Her şey bizim iyiliğimiz için! Daha süt dişlerimiz ağzımızda iken başla bizim için yapılan iyilikler. Suratımıza ya da kıçımıza inen şaplakla… Anne değil mi iyiliğimizi düşünür. Sevgiyle başlanır kötülüklere… İyiliğimiz için dövülürüz. İyiliğimiz için bizi okula verirler verirken de ‘’Eti senin kemiği benim’’ derler. Sadist öğretmenlerin ağzı sulanır. İyiliğimiz için anneler ayırmak istemez bizleri okula göndermezler sevgilerinden. El bebek gül bebek büyütürler, ayakları üstünde duramaz çoğu büyüyen bebeler. ‘’Çocuk bir bahçedir, bahçeye ne ekersen onu biçersin, sevgi ver sevgi biç, şiddet ver şiddet biç, tembelleştir, ömür boyu yük al sırtına’’ ne anlar ki psikoloji eğitimden? Sıvar kolları öğretmen… Eker özgürle kendi öğrendiklerini, kendine öğretileni. Eğitim kimin için, kim tarafından verilir?
Biraz kendimize gelince sünnet ettirirler. Gelenek ve görenekler, ya da dini bir görev, öyle öğretilmiş, öyle bilinir ritüeller. Söylenmez, söylenmediği için de bilinmez ardındaki gerçekler. İyiliğimiz için derler, sağlıklıdır derler, ama, asla ‘’enerji boşa gitmesin işgücüne gitsin, daha çok üretim yapabilsin, kime hizmet ediyorsa o daha çok zenginleşsin…’’ demezler. Ağanın, beyin, paşanın daha huzurlu yaşaması için sinekten yağ çıkarmak yeni icat edilmiş değil ki.
Bizim iyiliğimiz için askerlik icat edilmiştir. Çeliğe su verir gibi sertleştirirler. Hayatta kalmak için başkalarını öldürmeyi öğretirler. Evinden köyünden çıkmayan biri, dünyayı ufuk sınırlarından ibaret gören insanlar nereden bilebilir ki dünyanın büyüklüğünü. Nereden bilebilir dünya üzerinde yaşayanların daha on katını yüz katını besleyebilecek kadar büyük olduğunu? Çalışmak üretmek yerine bir başkalarının hazır maddeleşmiş emeklerine el koyma yarışına girdiklerini nereden öğreneceklerdi? Okullarda bunlar öğretilir mi?
Dünya bir sahne, oynanan oyun, sınırlar çizilir, tatbikatlar yapılır. Aynı aile, aynı aşiret bu sınırlarla bölünür. İnsanoğlunun gözü doymaz, hep daha fazlası için birbirini öldürür. Birbirini öldüren dünyadan habersiz Mehmetçikler. Kardeşler. Farkında olmadan birbirini öldürürler. Onlar öldürürken, her iki tarafın zenginleri, paylaşımda anlaşırken kadeh tokuşturur. Nereden bilsin Mehmet? Onların da düşman olduğunu zanneder. Banka ve şirket ortaklıklarını inceleyecek değil ya.
Sınırın iki tarafında aynı aileden, aynı aşiretten kardeşler. Zafer kazanan kaybedenden vergi alır. Kaybeden zayıflar kazanan daha çok kazanmaya başlar. Kazanan tarafta yaşayanların kişi başı milli geliri on üç bin dolarsa kaybeden tarafta kişi başına düşen kişi başı gelir üç bin dolardır. Ama Mehmet her iki tarafta da karın tokluğuna çalışır. Ortalama gelir zenginlerin gelirleri de onların (Mehmetlerin) cebine giriyormuş gibi gösterilir. ‘’Vatan eğer uğrunda ölen varsa vatandır’’ Mehmet ölür ama vatanında açtır. Asker kaçakları, yani raporla askerlikten kurtulanlar, vatanın öz evlatları olur. Elini soğuk sudan sıcak suya sokmadan servetlere kavuşur… Ama Mehmet için de kazanç yok zannetmeyin, bir kahramanlık payesi, ikinci olarak da cennetin anahtarı vardır. Huriler ve şaraplar vardır. Bu tarafta günah olan, pezevenklik ve orospuluk, öbür tarafta nimet olur. Hayal her zaman gerçekten daha güzeldir.
Yılsonu bilançoları basında yayınlanır, her banka ve şirket yıllık karlarla, çok kazanmakla övünürler. Daha fazla hisse satıp sermayeyi daha fazla yükseltirler. Devletin başındakiler yıllık kalkınma hızlarını, %5-6-7 gibi rakamlarla duyurur ve başarılı olduklarını anlatırlar. Vatan için uğrunda can verenler bu artıştan pay almak şöyle dursun, gelirleri daha da azalır. Bankaların ve şirketlerin kasaları dolar. ‘’Bu vatan kimin?’’
İş bulmak, evlenmek, yuva kurmak, söz sahibi olmak hep askerliğe endekslidir. Askerliği yapmamışsan adam yerine bile konmazsın, büyüklerin yanında içki masasına oturamaz sigara içemezsin. Öyle kutsanır ki… Fakirsen asker kaçağı lanetli hain sayılırsın. Zenginsen kimse bilmez askere gidip gitmediğini, çünkü yarı hayatı yurt dışında geçer… Bürokrasiye hükmedersin… İşi yoluna koyarsın, becerikli diye anılırsın. Basın onlara hizmet eder.
Vatan bizimdir, sözde, yazıda… Ölen biz oluruz, vergiyi yine biz öderiz, ama eğitim paralı, sağlık paralı, yol paralı köprü paralı, üretim yaparsın mazot paralı gübre paralı tohum paralı…
Zenginsen yatların lüks araçların benzini ucuz. Fabrikaların elektriği evlerden ucuz… Her şey altın ibrikten altın klozete akarken güzel… Mehmet onların jandarması korumasından başka bir şey değildir. Mehmet kendi bahçesinden çıkan suyu parayla içer, aynı suyu iki katı ücretle döker…
Mehmet değerlidir, Mehmet’siz yapamazlar. Ceylanlar kadar değerlidir Mehmet’ler. Ceylanı da hepimiz severiz, sevdiğimiz için derisini yüzer, sevdiğimiz için kıçımızın altına minder dikeriz…
Bizim için bir liranın önemi yok. Ama 80 milyondan çıkan birer lira toplanınca, o beylerin, paşaların kasasına girince, üniformalar diktirirler kendilerine… O üniformalar karşısında Mehmet’ler doğuştan askerdir. Bize iyilik için verilen dersler, daha süt dişlerimiz dökülmeden başlar. Hiç kimse kendi için bir şey istemez. Her şey bizim iyiliğimiz için başlar. Analarımız, babalarımız bizim iyiliğimiz için çabalar. Onlara güveniriz. O güven kullanılmak için babamız olmaya talip olanlar çoktur. Kimi devlet olarak, kimi otorite olarak babamız olur. O kimlikle anamızı şey ederler. Biz de anamızı şey eden herkesi baba bilmişiz. Babanın otoritesine asker olarak bağlıyız… Her şey bizim iyiliğimiz için!
Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 5.12.2017 23:01:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!