Kuzguncuk. Nakkaş Tepe’den genç bir adam olarak karşıya, güneşin kızıllığına bakmaktayım. Gözlerim Boğaz’ın maviliğinden yukarıya çıkıyor, o gri bina bloğuna takılmadan geçerek, bunun üstünde yer alan birçok gökdelen bozuntusunun bile güzelliğini bozamadığı kırmızı yuvarlağa takılıp kalıyor.
Güneş “ağır, ağır” değil tersine çok hızlı batıyor, bu kızıllığa ve bu “vakte” geldiğinde.
Bir sonbahar günü, biz ki, hep sonbaharı yaşadık, genç bir adam olarak giden sevgilinin ardından, bu çirkin griliği ezen mavi ve kızıllığa bakıyorum.
Bir sonbahar kadar yalnızım. Bu gidiş bir terk ediş değil. Nasıl binlerce mevsimin içinde yalnızca sonbaharı yaşıyorsak, ben de her gidiş sonrasındaki yalnızlığımı bir terk edilmişlik atmosferine dönüştürüyorum. Kimilerine göre “ne marazi”. Bence ne hüzünlü. (Hüzün ki, bize de en çok yakışandır.)
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta