Hilmi Sancak Dedeoğlu Şiirleri - Şair Hi ...

Hilmi Sancak Dedeoğlu

Kendi kendimi kırar geçiririm Pazar gün;
Kasırga, yıldırım, şimşek, deprem derken
içimdeki sonsuz bir derya harekete geçer
Çatır çatır kemik sesleri böğrümde,
Bugün iç organlarım başka yerde
Sol tarafımda ağır sızı, bazen derin bir inilti

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Kendimle kavgam hiç bitmez Pazar gün
kırar geçiririz birbirimizi, kafa, göz, burun,
el ense tutar, dağıtır, yere yatırırız yüzükoyun,
sırtüstü her bir yana savruluruz,
sonra da barışırız Pazartesi gün
ve yalnızlığımdan azıcık uzaklaşmış olurum

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Bana bir iyilik yapın; uzatın elinizi
korkmayın parmağımda virüs falan yok, biliniz
Herhangi bir canlı olsun vereceğiniz
Evinizdeki saksının çiçeğinden
ya da balkonda yetiştirdiklerinizden
Güneş yüzü göstermediklerinizden olsun

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

ADNAN KAHVECİ’NİN KATİLİ KİM 1
Bir dönem Turgut Özal’ın prenslerindendi. Eğitimini bursla tamamladığı sıralarda ABD’den Başdanışman olarak getirilmişti. Sonra da Maliye Bakanı yapılan Adnan Kahveci, Anavatan Partisi’nin en reformist ve siyaset üstü bakanıydı. Sıra dışı uygulamalarıyla ve mütevazı kişiliğiyle bir anda halkın gönlünde taht kurmuştu. Bir eski otomobili ile bir de dairesinden başka malvarlığı olmayan, yolsuzluk nedir bilmeyen, kişiye özel bir ayrıcalık tanımayan, ihale takipçisi ya da işadamlarıyla özel ilişkiler gibi konularda hiçbir şaibesi bulunmayan Adnan Kahveci örneğine Türk siyasetinde rastlayabilmek pek mümkün değildir.
Devlet Bakanlığı döneminde seçimlere “Tercihli oy” sistemini getirmiş ve siyasi partilerin aday liste sıralamaları dışında en sevilen adayların tercihli oyla meclise girmelerinin önünü açmıştı.
İleri demokrasinin bir ürünü olan “Tercihli oy” sistemini Türk siyasetine yerleştiren Adnan Kahveci, Türkiye’nin en fazla tercihli oyunu kendisi alarak bir rekor kırmıştı. Ayrıca o dönemin Refah Partili milletvekili adaylarından Recep Tayyip Erdoğan’ın gerisinde bulunan Mustafa Baş, tercihli oy sonuçlarıyla milletvekili seçilerek bir alt sıradan meclise girebilmiş. Bunun üzerine bir üst sırada ki seçilemeyen Recep Tayyip Erdoğan ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterilmişti…
Adnan Kahveci, Anavatan Partisi Genel Başkanlık yarışında Mesut Yılmaz’a karşı adaydı. Türkiye’nin en fazla tercihli oyununu almış, her eğilimin sevgisini ve beğenisini kazanmış ama küresel lobi desteği bulunmayan Adnan Kahveci’nin ANAP’ın başına geçerek Özal’dan çok daha güçlü bir konuma gelebileceğini dış güçlerin stratejiysenleri de çok iyi biliyordu. Böylece ileri demokrasinin nimetlerini ilke edinmiş bir liderin aslında Türk siyasetine uymadığı gibi, Kahveci’nin birleştirici, bütünleştirici özelliği olan ve ülkenin en çok tercihli oyunu alan bir liderin Türk siyaseti arenasında yeri olmamalıydı. Ve dış güçler de zaten ileri demokrasinin nimetlerini yedirmezlerdi Türk milletine. Öfke, ayrılıklar, farklılıkların derinleştirilmesi, kin ve hep husumet istemişti şimdiye dek küresel stratejisyenler...
ADNAN KAHVECİ Mİ, MESUT YILMAZ MI?

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Adnan Kahveci’nin öldürülmesi olayı bir şifre ya da bulmaca değildir. Bunu anlamak için Türkiye’deki siyaset literatürüne ve de emperyalizmin İslam ülkelerindeki aşama aşama uygulamalarına şöyle bir bakmak gerek. ANAP Genel Başkanlığı’nda aday rakibi Mesut Yılmaz’ın gelecekteki başbakanlığı dönemindeki uygulamalar ve de Türkiye’de ekonomik sahada yaşanan önemli gelişmeler bir gerçeği su yüzüne çıkarmış. Ölümünün hemen ardından bankalarının yağmalanması ve Türkiye’nin büyük ekonomik krizlere sürüklenmiş olması, kendisi Maliye bakanlığı yapmış ve başbakanlığa talip Adnan Kahveci hakkındaki tereddütleri ortadan kaldırmıştır. Böylece dış güçler Kahveci’yi neden istemedikleri ya da yok etmek istedikleri konusu, Kahveci’den hemen 5 yıl içinde Türkiye’de yaşatılan birçok sebeplerle de kesinlik kazanmıştır..

