Huş Kal'ası Destanı 2 Şiiri - Ahmet Yozgat

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Huş Kal'ası Destanı 2

HUŞ KAL’ASI DESTANI 2
I/:
Mataram silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya,
Gözyaşım ana, baba ve yar üstüne öksüz bozlak kokulu.
Son savaşta sersebil zabitanın kimi atlı,
Kimisi hecin kamburunda uzak ufukları gözlemede,
Eratın cümlesi ise dil bilmez ve yabancısı iklimin,
Cümlesi bvir kaç parça kuru tayin gevelemiş son öğününde,
Yani dinine kadar aç ve yani yaya Shıkh Yahkya...
Amma bu amansız yoculuk nereye? ...
Bundan da bihaber kolan bıyıklı karayağız uşaklar.
İbrişim dokulu kuşaklar Trabulusi bellerde...
Kucaklarda yağlı mavzerler Made in German...
Aman ki aman Shıkh Yahkya vay bre aman! ...
***
Desem ki rüya, değil,
Gerçekse kırk konak gerilerde bir yerde,
Yemen diye yaman bir diyardaymışım sabaha karşı,
Sislere gelin tülü gibi sarınmışım, bulutları hışırdatarak.
Anam “Hayırdır inşallah! ” diye fısıldamada uyku ucuyla,
“Gündüz gözüyle...” bakmalıyız nineme sorarsanız.
Benimse üstümde sarı çiğdeme kesmiş bir gökyüzü,
Altımda korlu çölden ve gözyaşından bir deniz...
Kumlara garkoluben rüya ile gerçek ortasındaki enlem,
Doldurmuşum zamanın yetim bir fayında kalaylı ve bakırdan matarama,
Silme ve mutedil gözyaşımı çaresiz.
Sessiz ve usul usul doldurdum anamın yardımıyla.
Kumdan deryaların keskin göz kıvrımında,
Harlı ve kararlı durdum, bütün avunmuşluğumla.
Bidayette babamla tanışmışlığını anlattı çölün çakır dikenleri,
İzleri kapanmamıştı henüz geçen savaştan artan,
Dedem Seyit onbaşının sarı sırça kırıntılarda nokta nokta.
Anam “Hayırdır inşallah! ” diye fısıldamada,
“Gündüz gözüyle...” her şey nineme sorarasanız.
Yani Shık Yahya Yemen diye bir yaman diyardaymışız,
Kurban ayında köpüklü güllere karışmışız...
***
Kurtlar gibi acıkmış bir akşam üstüydü zaman,
O an annemin kirpiklerinin gölgesi düştü sarışın kuma,
Ve ağladı ılgıt ılgıt.
Ben ağladım uğrun uğrun.
Açık seçik sarışın kumlar ağladı.
Durun o hudutta ve sakın demeyin deloy loy ağalar...
Oturup çölün bağrına kocaman kalçalı bir bedevi kadın misali,
Kader bu... O muazzam Huş kalesi de bakarsın ağlar.
***
Bu gün mataram silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya,
Bilirim ya yaşama ya memata ulanır bu yoculuk,
Uçuk bir beniz taşıdığımız suretimizde aslı bize ait olmayan,
Yani inadına korkan ama korkusunu duyuramayan,
Birer yağız delikanlıyız bizler dul karılar çocuğu,
O nazar boncuğu ki uğur olur diye asmış anamız,
Ya Shık Yahya boşuna umutlanmışız...
***
Ama yine de bu yolculuk nereye? ...
Bundan da bihaber karayağız uşaklar.
Dedik ya kuşaklar Trabulus bellerde...
Martiniler İngilizin gavuru ve mavzerler ise Made in German...
Davran artık Shıkh Yahkya de haydi davran! ...
II/:
Mataram silme gözyaşı ey Shıkh Yahkya,
Bilirim, ya yaşama ya memata bu yolculuk,
Mavzerlerin kundağına astığımız o mavi boncuk,
En buhranlı zamanda ulaştırır bakarsın boynu bükük yavuklumuza...
***
Var say ki bir tek Bekir’dim ben ana kuzusu,
Can Malatya’nın yanık ardıç kokan dam altlarından,
Doğrusu, “Ham meyveyi de koparırlar dalından” kıraç Bozok’tan,
Ve kayısı çağlası gözlü kızlar ki hepsi uzun belikli,
Ama yoksul, ama aç ve ama sefil dağ köylerinden Darende’nin,
Nazenin kelebek kanatları gibi kıpraşır ardımızdan...
Yolcuyuz ancak ne babamızdan helallik dilemişiz,
Ne de yoksul anamızdan birkaç akçalık harçlık,
Müstahsilin elinde tahsil edilmiş tüm hububatımız,
Bundandır benizlerimizin başak solukluğu haziranlarda bile,
Ve bundandır padişahımız hünkarımız efendimize,
Kayıtsız şartsız bağlılığımız...
***
Bir badem gözlü oğlancıktır, sülün duruşlu Bekir...
Ve bir aslan oğlu aslan Kasım ki,
Vallahi omzlarının arası sayın ki iki bahar arası...
Bir de karayağız, sureti sünük, canı sıkık Mihralim...
Cümlesi bu emsal Hicaz katarındaki aynı tertip erlerin...
Ha, bir de hissiz kumdan eli çöllerin omzumuzda,
Diğeri kışlada ve eratın arasında seferberlik sülusu dağıtmada.
Bozok’tan bozlaklarla uğurlanan seymenlerin omzu çapraz fişekli.
Mataraları ise silme dolu gözyaşı...
Kiminin karısı, kiminin yavuklusu el sallamada,
Ardından ağıt yakmada kimisinin oynaşı...
Ah ah! Ayazlı bir sabaha karşı dizdiler bizi ki sormayın,
Kehil kehil soluyan demirden bir yağız atın alnacına,
Kahırgam dağlarımıza son birer kez bakmamıza izin var.
Son birer kez sarılmamıza müsaade...
Arkamızda zoraki bıraktıklarımıza...
Anamıza, bacımıza, ille de yavuklumuza...
***
Benim de mataram silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya...
Yüreğimin ortasında ise göbek kesiminin o ilk acısı...
Duyarım dul anacığım ağlar ardımsıra, tenha çölde boğulur sesi.
Ben ağlarım uğrun uğrun oyalı yağlığıma,
Tertibim Bekir ağlar, mavzerinin ardına saklayarak kızaran gözlerini.
Hele biyol deyin deloy loy Hadramut ağaları...
Bakarsın ağlar kerpiç tuğlalarıyla o muhkem Huş kalesi.
***
Mataram silme gözyaşı bu aralar ya Shıkh Yahkya,
Bilirim ya zorlu yaşama ya memata bu karanlık yolculuk...
***
Ama yine de sorarız bu yoculuk nereye? ...
Bil ki bundan da bihaber karayağız uşaklar.
Kuşaklar Trabulus...
Mavzerler Made in German...
Aman ki aman Shıkh Yahkya vay aman! ...
III/:
Mataram silme dolu gözyaşıyla ya Shıkh Yahkya,
Yaşamaya kısa bir ara bizimkisi Yemen diye bir diyarda,
Yara da, yarana da fermanı hümayunla bir veda bizimkisi,
Öyle ki ya Shık Yahya bidayeti bu hikayetin,
Başlar bir dul karının ciğer parelerinin son paresinde,
Belki de sivri ucunda biter bir bedevi cembellesinin...
***
Çentende kundağını yar gibi her yatma vakti,
Dedem Seyit onbaşıdan ve Galiçya’dan arta kalan mavzerimin,
Dediler köy kizirleri: “Ferman buyurmuş hünkar, seferberliğe haydi! ”
Gözlerimde açıldı ummanların soyka kilidi,
Babam gibi geniş tabanlı bir bağdaş kurup harman yerine,
Daldım yazgısı bize benzeyen acılı yaylaların kırçıl döşüne,
Enine on arşın, uzununa bin kulaç ağladım tüm zamanların.
Ve saçlarını gözlerimle son kez taradım yakın akrabam olan ulu dağların,
Ben ağladım amcaoğlum dağlar ağladı,
Garkoldu hüznüme, o muazzam Huş kal’ası ağladı.
***
Ben ki bir garip Bekir’dim hepi topu sayın ki,
Dedesi Seyit onbaşı Galiç diye bir diyarda kefensiz yatan,
Pireye kurşun atan Mahmut çavuş ki babası olur,
Kendisi on beşli’dir ve kalmıştır o da Çanağın kalesinde...
Bu gün de ben... yaşamının son karesinde,
Dönüp tekrar tekrar arkama baktım ağlamaklı,
Ve ağustosta çimdiğim çavlanlarda eriyen ıslak yıllara.
Kasım da baktı.
Karayağız Mihrali’m baktı.
Taktı yüreğimize kelepçesini bu soyka savaş artık,
Uygun adım akmada tüm uşaklar, doğru harp deryasına,
Huş kal’ası bize baktı hüzünle,
Biz baktık O muazzam Huş’a korkuyla,
Ağladık ya Shık Yahya...
***
Ben ağlarım uğrun uğrun.
Ilgın ılgın yâr ağlar. Anam ağlar pürçeğini yolarak.
Deyin hele deloy loy Hadramur ağaları...
Huş kalesi durur mu? O da uğunur eratın yanıbaşında,
Hisarının burcunda Ebrehe’den arta kalan son bir ebabil ağlar,
Yar ağlar memmlekette,
Asitanede öksül sebiller ağlar…
***
Mataram silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya,
Bilmezden gelse de Mihralim, bilirim ben ki memata bu yoculuk
Buruk bir yürek taşırken nah şurasında Darendeli deli Bekir,
Bir arguvana banar dudağını, bir de en kırık havalarına Barak ilinin...
***
Ama yaman soru boğazımızda: Bu yoculuk nereye ey zabitan? ...
Bundan da bihaber karayağız ve zavallı halaskaran uşaklar.
Bildiğimiz iki şeyden biri kuşaklar Trabulus...
Diğeri ise, mavzerler Made in German...
Aman ki aman Shıkh Yahkya vay aman! ...
IV/:
Mataram silme gözyaşı Shıkh Yahkya,
Çölün ayakucunda Yemen diye bir yaman diyardayız,
Bir yoksul ve gönlü kırık Darendeli deli Bekir ve ben...
Bir de dağları kırk yerinden sırtına çivilemiş,
Akşamları hüzün emziren aç ama anaç hecin develeri.
Kumlar arasındaki çakır dikenleri,
Kim önce görmüşse o gevelemede...
***
Zabitan ı halaskaran iki eski kılıç gibi çatmış kaşını,
Arkadaşını kaderinin sırtına sarmış her bir erat çaresiz...
Ağır ağır ve sessiz...
Kıvrık bir bedevi hançeri gibiyiz,
Ve dalmışız yalbırdaktan yan böğrüne sarı çöllerin.
Kasım koynuna saklamış, ta yol başından beri
“Gözlerimin yağmurunu içsin” diye yar yağlığını.
Karayağız Mihrali’m tam yüreğinin şakağından vurgun,
Mihrali’m yanık mı yanık mavi kahküllü bir ardıç kuşuna.
Böyle muhkem ve berk duruşuna bakmayın,
O da ağlar gizli gizli çölde can çekişen vahalar gibi,
Bir de o muazzam Huş kal’ası tabii ki...
***
Benim de mataram silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya...
Kahrımsa bazen yazgıma, bazen hecine, bazen bilmediğim birine.
Ama o hecinler de ağlar dudağına batan dikenin acısıyla,
Duyumsarım yılların sancısıyla şarışın çöller de ağlar,
Ben ağlarım bazen gözlerimde siyah zülüflü bir kızın hayaliyle.
Deyin Allah aşkına deloy loy, Hadramut ağaları...
Ağlasın için için o kalbi yaralı muazzam Huş kalesi bizimle…
***
Mataram silme gözyaşı Shıkh Yahkya,
Bu yoculuk yalnızca en acılı memata...
***
Ama yine de aynı burgu şakağımızda: Bu yoculuk nereye? ...
Bundan bidayetten bu yana bihaber karayağız uşaklar.
Bildiğimiz sadece kuşaklar Trabulus...
Ve kucağımızdaki mavzerler Made in German...
Aman ki aman Shıkh Yahkya vay aman! ...
Karşımızda ise “beni esver suretli” bir sarışın şeytan...
Uzak ve yangın dumanı üstünde tüten bir türkü yalamakta kulaklarımızı:
“Yemen’e gidene ağlıyor kızlar.”
