bir ulvi teneffüs zili
sonsuz nefesli bir ümit
günün başköşelerinde sonsuzluğun sesi olarak çınlar
paranın para etmediği bir yerin olduğunu müjdeler
çıkar hesaplarının aşağıda bir yerlerde ezildiğini
ayırımcılıkların hesaplardan silindiğini
kavgaların geçmişe gömüldüğünü seslendirir ayasofya
ortak değerler inşa etmeye davet eder
geleneğin ortak değerleri üzerinde yükselir
bir şeyler kaybettirmek için değil
kaybedilen geleneği yeniden üretmek için haykırır
ayasofya
*
kubbeleri kerhen değil
bile isteye, seve seve ayakta
yanı başımızda binlerce yıldır bekler
minarelerinden seslenilir
Allah Büyüktür
her gün arşın göğüne
keskince fısıldar
İlah yoktur Allah’tan başka
şehrin fani astarını
göklerin ebedi atlasına beş yerinden diken iğne
vahyin insan kalbine kazandırdığı aydınlığın
insanın yalnızlığına karşı ürettiği değerlerin
ete kemiğe bürünmüş hali
yeryüzünden göklere uzanan işaret fişeği
ahretin sonsuzluğuna atılan düğümü ayasofya
bir hatırlatma
dipsiz unutulmuşlukları delip geçen
umutsuz karanlıkların böğrünü yırtan bir ışık kaynağı
giderek büyüyen kibir balonlarını patlatan bir çıkış
arz-u zeminde sakin bir tevekkül duruşu
gönül ateşini dindiren sadelik
duruluk anıtı ayasofya
parçalanmış akıllarımızın
kanamış kalplerimizin ilacı
bilmenin yeri
duymanın kulağı
görmenin aynası
çağırmanın dili
Bir’i istemenin adresi ayasofya
*
neydi o insanların gözlerini bulutlara diken
zeminden asumana doğru atılan her adım
çıkılan her basamak
hangi duygunun hangi hasletin gereği
oysa hamurumuz toprakla yoğrulmamış mıydı
ne vakit unuttuk hilkatimizi
ne zaman özümüzün aksi yönüne çevirdik gözlerimizi
halbuki eski zaman zalimlerinin işi değil miydi
göklere yaklaşma tutkusu
göklere yaklaşıp
yerin ve göğün tek sahibine meydan okuma arzusu
hayır
billahi değil
yarıştığı yıldızlar değil miydi
nerede şimdi
tuğlalarını dizen
balçığını pişirenler
ya
sizin için benden başka tanrı tanımıyorum diyen kişi
peygamber asası ile yarılan denizin en dibine çekilmeden önce
umduğu gibi
bulabilmiş miydi musanın tanrısını
yüzüne vurulan acziyetinden
gökleri utandıran isyanından
hiçbir zaman kabullenemediği hüsranından başka
neydi
*
ve ey benim boyun eğişle yücelen elifim
isyana değil, itaate çağıran şaheserim
Allah bir diyenim ayasofya
yerden duaları toplayıp göğe eriştirenim
gökten rahmeti alıp yere serpiştirenim
bilal’in emanetini bağrında gizleyenim
sağırlaşmasın diye kalpler
gizlediğini beş vakit seslendirenim
sen ki
ellerde nakış nakış işlendin
şehirlerin siluetine peygamber özlemiyle döşendin
yer ile göğü yol yol birleştirdin
yazık ki, isyan abidelerinin kötü ruhları kalmış bugüne
bugün gökdelenlerde muhafaza ediyor o ruh kendini hala
hala başını uzatan her kuleden kalplerimize isyan dağıtıyor
şehirlerimizi kuşatıyor
gözlerimizi yoruyor
gönüllerimizi bulandırıyor
ruhumuzu sıkıyor ısrarla...
*
sen göklerimizi süslemesen
gözlerimiz zulmet kulelerine
kasvet tepelerine mahkum kalacak
sen ağartmasan semalarımızı
karanlık yolumuzu kapatacak
taş yüreğinden suzişli nağmeler doldurmasa kulaklarımızı
halimiz nice olacak
nemrutun safında olmaktır sana karşı olmak
babil kulesine alçalmaktır sana karşı olmak
firavundan emir almaktır sana karşı olmak
hamana taş taşımaktır sana karşı olmak
musanın İlahını yalanlamaktır sana karşı olmak
sana karşı olmak dimdik duran bir kölenin göğsüne
kızgın güneşte büyük bir kaya bırakmaktır
sana karşı olmak bağrındaki emanete ihanet
sesindeki çağrıya karşı durmaktır
sana karşı olmak gökdelenlerle ezilen insanlığımızı
bir kez daha ayaklar altına almaktır
sana karşı olmak Hakk’ı yalanlamak
rasulün kalbini kırmaktır
redfer
İlyas KaplanKayıt Tarihi : 16.8.2022 14:33:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!