ADNAN KAHVECİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİYLE İLGİLİ BİR BAŞKA ÇOK ÖNEMLİ İDDİA DA ŞÖYLE:

“Turgut Özal, Bulgaristan Devlet Başkanı Jirkov döneminin son ermesiyle dağılan Bulgaristan ‘Bilgisayar Virüs Enstitüsü’nün başarılı 6 öğretim üyesi, 4 yetkin öğrenciyi Türkiye’ye getirebilmek ve kafasındaki ‘Elektronik Harp’ projesinin uygulanması için en güvendiği isim, koordinatörü Adnan Kahveci’yi görevlendiriyor. Ancak Virüs Enstitüsü’nün üyeleri başka devletler tarafından transfer edilmişti… ABD’nin, Güney Doğu Anadolu’da ve Sınır Ötesi Harekâtlarda kullanıldığı için bazı mühimmatlara uyguladığı ambargoyu aşmak üzere bu silahların temini konusunda teklif getiren ve 10 bilim adamını Türkiye’ye kazandırma taahhüdünde bulunan; İsrail başta olmak üzere, Orta Doğuya, Afrika’ya silah satan İtalyan silah tüccarı Sergio M. İle temas kuruldu ve Adnan Kahveci ile buluşturuldu. Sergio M.’yle görüşmede kendisine “elindeki mühimmatları alacaklarını ve eğer bu mühimmatlardan daha fazla temin ederse bunların da Özal tarafından aldırılacağının garantisi verildi ve ilk sevkiyat yapıldı” Ödemeler Örtülü Ödenekten yapılıyor, Roma’nın Ostia Kasabası’nda kiralanan bir villada çalışmalar yürütülüyordu. (Ne gariptir ki, yıllar sonra Eşkıya Başı Abdullah Öcalan’da aynı kasabada bir sure ikamet edecekti) Sergio M. tarafından İsrail dahil, diğer ülkelerce transfer edilen Virüs Enstitüsü 10 öğretim görevlisiyle temas kurularak anlaşma sağlandı. Ancak, Patrikhane-Vatikan-Pentagon Şeytan Üçgeni’ni de yöneten Dış İlişkiler Konseyi/CRF (Council on Foreign Realitions) , Türkiye’de Akredite Medyayı da istediği gibi maniple ediyor ve Türkiye’deki uydularıyla pek çok konuya vaktinden önce müdahale ediyor ve her şeyi bilen kumpasları ile geciktiriyor, aksatıyor, kesintiye uğruyordu ve CRF, Özal’ın kafasındaki gizli planı (UFUK ÖTESİ) öğrenmiş ve bu projeye de karşı çıkıyordu... Operasyon 1993 Şubat sonunda yapılacaktı. Ancak Adnan Kahveci, İtalyan şirketi ASTALDİ S.P.A’nın müteahhidi Andrea Gentili tarafından bitirilmek üzere olan otoyolun Gerede-Çaydut mevkiinde trafik yön levhaları değiştirilmek suretiyle kaza yaptırıldı… “T ÖZAL’ın ölümünden sonra O’nun mirasının nebbaşlığını yapan, T ÖZAL’ın yaptığı tüm iyi icraatlara sahip çıkıp ‘ben söylemiştim, ben uyarmıştım’ diyen; o günlerde kavrayamadığı ve o anlarda ‘kötü görünen İcraatları’nı da Turgut ÖZAL’a yükleyen çok yakınından biri SUİKASTİN İÇİNDE ÇOK ÖNEMLİ (!) ŞAHSİYETLER VAR Turgut ÖZAL’ın kalemini kıranlar kendilerine yandaş bulmakta gecikmediler Ancak, bu plan sadece Turgut ÖZAL’ın ‘ortadan kaldırılması’ ile tarihe gömülecek bir plan değildi Birilerinin daha bu işe dâhil edilmesi gerekmekteydi Sıraya mutlaka Ebulfeyz ELÇİBEY’in de konulması gerekmekteydi…”

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Merhum Başkan Gözlük Hasan’ın, çocukluk ve gençlik yıllarımızda üzerimizdeki tutukluluğun, uyuşukluğun ve ürkekliğin olduğu, hiperaktif çağlarımızda bizleri birden bire tetikleyip harekete geçirdiği zamanlarını çok iyi hatırlarım…

O yıllar Köprübaşı’nın kalabalık bir nahiye, binaların ve köprülerin de eski birer ahşaptan ibaret olduğu, sadece bir kamyonun haftada bir kere Sürmene’ye gidip geldiği zamanlardı…
Doğu Karadeniz’in diğer dağ köylerinde olduğu gibi cami altı-cami üstü, karşı köy-bizim köy ya da deniz tarafı-dağ köyleri tarafı diye ayrılıklarını, husumet ve kardeş kavgalarını bir gelenek halinde de yaşadığımız zamanlardı…

Köprübaşı’nın dar sokaklarında avare avare gezinen çocuklar ile gençler olarak hep tedirginlik içindeydik ve de potansiyel suçlular olarak, “kimdir yanındaki senin? ” gibi anlamsız bakışların üzerimize yöneldiği kör geleneklerin terk edilmesine çok az bir zaman kalmış ki,

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Usta dilenci gibi bir parktayım
Çömeldim kaldırım taşına,
Açtım avuçlarımı havaya
Diktim gözlerimi semaya
Yöneldim tanrıya ama feryadım insana
Allah rızası için insan istiyorum

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Dimdik yokuşlarımız, keskin virajlarımız ile en büyük sevdamız taş çeşmelerimiz baştanbaşa yıkılıvermiş. Köy yollarımızda mola verdiğimiz oturak muhabbet taşlarımız da kalmamış. Kırılıp dökülmüş, ezilmiş parçalanmış ya da yerin dibine geçirilmiş. Sonra da her bir parçası derin mezarlara gömülüvermiş... Vah köyümün sülüklü taş çeşmelerine vah!
Karadeniz fıkralarının doğduğu oturak taşlarımız yok artık. Bundan böyle Temel Reis ile Fadimeler olmayacak; Dursunlar, İdrisler, Niyaziler de hiç konuşulmayacak; öylesine tatlı, buz gibi suları kana kana içemeyecek; bir yudum suyu şerbet diye ağzımıza alamayacak ve en muhteşem yemek niyetine yalandan yere çiğneyip yutamayacaktık. Sonra da dişlerimizdeki hayali et parçacıklarını ottan bir kürdanla temizleyemeyecektik. İşte, coğrafyamızın bin bir çeşit yeşillikleri ve kuru otları ile sülüklü taş çeşmelerimiz böylesine yerle bir edilivermiş...
Muhabbet oturak taşlarımızda bir daha mola veremeyecektik. Karşı köyleri ile dimdik dağların zirvelerini bundan böyle seyredemeyecektik ve kendimizi ufukların derinliklerinde bulamayacaktık hiç; çok büyük umutlara ya da dağ gibi hayallere sürüklenemeyecektik artık…
Oturak muhabbet taşlarımız paramparça edilmiş, yerin dibine geçirilmiş... Çocukluk arkadaşlarımızla bir mola sırası ve en derin muhabbetlerimiz sonrası binlerce kez kahkahalar atamayacaktık artık… Gece zifir karanlığında, en büyük sevdalarımız sülüklü taş çeşmelerimizin hemen yanı başında, parmaklarımızla gezegenlerin yıldızlarını sayamayacaktık; sonra da koparamayacaktık birer birer hepsini birden… Binlerce yıldızın karanlıklar içerisinden jet hızıyla inişlerini, içimizi ısıtışlarını ve köyümüzün buz kalıplarını söküşlerini, bir de aşk fısıldayarak düşüşleri ile sevgililerimizin evinin çatısına birer birer çakılışlarını da seyredemeyecektik çocukluk arkadaşlarımızla bir daha… Sonra da yerlere serpilen yıldız parçacıklarını birer birer çiğneyip çocukluk arkadaşlarımla üzerlerinde el ele horonlar oynayamayacaktık çıplak ayaklarımızla bir daha…
Sıradağlarımızın zirvelerinde yıldız yağmurları artık hiç olamayacaktı… Kapkaranlık gecelerimiz bizleri uzayın derinliklerine gönderemeyecekti ya da parmaklarımızla koparamayacaktık gecenin tüm yıldızlarını…
Hiç olmayacaktı artık dağlık coğrafyamızın zifir karanlıkları da… Tek bir yıldızın hasretiyle yanıp tutuşacaktı çocukluk aşklarımız; gece uyurken derin hülyalara dalamayacaklardı ama bizlerden hep yıldız yağmuru bekleyeceklerdi. Upuzun saçlarında tek bir yıldız taneciği bile bulamayacaktı çocukluk aşklarımız. Saklayamayacaklardı bizleri de gecenin yıldızlarıyla birlikte içlerinin en derinliklerinde. Üstelik minnacık ve sıcacık göğüslerinde bir tek yıldızın hayali dahi olmayacaktı böylece. Çocukluk sevgililerimize de bundan böyle elveda diyecektik ya da en büyük sevdalarımız taş çeşmelerimiz gibi ağzını burnunu dağıtacak veyahut ta kara toprağa diri diri gömüverecektik köyümüzün güzellerini de…

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Bıçak gibi ütülü, simsiyah elbiseli bir adam
Çirkin mi çirkin, Nemrut gibi bir karış surat
Gamzelerinde iki bıçak yarası, elmacık kemiği dışarıda
Gözlükleri en kalın çerçevelisinden beş numara
Nah burun on dört santim, bir karış havada
Oldukça eğri, üç beş milim fazlalığı bile var

Devamını Oku
Hilmi Sancak Dedeoğlu

Yalnızlığımın su yüzüne vurduğu bugün
Yine bir Pazarın alçakça sırıttığı
Ömrüm boyunca hiç sevmediğim
Ana avrat sövüp saydığımın kahpe günü
Kalabalıklarımın iç dünyamı terk ettiği
Yalnızlık foyamın bilinmesinden ürktüğüm

Devamını Oku