Bilin ki bu gidiş son gidiştir ey uşaklar,
Hepimize helal edin haklarınızı...
V/:
İşte burdayız ve kavramışız belinden o sarışın Necef’i.
Yemen diye yaman mı yaman bir diyarda sulara hasret,
Safi kızıl cenge kesmişiz sayın ki Hayber önlerinde.
Karayağız Mihrali’m delirmiş ve vurmuş kendini,
Obur fillerin arasında Ebabil izi sürmeye.
Bense,
Terkisindeyim tamı tamına bin bir yaşında bir atın.
Hayatın en yufka aralığından bakıp pür melal halimize,
Sarışın ve çakır gözlü bir şeytan sırıtmada Huş önlerinde.
Sırtında sahte altından örme bir taylasan,
Karabasan gibi şimdi bir baştan bir başa Necef,
Hicaz ağıt ağıt gri duman pişirmede öksüz tandırlarında.
***
Bir yalın yürek Darendeli deli Bekir...
Bir de yalnız ve yalbırdak ben...
Bildiğimiz bozlaklardan tek dize söylemeden,
Yüreğimizden sıyırmışız yağlı kundaklı mavzerleri.
Ellerimizle çağırdığımız ise eski bir Mercidabık türküsü.
Mihrali’m dinler Ridaniye nakaratlarını ve ağlar siperlerin koynunda.
Necef ağlar “Esatullah”tan arta kalan son narasıyla...
Okur on emri ve Musa’nın lisanıyla tüm Kenan ağlar.
Yani tekmil diyarı Arap ağlar...
Deyin hele deloy loy Hadramut ağaları...
Huş kalesi dalga dalga yağlı fişenk ağunur,
Dilsiz dağlar bile dile gelip bire bir yankı ağlar…
***
Karşımızda “beni esver suretli” bir sarışın şeytan sırıtmada...
Kulaklarımızda uzak ve dumanı üstünde tüten bir türkü:
“Giden gelmiyor acep ne iştir? ”
Çerkezi, Arnavutu, Boşnağı, Kürdü ve Türkü...
Buradayız hitamına kadar bu seferberliğin, alayımız...
Bu acı ortak, yekparedir yüreklerde bu sızı,
Biliniz ki bu ölüş son ölüştür karayağız uşaklar,
Hepimize helal edin haklarınızı...
VI/:
Mataram bu sabah da silme gözyaşı ya Shıkh Yahkya...
O ki ağır ve değirmi kalçalı,
Umur görmüş bir Hadramut kadını gibi,
Yılgın yaşamlara ebabil gizemi üfüren Huş’tur.
Küçücük bir kuştur ebabil çöle pişkin tuğlalar atan.
Fildir, bindirip sırtına sarışın şeytanları,
Ruzigârla sarmaş dolaş bin yıllık raksa kalkan.
Ve uygunsuz halde yakalanıp bakire kumullarla,
Kuru ve günahkar bir nehir yatağında,
Irzına ilişen tevarihin...
***
Açılın bre saman renkli sayfaları, boynu bükük tarihin,
Bir ben ki zaten ölmüşüm sülusumu alanda daha,
Ya da Necef çölüne geldiğimiz ilk günde,
Veya kızıl kundak bir akbabanın Lavrensi pençesinde.
Anadan doğma zavallı,
Ve nere giderse gitsin Malatya kadar dağlı Bekir...
Ne bilir ki çölün öldürücü ve efsunlu kahpe dilini? ...
Elini kaptırmış Mihrali’m ki bin bir gecenin birinde,
Haramiler başının taşları bile öğüten masallara bile sığmayan o dişine,
Henüz kırk günlük eşine bile bir karalı name yazamadan.
Bekircan ağlar uğrun uğrun.
Kan ağlar kadife kevkebinden şimdi Mihrali’m.
Deyin hele deloy loy ağalar, deyin Allah aşkına deloy loy! ...
Ta yıldızlardan duyarız şimdi, Huş kalesi acılı türkü yakar,
Yaşlı gözleriyle bakarak arkamızdan:
“Burası Huş’tur ağalar,
Burası kanlı yokuştur...
Bu iş zor iştir ağalar bu iş zor iştir,
Giden gelmiyor ağalar, acep ne iştir; acep ne iştir? ...”

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 10.3.2010 14:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat