annem’e...
hani saçlarımı yıkadığım o dağ sarnıcındaki rutubet kokusunu alnıma sürdüğüm günden beri, mutlak bir nemin bağıl telaşı içerisinde kıvranmaktayım… coğrafyam küle karmış, serapta gözlerimden damlayan muson yağmurlarına adanmaktayım. hangi kavmin ilahi ezberidir bu okunan ezanlar ve hangi suskunluğun döşümde bıraktığı ayettir gözlerin. yok, bu böyle olmayacak… yatsıya müteakiben kılınız namazımı, teheccüd bir acıyla sol omzumun kanında boğulmaktayım. kapa ışıkları anne… sen de en az okuduğun masallar kadar yalansın. ben özümün realitesinde, iblis teranesinden yansıyan yasadışı günahlarımın rüzgârında boğulmaktayım…
bilmiyorsun anne / anne bilmiyorsun
beşinci mevsimde
otuz ikinci takvim günü
ve hep yirmi beşinci saat
çözümsüz denklemler boyu / biteviye yaşıyorum
nedensiz
kime ruhsatlı olduğunu bilmediğim bir can taşıyorum
azrail’in dudaklarından emdim
ölümlerin en şehevisini
gümrah ırmaklar ardında
küçük bir kız çocuğunun intiharıdır çakıl taşlarım
anne bilmiyorsun
kal u beladan doğup arafa coşuyorum
o gitti anne / gidiş yoluna ekmek kırıntıları atarak
kor bir aydan ibaretti gece / o gitti
sonra ben döndüm onun gittiği her yerden
kasıklarımdan doğan bir soluk öylece bitti
başka bahar anne / belki de başka bir yaz
duasız tükenen gecelerim şahit
belki de bu yüzden sevmedi tanrı beni
bilmiyorsun anne / ama o biliyor
bedeninde utanç / gözlerinde kuşku
beyninde firavundan yadigâr bir sinek uçuşu
bağışlamasın beni anne söyle tanrıya
şüphesiz,
“parmak uçlarında yürür gibi yaşamak
onursuz mutluluklar bağışlıyor insana”
ey karilerim siz! belki fazlaca kızgınsınız bana, belki de bu kadar uzun şiirler yazdığım için bileklerimi keseceksiniz. ben hayatı seçtiğim o kısacık çöpün kaderinde, uzun uzadıya ve mesnetsizcesine yaşadım. bundandı tattığım her er teninin kokusunda, lime lime dökülen uzun imgelemler taşıyışım. ah sevgililerim, itiraf ediyorum, hiç birinizi sevemedim. benim taptığım aşktı, aşkı gözlerinizle başkalaştırdım. afedersiniz…
bugün altı haziran anne ve ben yine öldüm
ölümü öldüre öldüre ölümsüzlüğü öldüm
darmadağın bir kadının derli toplu diz(e) leri olamaz
şimdi tesadüfî günahlarıma tapıyorum
furkanı kopardım boynumdan
bile bile ladesim / batıla sapıyorum
(yanlış anlaşılmasın furkan diye bir erkekle yatmadım)
çünkü nehirler öptüm
yosun yitti düşlerim
bilmiyorsun anne / anne bilmiyorsun
hani o yol sonundaki köprü de olmasaydı
olmasaydı o köprü ne olurdu anne
ah! ne vakit o köprünün altından geçsem
şehrimin fahişeleriyle empati yapıyorum
ay kor değil artık / gece kurşuni
gün canlara gebe / ben depresif iç çekişlere
antidepresanları almadan uyudun mu güne
ah insan nasıl da özlem duyuyor düne
özlemden nefret ediyorum anne
şimdi didaktik bir şiirin kalbine gömün beni
ruhuma sagu söyleyen o aksakallı şaman
ve ellerinde kırılan tüm kopuzlar benim olsun
bilmelisin gözyaşlarını nasıl da akıtıyor toprağa
başucumda devleşen o limoni balbal
bilmiyorsun anne / anne bilmiyorsun
ben ayş’a küsüyorum
ayş yaprağa…
bir defa olsun bil anne / ne olursun
gitmek bazen en erdemli yenilgidir aslında. gidiyorum… izbe bir dizenin darağacında rötarlı kan kayıplarına gebe kalıyorum ve kalbimden defalarca kürtaj ettiriyorum aşk denen o melun cenini. kahretsin yine, yeni ve yeniden yanıyorum. ah selim… her düşüşünde öpseydim kanayan dizlerini, koşar mıydın yeniden hayata? hep senin yüzünden tutunamıyorum. şimdi bir fatiha elzem bana; mağfireti haktan sanıyorum. anne bilmiyorsun; saçlarımda unuttuğun kırmızı firketeyi nardan, alnımda bıraktığın buseyi hardan, gelinlik sandığın o ak kefeni kardan tanıyorum. vicdanın varsa azad et beni, olmadığın her lahzamdan utanıyorum…
bilmiyorsun...
haziranikibinon / ankara
© aysegulguncan
Şair AysegulguncanKayıt Tarihi : 10.6.2010 01:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (3)