün algılamı arasında yatmaktadır. Hüznü bir benlik biçimi olarak ele aldığımız müddetçe, bunu, her ne kadar dışsal tetiklemelerin varlığı söz konusuysa da –ilkbaharda açan çiçekler, sonbaharda dökülen yapraklardan daha hüzün vericidir- bireyin zihinsel ve bedensel etkileşimi olarak ifade etmemiz olağan. Öte yandan müzik, bütünüyle hissiyatla derin bir ilişki içindedir. Her yönüyle müzik duyguların ve hislerin bütüncül bir ifadesidir.

Bu açıdan yaklaşırsak, doğa-ötesi bir nesne-oluş olarak ele aldığımız taktirde müziğin benlik haline gelen hüzne, hüznün de aynı şekilde müziğe dolaysız etkisinin varlığı ortadadır. İşte Casablanca’da Bogart’a “Tekrar çal, eski günlerin hatırına” dedirten de bu ikili-karşılıklı etkileşim biçimidir.

Aşkın, acının, ölümün ve her türden yalnızlığın tek başına varlık gösterdiği ve paranın, popüler kültürün, ırksal-dinsel yargıların karşısında boyun eğmek zorunda bırakıldığı bir evrende, hüzün elbette kendi bireysel benliğini var etmeyi sürdürecektir. Ulus Baker’in de dediği gibi “Hüzün geriye kalandır. Biraz Blues dinleyin benim için…”

Nihat Nuyan
SİYAH KALEM

Şakir Nuyan Şin
Kayıt Tarihi : 3.5.2010 16:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehtap Altan
    Mehtap Altan

    Hüzün paylaşılır mı sorusu gelmiş ...

    Hüzün paylaşılmaz paylaşıldığında sadece yaranın kabuğu daha çok kalınlaşır...

    hüzün tek başına bir devlet aslında içinde seni büyüten büyüten....



    Cevap Yaz
  • Şakir Nuyan
    Şakir Nuyan

    'Hüznün Doğası Üzerine'


    'HÜZÜN' sizler için ne ifade eder?

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Şakir Nuyan Şin