Hey kutsal kılınmış zeytin ağacının yeşili

İlyas Kaplan
1264

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Hey kutsal kılınmış zeytin ağacının yeşili

hey göğsün en sır yerini kurutan nefes
sadece kendi çıkarını gözeten kalp
hey darbe yapan güç…
hey ambargo koyan …ablukaya alan giz
hey kriz çıkartan heyecan
hayal ile rüyanın birbirine geçtiği vakitlerde
sükutun zehrine sığınıyorum her seher
kör bir şiddete programlanmış yaratıklar
ciğerlerime yöneliyor

hey sırtımın bütün yükü, bütün ağrısı
mum aydınlığında ki gözlerim
siz kalın, ben gidiyorum
kendi zamanını kaybetmiş kentlerin sokaklarına
parçalanmış kemikleri çığlıkları bıraktım
havada çarpışmış mermi çekirdekleri bıraktım
hüzün kokan zeytin bahçelerine
defalarca kuruyan kan damlaları bıraktım
savaşlar bıraktım göğün katmanlarına
kafatasına kıyamete değin saplı kalacak mermiler bıraktım
toprak kadar kutsal ,bayrak kadar mübarek
son menzilde son durakta canlar bıraktım

hey ateşin düştüğü yerde kavrulup kalanlar hey
taşlaşmış onca beden derin ve sessiz
ölü bir kavim koskoca bir hiç
vicdanlar cehennem kamplarının dibinde
gün gelip kendini de yakacaklar
içim korlaşıyor
bir milim çığlık yok
bir gram ses yok

hey serapa serinlik, serapa rüzgar hey
hangi kan hangi azap deryasının ortasında
en sevdiklerinden en kıymetlilerinden
zinhar her şeyden vazgeçmiş bir çocuk gibiyim
merhametin hangi duyuş noktası bu
ölümle kalım arasında bir ipin ucunda
hangi kalp damarının üzerinde ortak çarpış bu

hey vurulan evlatların, çiğnenen kızların gururu
uykusuz her gecenin sabahında
yüreğim, dualarım sizinle
gözleri kimyasal silahtan kör olan baba
harabeler arasında parçalanmış evlatlarını arayan anne

hey mutemeyyizun yetimhanesindeki son yetim
hey halepin kırık yanık zeytin ağaçları
hey kurumuş hurma yaprakları
defalarca seyrettiğim şehirlerden bir kez daha geçerek
daha evvel hiç görmediğim kentler daha ürkütücü şimdi
infilak ediyorum

hey çocukluğunu, gençliğini, bulutlarını kaybetmiş ülke
denizle arasına geniş ovalar girmiş liman kentlerin nerede
bir annenin sevdasına adanmış şehirlerin nerede
yekpare sütunlar, kutsal tapınakların yerle bir olmuş
ince bir çizgide tıpkı sıratta yürür gibi yürüyorsun
ölüm kokan ve savaş haykırışları içerisinde
tavanı su, zemini su, duvarları su
dirileri karşılayan ölüler şehri
saçlarım kum karası
kuru bir yaprak gibi iliştiriliyorum takvimlere
kaç gün, kaç gece

hey en ince en hassas ölçüler içinde
mağrur bakışlı cihangirlerin elinde ihya olmuş şehirler
fethedilmiş ülkeler fethedilmiş gönüller
zamanın sonsuzluğundan gelecek asırlara
nasıl heyecanla nasıl gururla bakıyorsunuz
göz kamaştırıcı hazinelerin kapısını açıyor ezan sesleri
şadırvan şırıltıları gülbank naraları
mehterin velvelesi
mevlit nağmeleri

hey bir kağıda ismimi yazıp da suyuna attığım dicle
köpüğüne bırakıyorum geçmişin en nazlı hatıralarını
senin gibi çıkıyorum yolculuklara en tekinsizce
yolumu kesen ırmaklar benden daha çok hevesli
düşüyorlar tek tek bir uçurumun başından
her yerde kin her yerde kan
musul yanıyor, halep yanıyor, şam yanıyor
filistin yanıyor, ırak yanıyor, suriye yanıyor

hey ceddimin mirası topraklar
ah ki ne ah
hasret yumağına dönüştü mukaddes bir sevgi ile yüreğim
ümitler sonsuz duygular sonsuz
içime sığmayan kaç gözyaşları sonsuz

hey yağmurların en bereketli yağdığı mezopotamya
hey cennetten çıkmanın sebebi çöl
bedeli çoktan ödenmiş
ruhumda, bedenimde yanık izlerin var

hey rengine bakıp sesini işittiğim fırat
akışından, suyundan, köpüğünden, uğultundan
dünyama akan feryatlar var
birbirinden farklı değil avazlar...
maruz kalınan zulüm, hunharca katliamlar var
öyle şehirler var ki isimleri muamma
helak olmuş kavimlerin yollarından geçerek geldim
cisimlerinin yarısı var yarısı yoklar
yarısı ahrette yarısı kıyamette

hey her köyünde olmam gereken memleket
göl olup içinde balıklar büyüten şehir
yemyeşil meraları ipek seccadeye dönüşen yer
cennet mekanların emanet edildiği halk
beden ve ruhlarını sırtında taşıyan insan
nerede gecenin kandili yanıp sönen yıldızların
nerede mehtapta yıkanan palmiyeli sahilin
çocukluğumun cenneti sahralarla dolu sonsuz çöllerin

hey çöl diye savrulup saklanan dört bir yan
hey kaktüslerin, develerin, vahaların ve kumun yaşadığı yer
ehramının zirvesinde bambaşka bir rotadayım
en yüksek irtifalarda yol alıyorum
nehirler, dağlar, ırmaklarla aynı saftayım
rüzgar esiyor toroslardan
ozanların coşkun sazından nağmeler geliyor
anadolu bozkırlarından ayak sesleri geliyor
tüm çağların arafında bir tozum şimdi
kutsal kitapların sayfalarına yazılmış
tövbeye el açmış bir ademim

hey içinde genç kızların hayallerini taşıyan sandık
hey yiğit askerin elinde silah olan talih
hey düşmanını can evinden vuran kin
öfke olup zalime meydan okuyan ülkü
hicabın ve hicranın rengiyle boyanan ruh
sizde girin hayatla ölüm arasına

ilahi kelamı huşuyla dinlenen mabette
oymalı bir rahle olun hafızın önünde
imamın gür sesi yükselirken minber olun
bütün zarafetiyle ışıldayan cami olun
bir cami avlusunda ulu bir çınar olun
baştan başa dolaşın göğün yüzünü

hey savaşların dünyaya armağan ettiği bunca yangın
hey kutsal kılınmış zeytin ağacının yeşili
yitirilmiş merhametlerin sükunetli temennisi
üzerimde bir kanat esintisi gibi olun gecenin bu vaktinde
bir el dokunmuş da aniden uyanmışım gibi

hey zakkumun kızılca kıyamet gölgesi hey
birlerce yanın, yanın ki
nihayet milyonlar yansın
geçmişin ışığında geleceğe yürüme zamanı
alınları secdelerde unutarak
yarınlara dirilme anı

hey heyecanların ışıltılı dal uçları
coğrafyanın süt beyaz göğsüne sokulmuş eller
elini göğsünden sıyırma vakti şimdi
kalk ve yürü
hilalin kavsinde gönlünce keyif sür
kırlara çıkıp çiçek topla
parlak taşlarla zaman tünelini delip geç
güneşler doğsun sarayın çınar yaprakları ile gölgelenen yollarında
cami avlularında medrese hücrelerinde
bayramlarda, seyranlarda, düğünlerde
şenlikler olsun

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 12.12.2021 19:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İlyas Kaplan