Her Şey Her Kes Bıraktığın Yerde Bıraktı ...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Her Şey Her Kes Bıraktığın Yerde Bıraktığın Gibidir

Her şey her kes bıraktığın yerde bıraktığın gibidir…
Bütün seni bağlayan sevinçler, gülüşler, koşuşmaların, duyduğun sesler, coşkular ve sana kollarını açmış, sonrada terk etmiş ellerin gölgeleri hepsi bıraktığı gibi bıraktığın hâldedir…

Yol boyu uzanan otobüsler, taksilerin renk ve plakalarının başlangıç rakamları hep arkanda bıraktığın gibi bıraktığın sayıyı, kentini işaretler…

Kaybolmak istediğin ormanın nemli havası, sisleri, karaya vuran dalgaların bıraktığı yosunlar, senin üzerinden sekerek durur, üslerine yenilerinin eklendiği hâldedir…
Bir tek sen görüntün yoktu, gölgeler arasında…
Senden önce giden sevdiğinden başka bir kent insanı, tanıdığın ve tanımadıklarınla hepsini oldukları yerlerde durur bekler sanırsın…
Kuytularına sığındığın çardaklar ve kır kahvelerinde her gün yine sahanda yumurta pişirilir ziyaret edenlerine…
Bir sen yoksundur o kokuların arasında…

Ayrılık acısı yaşayan kalpler hep aynı şekilde yargılar gidenin arkasından iç acıları ile hesapsız cümlelerle terk edeni…
Yargılarken sadece kendi sanır yalnız yaşayanı... Oysa ne kalabalıktır şehirler, ardında kalanlarla…
Bir başına basmışsındır gidişinin ilk taşlarına…
Unutmak için kaçtığın, her şey seninle beraber omuzlarında dolaşır… Kaçış yollarında, bindiğin otobüslerde veya aracındaki bastığın gaz telin ile kendi yolunda, sadece sen gidiyor sanırsın…
Garip bir efemsi düşünceye zıplarsın, becerdim, işte gidiyorum, senden sonra da O şehirde yaşamak istemediğimi sana söylemiştim derken, duyduğun acıyı örtmek için, sesini yükseltirsin ve garip bir güven duygusu ile gururlanırsın…

Oysa geride geçen bir ömür seninle, gidişinle geride kalır da bilemezsin…
Hep yanında sanırsın…

Herkes kendi adımları ile ezebildiği kadar zeminini ezer… Hepsi budur aslında…
Kendinden attığın anı çamurlarının, avuçlarında kalanlarıyla beraber yola çıkmışsındır ki acınası bu halini düşünemezsin bile, sadece seni kınayanların söylediklerine bile ağlayamaz, hayıflanırsın çaresizliğine…
Her adım seni bir şeylerden, bir yerlerden uzaklaştırır sanırsın ama parçalana parçalana taşırsın O kalan yükü omuzlarında…

Gece gidişlerindeki aracın farlarının delebildiğince karanlığın içinden sıyrıldığını sanırsın ama önünde koyu bir anı ormanı bekler seni ve farkındasızlıkla dolarsın içine ve göz kapakların ağırlaşarak önüne düşer…

Kimin ardından nereye gidiyorsundur, bilinmez, sadece kaçmak ve her gün üzerinden atladığın çukurlardan kurtulmak istersin…
Ve bir başka kentin sınır tabelasını gördüğünde burada kaç kişi yaşar onu düşünürsün ki orada gördüğün rakamın üstünden çok yıllar geçmiş, çok daha kalabalık olmuştur O şehir… Oradaki insanlarla. Ve oradaki insanların hasretleri, acıları, senden az mıdır ki aralarına katılırsın bir kalabalıklık sen de yaparak…
Bir başka doğar başka bir şehirde güneş...
Çoğu kez sis perdeleri gözlerine doğru doluşur, çoğu kez sesler yabancıdır ve çoğu kez yalnız sana, yalnız senin tekliğindeki yalnızlığa doğar sanırsın güneşi…

Hadi biri çıksın, senden başka biri sevsin beni diye düşündüğünde ise, kendini düşürmek istersin imkânsızlığın pencerelerine…

Ne seni benim gibi biri sever, ne de senin gibi biri sever beni, dediğinde ise göğsüne doğru ılık bir damla topaklanır…
Kimse bu şehri senin gibi yakamaz, yıkamaz ve beni enkaza çeviremez dediğinde ise kayboluşlarda bulursun kendini…

Artık herkes seni benden sorar sanırım…

Çocukluğumun gözleriydi,
senden
kalan,
mor bakışlarla,
mavi hülyalı…

Küskün dudak bükmelerin,
adsız
bir sevgiye,
kapılan,
yüreğin atışlarıyla…

Yalnızlığın bir perdesidir,
açılan,
adsız bir tarif,
sahipsiz, zorlama bir gülüş,
nereye ve niçin gittiğinin cevabı arkada kalır, zorunlu olarak…

Ben seni sevdim sevgili,
ben kendime senin için şehirleri dar ettim…
Ben senin için yolların,
karanlığını yırtıyorum…
Ve
senin için tarifsiz düşünceleri yaşarken,
nereye ve niçin gidiyorum?

Senden kaçış bir özgürlük mü?
Bir kurtuluş mu,
sebepleri ne olursa olsun,
beni küskünlüklerde dolaştıran,
senin hangi gücün?

Bastığın yerlerden kaçıp kayboluşlarımın görünmez gücü ne?
Yaz güneşinin derilerimi kavurarak dökmesi iç sıkıntılarımın boyun büküşü mü bu,
beden parçalanmalarım?
Bu kadar dağılmam, yollara düşmem, kendimi kaçışların azabına kurban etmem, senden iğrendiğim,
sana değer miydi?
Yaşamımım senli zamanlarını kayıplıklarımda tuttuğum sen, bunların hepsine değer miydin?

Söz geçiremediğim ve hükmedemediğim düşüncelerimin ardındaki sen, bana hangi gücünle bukağılıyordun beni?

Kaç zamanın kaç anının bedeli daha kaç an zamanlarındaki bedenlerle ödenecek?
Bilinmeyen belki de bu, daha ne kadar güçsüz kalacağım bedenime?
Daha ne kadar zorlayacağım kaçışlarımla bedenimi, düşüncelerimi, umutlarımı ve de umutsuzluklarımı?
Bir başka şehirde, bir başka türlü yaşıyor insan…
Belki de kesik kesik nefes almalarım bu yüzden…
Yıllarca sevginin peşinden koştuğumuzdan sonradır ki şimdi sevginin ardında nefessiz kalışımız...

Sevmeseydim bu kadar yaşayamaz mıydım?
Veya sevgisine önem beren bir başkasıyla daha çok mu mutlulukta gülerdim…
Kim kimden neye göre üstündü sevgi bileşenlerinde…
Kaçışlara sebep olan bu yabanıl bileşenler miydi sevgide?
Bu hoyratlıklar, bu boş vermişlikler, bu tutarsızlıklar daha mı bağlayıcı olurdu?
Verilen sevgi emeklerini kim geri isteyebilmiş, hangi pişmanlıklardır ki bunlar, yakası açık bir boş vermişlik gömleğini giymek…
Bir rüzgâr çarpması bu belki de rüzgâr kesiğindeki boşluk duruşu… Belki de bir şaşkınlık…
Belki de içimizdeki çocuğun isteklerine boyun eğişimiz bizi çoğu zaman darmadağın edendi…

Oysa ne güzeldi çocuksu düşler…
Avuca sığmayan istekler, kumru yavrusunun avuçlarımızda sevmek istememiz gibi kollamak sevgiyi… Bir içgüdü bu…
Sığınmak avuç içlerine, sevgiye, sevgiliye…
Parmak aralarına saçlarımızın alınıp, sevecenlikle çocuksu bakarak yaşamak o an zamanlarını, O kısacık bakışlarla… Koyu, karartılı ve güçsüz, güç denemesiz… Yalvarırcasına devam etmesi için dua ederek…

Sevginin yoksunluk duruşu bu…
Bukadarcık bir istek, hepsi tek cümlede kilitlenerek, beni hep sev, beni hep çok sev ki bedenim ve ruhum seninle kilitli kalsın…
Artık sanki bütün ziller sevgiye doğru çalıyordu. Hepsi, hepsi bu kadar işte… Sevmenin ve sevilmenin
asıl kalış yeri…
Beklentisiz…
Kurgusuz…
Riyasız…
Yalvartmayan duruşu umut…

Kırılgan ışık demetlerinin yüzümde dağılması gibi gölgeli bakışlarımın ardında kalan umutlarımın tek tek gömülmesiydi sevgideki parçalanışım…
Kırılgan ışık demetleri ve kırılgan umutlar hepsi gözlerde dağılıyor ince bir acı izi bırakıyordu yüreğimde.
Çocuk bakışlarım,
çocuksu düşüncelerim,
umutsuz isteklerin,
bir bakışa hasret gözlerim,
düş kırıklığı bu telaşlı uyanış,
bir mahzunluk zamanlara,
bir pazar sabahını uykusuz gözlerle özlemek bir hayâl,
bir kırgınlık belki de hayata,
sana
kendime,
ismini yazamadığım birine,
belki de bir utangaçlık,
belki de bir baş eğme,
kabulleniş,
bir serüvenin son adımları,
yalnızlığa doğru salvolaşmak…

Bir dalış bu dip karanlığa,
bir istek bu yalnızlığa,
gömülmek,
bir bakış bu kendinsizliğe,
bir
yakarış bu kara yazgıya,
belki de hain boş vermişliğe gidiş,
vedasızlıkla…

Sıcak,
gökyüzü harını yere vurmuş…
ben teslimim sıcaklığa…

Mecalsiz rüzgârlar esiyor şimdi topraklara doğru… Belki de kıskanç rüzgârlar bunlar…
Tam da yağmur zamanı,
şimdi,
hüzünlere doğru…

Bütün yaşanmışlıkları da anı denilen kuyulara atıp, sırtıma aldığım çuvalla dolaşmaya gidiyorum…
Oysa benim dönüp arkama gülümseyerek bakacağım, nem var ki ağlamalarımı durduramayıp, gülümseyeyim?

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 25.9.2010 17:10:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Yazılarımda kendini hiç arama... Hiç birinde sen yoksun çünkü... Bu yazılar duygu yüklü bir kadına yazıldı...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4