Günler uçucuna eklenirken, güzelliklerin çoğu ayak altına düşerken, asılın önemi astarın fiyakasına kurban edilirken hangi tavrı takınmalı? Cebimizdeki yedek yüzlerden hangisini ne vakit ve hangi durumlarda kullanacağımıza dair sanal samimiyet dersleri mi almalıyız? Kıyamet çağının davranış bilimlerinde kim erken davranırsa haksızlıkta haklı olacağına dair inanç ve kabuller mi geçerli oldu? Peş peşe sorular soruyorum kendi kendime. Hakkınızı tepelemekte mahir ve geçmişte uygulamalı örneğini vermiş (sözde) bir dostunuz, arkadaşınız fark edilmek arzusuna binaen kalkıp, “hayırdır bir selamı da mı çok görüyorsunuz? ” derse ne buyurursunuz? “Nevrinizi alamadım değerli arkadaşım! ” derseniz dahi kusurlu addedilir, yok “ben sizi her gördüğümde alakadar olmak içimden gelmiyor! ” diyecek olursanız nezaketsiz ve kaba tarif edilirsiniz. Başkalarının güldüklerine gülmeyenleri, suratlarını “mahkeme duvarı gibi! ” asık tutanları garip karşılamışımdır, bir boy. Neden sonra, samimiyet serüvenlerinin faklı yorumlandığından, yüz hatlarındaki çizgilerin asaletini bozmakta zorlandığını anlamış oldum, belki..
Yürürken el ele tutuşulan veya tutulma zarureti olan anlar olur. Feraha çıkıldığında avuçlarınızdaki sıcaklığın, henüz elini tuttuğunuz kimsenin kalp atışlarından gelen elektriğin vermiş olduğu, heyecan ve tolerans olduğu anlaşılır. Vefa teamüllerinin gereği veya getirisi olarak, bir defa dahi olsa içten gelerek elini tuttuğunuz kimseden güven, emniyet hissi alır ve ondan sadakatinizin doğru yansımalarını beklersiniz. İlerleyen zamanlarda bu beklentilerinizi göremediğinizde, estetiğinizin sabote edildiğini, samimiyetinizin hafife alındığını ve önemsizliğinizi idrak etmiş olabilirsiniz. Zira hüzün, gönülden gönül e, doğru yansımaların kırılmasından husule gelen ışık saçmalarıdır. Arkasında kontrolsüz, aykırı, nezaketsiz, şuursuz güç olan göndermeler, buyur etmeden yüreğimize oturmaya kalkarsa, bu bizim itidalimizi bozar ki, beklemediğimiz yerlerden gelen zararlı elektrik huzmeleri, üzüntülerimizin artmasına neden olur. Kuşkusuz, günün her sayfası kusursuz hayatı okumaz bize ancak efkarımızı kuşatan asudelikler bekleyip gördüğümüz ve gönül verdiğimiz seslerin ruhsal benliğini bize sırtı dönük gösterince kedere ve kuytuya esinleniriz.
Hayattan çok şey isteyenler olabilir! Acaba bizde mi öyleyiz? Hayır! Toplu menfaatlerin sunulduğu mekanlarda, kimsenin önüne geçmiş olmayayım diye sıraya bile girmekten ar eden insanları gören gözlerim ve işiten kulaklarım beni “iki arada bir derede! ” bırakır. Hangisi olmalıyım; Uzayıp giden kuyruklara, bir uyanıklık örneği göstererek aradan katılan ve sözleriyle adalet misalleri vererek dürüstlülüğü savunan kimsecikleri gibi mi, yoksa kaderine razı, kulvarını korumaya çalışırken dağıtılandan hissesine düşecek hiçbir şey kalmayan en alttakilerden biri mi? Gözleri ne kadar iri öfkenin! Aklına koyduğunu (güya) kaptırınca, önündeki bütün kalp atışlarını ehemmiyetsiz ve yok sayarcasına, omurilik beyninde onlarca canlıyı katleder. Aklımın uzandığı yerlerde iki türlü iktidar var. Birisi elit tabakanın diğeri ileri zeka ürünü arsızların tekelinde. Kamu yararının keyfe keder kullanıldığı zamanlarda, sanki bu iki kirli el ve bu ellerin parmakları vardır. Kitaplardaki, aklıselimin marifeti ders olarak görülse dahi, uygulanmakta samimi bir duruş sergilenmekte gerekli hassasiyet, sanıyorum gösterilmemektedir.
Denize ulaşmak isteyenin bir derenin akar suyunu sabır ve metanetle takip etmesi yeterli olacağı apaçık bir gerçekken, yolu kısaltmak için dağları tepeleri aşarak gündeliğimizi zora sokar zahmet çeker ve en önemlisi çektiririz. Dengemizi mizanda gösterebilmek uğruna bin bir türlü hile yoluna baş vururuz. Huzuru hak etmek için bu ve buraya kadar vaaz edilen ayrıntılar önemli değil mi? Küçük küçük güzelliklerin biriktirildiğinde bir dalga, bir ekseri güç olacağı muhakkaksa, küçük sayılan ayıp ve aykırılıklarında menfi yönde bir güç olacağı mutlaktır. Kişi, bir zaman aralığında her gün on tane çöp toplayıp bir yere yığsa ve nihayetinde üstüne kurulup ateşi verse, “yandım Allah! ” diye bas bas bağırır. Dolayısıyla yapıp ettiklerimizle biz nereye gidiyor ve hangi gerçeğe yaklaşıyoruz! Af buyurun; Edepsizliğin ayyuka çıktığı anlarda terbiye telkin etmek ve akıllı olmayı savunmak ayıp ve aykırılık sayılabilir! İşte o zamanlar zor zamanlardır. Dost, arkadaş bildiklerinizin gözlerine bakarsınız da, ne tutunacak bir kuru dal nede bir ışık görebilirsiniz. Israrlı bir hakkı savunma duygusu, sizi mekanı dar eden zamanlara koyar.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta