*Hikaye// BAYRAK ŞİİRİYLE BÜYÜYEN GÜL

Durmuş Kaya
198

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

*Hikaye// BAYRAK ŞİİRİYLE BÜYÜYEN GÜL

BAYRAK ŞİİRİYLE BÜYÜYEN GÜL

Ayhan heyecanla sordu, alnında tozlu ter izleri, bir boğa gibi soluyordu:
-Kocana, Kürşat geldi mi?
Dedesi pencereden başını uzattı,Kocana’dan önce:
-Nee, Kürşat nasıl gelecek? Nerden? Sizin yanınızda değil miydi?
-Arkamızdan çıkmış güllükten!
Dede hiddetlendi,
-Çabuk geriye dönün, onu bulmadan eve gelmeyin!

Telaşla geriye döndü Ali ve Ayhan.. Soluk soluğa koştular.

***
Güz günüydü. Güllükten erken çıkmışlar, harman yerine top oynamaya gitmişlerdi. Kürşat onlara göre daha küçüktü ve henüz okullu değildi. Hafiften bir rüzgar çam dallarında efildedi. Ali ve Ayhan'ın gözleri alev alev! Kürşat yolunu şaşırabilir, kaybolabilirdi. Güllük, ormanın sığ bir köşesinde göletin karşısındaydı.Küçük bir tepenin kuzeyinde, aşağılarda kuytu bir yerindeydi. Yukarıdan aşağıya doğru traktör geçebilecek kadar dar olan patika yol kıvrılıyor, keskin bir virajla çamlar arasından gül bahçesine dönüyordu.

Bir heyecandır sardı yüreklerini. Korkunç bir ürperti! ...

Bayır yukarı, keçi yolundan tozu dumana katarak tırmandılar adeta.

***
Güllükte, Anneleri ve anneanneleri çapa yapıyordu. Ali ve Ayhan'ın gidişleri hiç de hoşlarına gitmemişti.
Annaannesi kızına söylendi:
-Keşke göndermeseydin, her istediklerini yapıyon. Elleri ayakları acıyacak. Geçenlerde birinin ayağı kırılmış. Neymiş bu top, deli gibi koşarlar ardınca?
Hacer doğruldu. Rengi soluklaşmış al yazmasının ucuyla alnını sildi.
-Ne edem ana? Lafa söze mi bakarlar?
Sustu. Birden bire aklına geldi. Kürşat da yoktu.
Gayriihtiyari bağırdı,
-Kürşattt, Kürşaaaaaaatt!
Ayhan seslendi yukarıdan,
-Kürşat yok anaaaa!

Sesi, boğuk ve tedirgin.. Ali telaşlı... Sağa sola koşuşturmaya başladılar. 'Eve dönün belki ardınızdan gelmiştir' demişti anneanneleri. Evde de yoktu. Nereye gidebilirdi? İleride gül bahçeleri ve çalışan köylüler vardı. Utanıp soramadılar. Ordan oraya, makilerin üzerinden atladılar. Her yan çalı, yabani ağaçlar, taşlar, kayalar.. Acaba Kürşat nereye gidebilirdi?

Koca anasının anlattığı bir hikayeyi hatırladı Ali, sarışın güz güneşi, yüzünü yalayıp geçerken solduruvermişti.

Yaşlı bir çoban, davarlarını otlatırken yanına bir küçük kız çocuğu gelmiş, onunla ilgilenmemişti. Küçük bir kız çocuğunun ormanda ne işi olabilirdi? Hiç düşünmemişti çoban. Ertesi sabah yaylaya gelen kadınlara bir kız çocuğu gördüğünü söylemiş, gördüğü yerin yakınında pabuçlarını bulmuşlardı. Gerisini düşünmek istemiyordu ikisi de, Tüyleri diken dikendi.
-Ya ormanda kaybolduysa, ardımızdan geliyorum diye ormana daldıysa? !
Kocanası, 'Sakın ananızın yanından ayrılmayın, çocuğa dikkat edin! ' demişti. Babaları işteydi. Bulamazlarsa ona ne cevap vereceklerdi? Ya akıbeti? Düşünmek bile korkunçtu!

Bozeşek kulaklarını dikti.

-Gelemediler hala! dedi Hacer.
...

Kürşat, ağlayarak Ayhan ve Alinin ardına düşmüş, yetişememişti. Köyün yolunu şaşırıp ters yöne gitmiş, gül bahçelerinde çalışanlar olduğu için utanıp geriye dönmüştü. Ağlaya ağlaya bayıraşağı, bahçeye doğru iniyordu:

-Beni götürmedileeeeeeerr.. beni götürmedileeeeeeerrr! ! !

Bozeşek kulaklarını ona dikiyordu...

-Hele şükür! dedi anneanneleri.

Ali ve Ayhan az sonra kan ter içinde geldiler.
-Kürşat yok anaaa! diye ağlamaya başladılar. Kiraz ağacının gölgesinde. Kürşat, annesinin yanındaydı. Gül karıklarından boyu ufak olduğu için görünmüyordu.

-Sizi gidinin haylazları! diye çıkıştı anneanneleri, neden bırakır gidersiniz çocuğu?

Kürşat'ı gördüklerinde dünya onlarındı artık!

***
Olayı hatırladığında hala ürperiyordu hepsi de. O yaşlı çobanın tutumu ve ertesi gün pabuçların bulunması! Yetip artıyordu. Sonra o yaşlının tıpkı bir dana gibi böğürerek öldüğünü anlattı Hacer, 'Biz halı dokuyorduk atölyede, sesler geliyordu, dana böğürmesi gibi, iniltiler geliyordu! '

Bahar tüm ihtişamıyla üstü gül döşeli dağları sarmıştı. Güller kıpkırmızı, alvele gibiydi. Yollar, sokaklar, caddeler gül kokuyordu. Kuşlar cıvıl cıvıl karşılıyordu gül devşirmeye gelenleri.Kürşat gülle birlikte büyümüştü. İlk okula giderken her gül devşirmeye geldiğinde babası, Bayrak şiirini okuturdu. Ezberlemişti Kürşat.

'Hadi oğlum,' dediğinde hemen başlardı;

'Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü...'

Çocuk sesi heyecanla haykırır, kuş seslerine karışırdı. Hele ki bir kuş vardı. Ötüşüne bir yorum getirirdi Hüseyin'a,
'sensin çikin' derdi.
Kuş, çamdan çama konar, öterdi.
'çikin.. çikin! '

Sesin ritminden böyle yorumlamıştı.

***
Seneler sonra Ali Almanya'ya gitmiş, Ayhan İzmirde iş bulmuştu. Kürşat ise henüz nişanlıydı ve Vatani görevi için Hakkari'deydi.
Hüseyin'a gül devşirmeye amele buluyordu.Onca gül sarı sıcakta nasıl toplanacaktı? Dağ köylüklerinden gelenlerden seçiyordu. Çoğu çoğu çocuk yaştakileri isterdi. Onlarla konuşur, çocuklarını ve çocukluğunu hatırlardı.

Yine bir bahar sabahı sabah ezanında güllükteydiler. İki liseli genç ve kızları, kıpkırmızı güllerle örtülü bahçelerinde kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüyordu. Genellikle güneş doğarken şenlenirdi güllükler...

İki liseli genç yeni gelmişlerdi.
-Nerelisiniz? diye sordu Hüseyin'a,
-Kesmeliyiz! dedi sarışın olanı.
Kesme diye bir kasabadandı. Biliyordu. Ama biraz takılmak şakalaşmak istedi.
-Neyi kesmelisiniz?
Kekeledi çocuk, afalladı..
-Kesme! Köyümüzün adı!
-Ha!
Bir taraftan gül karıklarında önecekleri takınıp gül devşiriyorlardı.
-Biliyor musunuz çocuklar, ben imtihan ederim çalıştıracağım işçileri, hele de okula gidiyorlarsa..
Hacer hanım yüzünü asardı. 'yine şiir soracak Allahın delisi' diye iç geçirirdi.
-Bayrak şiirini biliyor musunuz?
'hah tamam, yine başladı' diye söylendi.
-Bakın, birkaç soru soracam, eğer bilirseniz işe devam edersiniz!
-Tamam! dedi esmer olanı. Biraz uzun boyluca, bıyıkları henüz terlemişti.
-Sekiz kere seksen sekiz kaç eder?
Afalladı Liseli. Bir taraftan gül devşirip elleri dolunca öneceğe koyuyor, bir yandan da düşünüyordu.
Hüseyin'a kurnazca gülümsedi.
Cevap gelmemişti.
-Peki, bunu saymadım.. Bayrak şiirini okur musunuz sırayla!
Yüzleri güldü ikisinin de. Karşılarındakinin boş biri olmadığını düşündüler. Soru amma acayipti. Bayrak şiirini de iyi ki biliyorlardı.
Sarışın olanı başladı,
-'Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü! ...'
Sonuna kadar okurken hacer hanım söyleniyordu.
-Çocuklar gül mü devşirecekler, şiir mi okuyacaklar? Yine sarı sıcağa kalacağız!
Kuşlar, ağaçlar ve rüzgar da sanki eşlik eder gibiydi şiire. Delikanlı coştukça coştu.
-Afferimmmmmm! diye bağırdı Hüseyin'a. Ya sen, dedi öbürüne. Sen de İstiklal Marşını okur musun?

Okudu, heyecanla ve içten.. Sanki okuyamazlarsa işlerinden olacaklardı.

-'Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın! .....'

Hüseyin'a, şiirlerin verdiği manevi hazla gülümsüyordu... Birden bire içi titredi. Kürşat askerdeydi. Terör zirvede! Yutkundu. boğazı düğüm düğümdü. Daha dün gibi. 'Babam gelmiiiiş! ' diye koşuşları gözünün önüne geldi. Ot boyundaydı ve düşe kalka geliyordu. Ali ve Ayhan’ın peşinde.. Şimdi kocaman bir askerdi! Hem de yedeksubay! Bayrak şiirini okuyuşu kulaklarında çın çın etti. Kuş olup uçmuşlardı. Ali gurbet ellerde ekmek kavgasındaydı. Alnındaki kırışıklıklar derinleşti! Gözleri yaşardı!
Yutkunmaya çalıştı tekrar! Kiraz ağacının dalları eğildi, kıpkırmızı! Güllere baktı, kıpkırmızı! 'Kara topraktan kızıl gül çıkaran rabbime şükürler olsun! ' Dedi, yutkundu!

Hüseyin’a bir madenci emeklisiydi! Yedi kat yerin altından ekmeğini çıkarmak bu kadar zor gelmemişti. Daha güzel şeyler düşünmek istedi. 'Nöbet! ' diye iç geçirdi, yutkundu! 'Devlet! ' dedi... Kürşat nöbette olmasa nasıl rahat yatağında uyuyabilirdi? ...

Kıpkırmızı kızaran ve bahçeyi örten güllere baktı.

-'Şehitlerimizin kanları gül olup açmışlar! ... '

Durmuş Kaya
Kayıt Tarihi : 27.6.2008 02:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Sevim Yakıcı
    Sevim Yakıcı

    VE BAYRAK!



    Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
    Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!
    Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
    Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

    Sana benim gözümle bakmayanın
    mezarını kazacağım.
    Seni selamlamadan uçan kuşun
    yuvasını bozacağım.

    Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
    Gölgende bana da, bana da yer ver!
    Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
    Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

    Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
    Kızıllığında ısındık,
    Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
    Gölgene sığındık.

    Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;
    Barışın güvercini, savaşın kartalı...
    Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
    Senin altında doğdum,
    Senin dibinde öleceğim.

    Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
    Yer yüzünde yer beğen!
    Nereye dikilmek istersen,
    Söyle, seni oraya dikeyim!

    ARİF NİHAT ASYA

    Cevap Yaz
  • Sevim Yakıcı
    Sevim Yakıcı

    Merhaba değerli Ozan Abim;
    Bu hikayeyi kaçıncı kez okuduğumu Allah biliyor. Taslak halinden şimdiki haline kadar... Ve her okuyuşumda aynı hazzı duyuyorum. Sizin şiirlerinize nasıl hayran olduğumu biliyorsunuz. Rahmetli Dilaverr CEBECİ şirlerindeki hazzı alırım hep.. Ama bir hikaye de de aynı hazzı ve çayın içindeki şeker misali aynı mesajı bulmak bi rokur için mutluluktur..
    Ne fazla ne de az, ama yerinde, ama kararında, ama zaruri bir mesajdır bu...
    ’Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü! ...’

    İSTİKLAL ve BAYRAK arasındaki o muazzam alakadır satırlarınızdan bana kalan. Ve izlerin geleceğimizi emanet edeceğimiz çleirmizin her koşulda bu bilinç ile yetiştirilmesindedi mecburiyetimizdir ödev olarak varsayacağımız.
    -’Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın! .....’

    BU GÜN GENÇLERİMİZİN SOKAKTA KAFETERYA (her neyse) KÜLTÜRÜ (!) YETİŞTİĞİNİ DÜŞÜNÜRSEK, BAYRAK şiirleri ile büyütülen GÜL lere ne kadar çok ihtiyacımızın olduğunu/olacağıı daha iyi kavrayabiliriz...
    Eğtn her mısranız, her dizeniz için yğrekten teşekkürlermi arz ediyorum. Umarım bünyesinde en yüce mesajlrı barındıran bu eseriniz hak ettiği değeri bulur. Umarım GÜL lerimizi bayrak gölgesinde büyütürüz. HEPİMİZ..

    Daim saygılarımla...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Durmuş Kaya