bilmez miyim hiç
senin yüreğindir gözlerime yerleşen
senin gülüşündür yıldızları ufkuma düşüren
gün geldi, seni aradım her yerde, delilere benzedim
gölgelerini sordum yoksul gecelere
katlayıp kaldırdık ’dediler
zekamıza güveniyorduk
duyu organlarımıza güveniyorduk
çalışıyorlardı
fakat haberimiz olmuyordu ölümcül yer altı çalışmalarından
damarlarımıza küflü bir şeyler akıyordu
Sonunda gelebildim. Ancak burada kavrayabilirim, bir yüreğin sunduğu cennette ışığın nasıl kırıldığını ve sessizliğin nasıl düğümlendiğini... Coşkulu sevinçle ancak buradan bakabilirim uzak yıldızlara. Genç, saf yaşamında doğanın en geniş ölçüde yararlanabileceğim noktası. Gözyaşlarında boğulmaksızın bütün mahkumiyet kararlarını incelemek ve saydam, saygın yazılar göndermek güneşin merkezine. Duyumsanacak çok çizgi var sırada bekleyen. Rahatlacı renklerin tatlı suskunluğunda güven içinde, durup dinlenmeden ileriye doğru bir atılım. Yollar, kapılar, uçurumlar derken; aşkın üst basamaklarında dayanılmaz ölüm denemeleri. Hissederken titremek... Zamanı bile silip yok edebilecek olağanüstü hassas dönem. Gerçeğin gerçekten yansıması. İlahlar öfkeli, simsiyah giysilerinde. Yasaklı bölgede anlamlı diriliş. Özgürlüğe geçiş kaçınılmaz. Yeryüzü kalemin ucunda artık. Yalnızlıksa; hala yörüngede, çırılçıplak ...
Ne dayanılmaz işkencelerdi
yolların sonundaki kapıları kırmak
bütün mekanların ötesinde başarmak zamanları ustaca eklemeyi
sevdik
öldük
doyumsuz sahneler oluşturduk ziyaretçilere armağan
düş, gerçek ve felsefe: üç önemli kapısıydı saydam haritanın. Hava berraklığında, sana doğru bakıyordum. Çok geçmedi, yaklaştın, yumuşacık bir bulut gibi yayıldın üzerime. Ses perdelerinden girdim, ışık perdelerinde durdum. Gölgen bile saf şiirdi, panzehirdi kokuların. Demet demet heyecan, değerlerin suskun dalgalanışında. Ve tanımsız tadı yangın ertesinin. Birbirimizi çözmeye çalışıyorduk derken, güneş sarıda gün kırmızıda kaldı, yolunda yoruldu her şey. Ne anlamı var bugün hangi topraklarda nasıl yürüdüğümüzün? Unutmak mümkün mü ölümsüz melodilerinde aynaların ayaklanma girişimini? Sen; içimden çıkıp gidebilecek kadar özgür ve çatışmalara girebilecek kadar da korkulu. Diliyorum ki; beyaz yük gemilerini izlerken oyalanma onur ödülü limanlarda. Taş dağlarında kapatma gözlerini. Düşünme, uç dökül girdiğin her siyah gecede. Çürüt vahşi tüccarları. Umut; umut olarak saklanmasın samanyolu sömürgelerinde. Ben; senim zaten, başında taşıdığın ince kitap, boyutsuz ve çok sıcak. Göreceksin; ne senin, ne kutsadığın orduların, ne de fırçanın ucundaki dünyaların güçleri yetmeyecek bıraktığım sözcükleri silmeye. Bulundukları yerde incinmesinler. Kıyametin başlangıcı olur çiçeğin yanlışlıkla çarmıha çivilenmesi... bir tarihte... Yanımızda apaçık belgeleri yalnızlığımızın. Parmaklar çıplak, kollar ateş dilimi. Yükseliyorduk, daha derin anlamlar siniyordu ruhlarımıza. Her bakış ayrı bir yaşamdı o kar damlacıklı gecelerde, her öpüş ayrı bir yolculuk ...
Kasırga mevsiminde bir bağ
çelik halatlardan daha sağlam
...
güzelliğin artmıştır umarım
umarım
gövdenin her milimetre karesinde ruhumun ağır renklerini görüyorsundur sıkılmadan
ağaçlar çok mutlu olmalılar
öfkeli oduncuların egemenliğinde
ağaç olarak kalabilmişler ve kendi gölgelerinde çözmüşler gökyüzü yangınlarını
karmaşalarını izlerken itici güçlerin
özgürce düşünüp toprağı terletmişler
soğuk geceler uzağında ezilmiş onların
Pencereler açık. Rüzgar; az gelişmiş bir canlı gibi saldırgan. Görebilirsin sanıyorum tuzaklarda direnen yüreğimi.
Düşünmeyi sürdürüyorum. Asıl önemlisi; şimdi her şeyi anlıyorum diyebileceğim bir varış noktasının yokluğu ya da ulaşılmazlığı. Anlayamadığım, rahatsız edici şeyler yine olacak. Bazı sorular yine yanıtsız kalacak.
Karanlığın kışkırtmasında, ateş - buz birlikteliği. Sularda iz, bulutlarda yangın. Uyarılmış yolcu listesi, yaratıcı yüzlerle baş başa görüşmeler ve sığınaklarda anma törenleri. Yakın bilinenin uzaklığı. Çatlayan duvarlarda özgür, parlak ışığa övgüler.
Çiçekler uzatmıştım sana, öykülerden sürgün, mevsimlerle kavgalı. Damla damla yağmur, parça parça umut. Kuyruklu yıldızın kuyruğunda küçük bir kare, yaşamasını dilediğim.
Sevimli bebek hoşça kal. Mutlu kal erdemli güneşler ülkesinde.
beni hatırlarsan
sahildeki akşam yürüyüşlerinde
avazın çıktığı kadar sus
karşı koyamadığın işkencelerde buharlaşsa da düşlerin
zayıf insanlar gibi sığınma sözcüklere .
Sen, sensin.
Ben değilsin ki,
düşündüklerimi düşün, hissettiklerimi hisset.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!