Hikmet Büyükoğlu Şiirleri - Şair Hikmet ...

Hikmet Büyükoğlu

Seher vakti ufukta akın eylediğinde,
Yüreğimde bir ateş, adını fısıldar her nefeste.
Ey gönlümün beyaz kuğusu, hangi diyardasın şimdi?
Kervanlar geçer çölün sarı topraklarından,
Lakin her adımda seni arar gözlerim, bulamaz.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Aramızda dağlar, denizler, şehirler var… Ama kalplerimizde tek bir aşk, her şeyi aşan. Zaman ve mesafe, aşka ket vurmak isterken, biz her gün yeniden doğuyoruz özlemle, umutla.

Her sabah uyandığımda, senin varlığınla başlıyor günüm. Uzaklarda bir yerlerde, belki sen de aynı gökyüzüne bakıyorsun. Aynı rüzgar değiyor yüzüne, belki de benim nefesim gibi. Dokunamasam da, bilirim ki o an seni hissederim.

Mektuplar yazıyorum sana, kalemim her bir harfe hasret dokuyor. Sanki kelimeler yetmez seni anlatmaya; ama yine de her satırda seni yaşıyorum. Satır aralarında gülüşün saklı, cümlelerin sonunda gözlerin parlıyor. Oysa biliyorum, kağıt da mürekkep de seni getiremez yanıma. Ama aşk bu; bazen yalnızca bir hayal bile yeterli, seni yeniden yaşamaya.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

**Ateş ve Rüzgâr**

İlkbaharın en sessiz sabahında, kaderin ince ipleriyle örülmüş bir ânın içinde karşılaştılar. Zaman, onların gözlerinde durdu; evren, onların nefesinde şekillendi. Birbirlerine bakarken, yeryüzü ilk kez anlam kazandı.

O, sanki yıllardır aradığı bir yankıyı bulmuş gibiydi. Diğerinin sesi, ruhunun en derin yerlerinde çınladı, kanına karıştı, kalbine mühürlendi. Ne dünya ne de zaman, o anın içindeki mucizeyi anlatabilirdi.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Gecenin karanlığında, rüzgârın yankısız uğultusuna eşlik eden bir hıçkırık duyulurdu. Ay ışığı, terk edilmiş bir ruhun üzerine düşerken, sokak lambalarının solgun ışıkları altında yapayalnız bir adam duruyordu. Kalbi, bir zamanlar sıcaklık ve sevgiyle dolup taşan o boşluğun acımasız soğukluğuyla sarılmıştı.

Sevdanın ilk günlerinde, gökyüzü onun için masmavi, bulutlar pamuk gibi yumuşaktı. O ve sevgilisi, ellerini birbirine kenetlemiş, hayatın nehrinde akıp giden iki yapraktan farksızdılar. Zamanın çarkları dönerken, her anı bir hatıra yapraklarıyla ördüler. Ancak hayatın acımasız eli, nehrin akışını değiştirdi. Bir gün, sevgilisi ellerini çekip gitti; ve o an nehir durdu.

“Sen gittin,” dedi adam içinden, gözlerinden akan yaşlarla boğuşarak, “ama rüzgârın getirdiği her nefeste adın yankılanıyor. Kalbimin kırıkları, her gece yıldızlara haykırıyor, ama ne bir cevap var ne de bir umut ışığı.”

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu


Ay ışığı, gecenin koynunda usulca gezinirken, bir kadeh viskiyi dudaklarıma götürdüm. Kendi içimde yitirdiğim zamanları hatırlatıyordu bu amber rengi sıvı—tıpkı tarih öncesinden fısıldayan bir taş gibi. Tıpkı, Neolitik çağda bir avcının kamp ateşi başında anlatılan eski mitleri dinlerken, uzaklara dalıp gitmesi gibi…

Sen de bir izdin, Paleolitik duvar resimlerinde kaybolmuş bir av sahnesi gibi. Ellerimizin birbirine değdiği günler, ilk insanın mağara duvarına kazıdığı figürler kadar kalıcı ve bir o kadar hüzünlüydü. Parmak izlerimizi taşlara bırakmıştık, ama hangi rüzgâr savurdu seni, hangi çağın selleri aldı götürdü?

Viski, bozkırda unutulmuş bir medeniyet gibi içimi yakıyordu. Senin kokun, bereketli hilalin taş ocaklarında yankılanan çekiç sesleri kadar kadimdi. Göbeklitepe’nin taşları gibi suskundun, ama varlığın hala oradaydı; gölgesiz bir güneş gibi içimde asılı.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

## **Geceye Karışan Hasret**

Sokak lambalarının titrek ışığı, kaldırımlara düşen sarımtırak gölgeleriyle şehrin yalnızlığını daha da derinleştiriyordu. Gece, ıslak bir battaniye gibi sokaklara çökmüş, rüzgâr; beton duvarların arasına sıkışmış eski bir şarkıyı fısıldıyordu. İçimde yankılanan boşlukla birlikte, köhne bir meyhanenin buğulu camlarının ardına sığındım.

Tezgâhın başında, yorgun bir adam duruyordu. Sakalları griye çalan, gözleri çok şey görmüş bir adam… Kim bilir kaç yalnız ruhun dert ortağı olmuştu? Önüne baktı, tanıdı sanki beni. Bir şey demeden, önüme soğuk bir votka koydu.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Adam, bir sabah uyandığında gözleri ağırdı, fakat zihni bir o kadar boştu. Eskiden her sabah bir rüya ile uyanırdı. O rüyalarda sevgilisinin silueti olurdu; gülüşü yankılanır, elleri hafifçe yüzüne değermiş gibi hissederdi. Ama son zamanlarda, ne bir ses ne de bir iz kalmıştı. Sanki rüyalar bile sevgilisi gibi onu terk etmişti.

O sabah, içinden şu cümle geçti: "Bu aralar gelmiyorsun rüyalarıma, iyi misin?"

Kendi kendine sorduğu bu soru, kalbinde bir yankı gibi dolaştı. Onun iyi olup olmadığını bile bilmemek ne kadar acıydı. Bir zamanlar, birbirlerinin tüm yaralarını sararken şimdi kimse kimseye dokunamıyordu. Adam yatağından kalktı, pencereden dışarı baktı. Sonbahar yaprakları, rüzgârın izinde savruluyordu. Eskiden sevdiğiyle izlediği bu manzara, şimdi boş bir tuval gibi gözlerine hitap ediyordu.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Yol kenarında bir sokak lambası gibi yaşıyordu, yanıp yanıp sönerek... Ne tam ışık olabiliyordu ne de karanlığa sığınabiliyordu. Öyle bir yerde doğmuştu ki, konuşmak bile başkaldırmak sayılırdı. Duygularını sıkı sıkı bohçalayıp, sandıklara kaldırmışlardı. Sevmek, kahkaha atmak, özlemek, arzuyla yanmak... Hepsi günah, hepsi yasak. O yüzden gözlerini kıstı hep, dudaklarını mühürledi, dizlerini karnına çekip yaşadı.

Ama işte içindeki o deli dolu kız var ya... O hiçbir yere gitmedi. Usulca bekledi.

Yıllar geçti, evler değişti, insanlar değişti ama içindeki çığlık değişmedi. Bir sabah kalktı, aynaya baktı. Kimdi bu yorgun kadın? Gözlerinin altında biriktirdiği yıllar, suskun dudakları, örselenmiş ruhu… Tanıyamadı. Bir tokat gibi indi gerçeği suratına: Artık böyle yaşamayacaktı!

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Gece, sessizliğiyle etrafı sararken, bir veda rüzgarı esiyordu yüreklere. Yıldızlar bile bu vedanın ağırlığını taşımakta zorlanıyor, hüzün dolu bakışlarını yere indiriyordu. Ay, her zamanki parlaklığından vazgeçmiş, gökyüzünde silik bir hatıraya dönüşmüştü.

O ve ben... Yollarımızın bir zamanlar kesiştiği, şimdi ise birbirinden uzaklaştığı o noktada duruyorduk. Konuşmaya cesaret edemeden, gözlerimizde biriken onca sözcüğü sessizce birbirimize fısıldıyorduk. Kalbimde yankılanan her cümle, dilime gelmeden soluk birer gölgeye dönüyordu.

Ellerimiz, artık birbirine kavuşmayacağını bilen iki yabancı gibi titreyerek geri çekildi. Oysa bir zamanlar, dünyanın en sıcak sığınağıydı avuçlarımız. Şimdi ise, soğuk bir yalnızlık sarıyordu her birimizi. Zaman, bizi acımasızca ileriye taşırken, ardımızda bıraktığımız hatıraların üzeri ağır bir sisle kaplanıyordu.

Devamını Oku
Hikmet Büyükoğlu

Hasret, sevdanın en derin yarasıdır. Bir kez düştü mü kalbe, zamanla büyür, kök salar. Öyle bir sevda ki bu, her anı özlemle, her nefesi hasretle dolu… O ve ben, ayrı diyarların iki yalnız yolcusuyuz, ama kalplerimiz hep aynı ritimde atar.

Onu her düşündüğümde, içimde bir sızı uyanır. Gözlerimi kapattığımda yüzü belirir, bir zamanlar bana gülümseyen o parlak bakışlar... Ama şimdi, o gülümsemenin ardında kilometreler, belki de hiç aşamayacağımız yollar var. Her gün yeniden doğan bir özlem, geceleri içime işleyen bir sessizlik…

Mektuplar yazıyorum ona, her satırında özlemle dolu cümleler. Ellerim titreyerek kağıda dokunuyor, sanki ona dokunurmuşçasına. Her harfi özenle seçiyorum, çünkü kelimeler yetmiyor bazen bu hasreti anlatmaya. Kağıda dökülmeyen onca şey var, ama bilirim, o da kalbinde hisseder her kelimenin ardındaki duyguyu.

Devamını Oku